Söyleşi: Ayşe Yazar
Göknil Özkök’ün Can Çocuk için kaleme aldığı müzisyenler biyografisi Beethoven’la devam ediyor. Yazarın son eseri Beethoven Müziğin Ozanı adlı kitabı geçtiğimiz günlerde okuyucuyla buluştu. Yazarla son kitabı ve müziğe yaklaşımı üzerine konuştuk.
Mozart ile başladığınız Klasik Batı Müziği’nin bestecilerinin biyografilerini yazma serüveninizde Bach, Chopin ve son durağınız Beethoven’ı ele aldınız. Doğaya aşık, sanatını doğanın yasaları ile şekillendiren Ludwig van Beethoven’ın güzide serüvenini anlattığınız kitabınızda sizin sanatınızı şekillendiren şeyler neler oldu?
Bu dört biyografi içinde beni en çok zorlayan ama en çok keyif veren kitabım oldu Beethoven-Müziğin Ozanı. 2006 dan bu yana yazarlık sürecimde özellikle biyografilerde, her bir kitapta üslup olarak değilse de kurgu ve dil olarak daha ileriye taşımaya çalıştım metni. Çok uzun bir çalışma süreciydi ama her şeyi ile içime sinen bir kitap oldu. Beethoven, duygu yoğunluğu olarak elbette tüm sanatçılar gibi müziğe bakışının, besteciliğinin, müzik dilinin ve düşüncelerinin anlatılması gereken bir besteci. Ama onda beni en çok etkileyen ve daha derinlemesine yazmak istediğim yönleri; devrimci kişiliği ve felsefesi. Düşünceleri ve kendi kimliğinden asla ödün vermemesi. Günümüzde başka kavramlar uğruna insanların kaybettiği değerlere dikkat çekmek de, bu metin içinde Beethoven’in yaşamı üzerinden vurgulayabileceğim bir alan yarattı bana. Kendisi olmak yerine, çoğunluğun arasında kaybolmak, birilerinin himayesinde ya da ekürisi olarak iş yapmak, daimi popülerlik arzusu, ismini unvanlarla, sıfatlarla sık sık bir yerlerde görmek istiyor olmak hatta buna bağımlı olmak hali… Beethoven’nın da döneminin şartlarında buna benzer durumlarla, kendinden ödün vermeden mücadele etmesi, onun özellikle bu yönlerine vurgu yapmamı sağladı. Müzik ve yazarlık benim iki mesleğim. Her ikisini de kendim için, hayatımı bu şekilde yaşamak istediğim için yapıyorum. Bu noktada, Beethoven’in (kitabın iç kapağında da yer verdiğim sözü) dediği gibi; “Sanatınızı yalnızca icra etmeyin aynı zamanda onun sırlarına doğru yol alın.”
Yaptığım işlerin, müzikte de, edebiyatta da, popüler olmasına değil benden bir şeyler taşıyor olmasına ve onunla buluşan insana bir şeyler katmasına odaklandım, bu şekilde de devam ediyorum.
Metronomun icadı gibi önemli bir olayın yanında o dönemin önemli önemli müzik adamlarından Haydn ve Mozart da görünüyor kitabınızda. Eseriniz bir biyografi kitabı olmasının ötesinde okurlarına neler vadediyor?
Benim biyografilerimde özellikle çocuklar, yaşamını okudukları bestecinin hayatında ismini bir yerden duyduğu, belki müziğini dinlediği bir başka besteciyi ya da tarihi kişilikleri hikâyede karakter olarak gördüklerinde şaşırıyorlar. O zaman bu kişilerin hayatlarının bir yerinde, yollarının kesişmiş olduğunu ya da birbirlerinden etkilenmiş olduklarını anlıyorlar. Bu okurun çok hoşuna gidiyor. Yüzyıllar öncesinde geçen bir hayat hikâyesi içinde farklı yerlerden bilinen tarihi kişilikler, kitabın bir yerinde kendini gösterince, okurun aklında daha kalıcı oluyor ve unutulmuyor. Ama benim amacım hep söylediğim gibi, tarihe geçmiş bu isimlerin hayatını okurken, okurun kendi içindeki yetenek ya da hayatta yapmak istediği her ne ise onu ortaya çıkarabilmesine bir parça yardımcı olmak ve insan olmanın, dünyaya güzel şeyler bırakarak başkalarının da hayatlarına dokunulabileceğinin farkındalığını yaratmak. Çünkü hâlâ Beethoven’ın, Bach’ın, Mozart’ın müziği ile büyülenmişçesine huzur buluyor, düşünüyor, hayaller kuruyor, keyif alıyoruz.
Üslubunuzda betimleme tarzınız dikkatimi çekti ve bunu oldukça beğendim. Mesela o dönemdeki kıyafetleri tarif etmek yerine “Eleonore birden oturduğu yerde doğruldu ve kabarık eteğinin gizli cebinden küçük, siyah ciltli bir kitap çıkardı.” gibi bir cümleyle betimlemek istediğiniz detayları okurun gözünde ete kemiğe büründürüyorsunuz. Bu üslubunuz üzerine neler söylersiniz?
Döneme ait giysiler, ev eşyaları, mimari, dekorasyon hatta beden dili bazen de hitap biçimleri tekrar tekrar kontrol ederek, araştırarak öğrenmeyi sürdürdüğüm önemli bir konu yazdığım biyografilerde. Ama karakteri ya da bir yeri tasvir ederken çok da detaylarda boğulmayı tercih etmiyorum. Bununla birlikte, anlattığım mekânı ya da kişiyi az tasvirle okurun hayal gücüne bırakmak istedim bu kitapta. “Ama faklı bir çağdan” bahsettiğim için dört kitapta da (biyografiler) o dönemin yaşam şartları, yönetimi, ulaşım, elektrik, ülkeler ya da kentler arasında nasıl yolculuk yapıldığı detaylandırılması gereken önemli konular. Beethoven’daki karakterleri yazarken, özellikle kardeşleri ve Eleonore ile ilgili bölümlerde net ama karaktere ait tasvirler kullandığım bir üslup benimsedim. Çünkü küçük ama güçlü bir detay, daha fazlası için merak uyandırır her zaman.
Kitapta müziğin ozanı olarak adlandırılan Beethoven’ın yazdığı ya da ona yazılan pek çok mektup ve Beethoven’ın vasiyeti yer alıyor. Okurun o derinlikli dünyayı algılamasını, tıpkı Beethoven’ın müziğindeki gibi duygudan duyguya geçmesine vesile olan bu mektuplar gerçek mektuplar mı? Bu mektuplar kitapta nasıl yer aldılar?
Ludwig van Beethoven, her şeyi yazarak kaydeden birisi. Kayıt tutmayı ve not almayı seviyor. Böylelikle, her şeyi kendi kontrolü altına alıyor bana göre. Sonra işitme yetisini kaybettiği için iletişimine çözüm sağlayan konuşma defterleri de önemli belgeler bugün için. Beethoven’in vasiyet mektubu beni her okuduğumda çok etkilemiştir. Elbette kitapta yer alan vasiyet mektubu ve diğer mektuplar, birebir Beethoven’in yazdığı şekliyle yer almıyor. Daha önce “Sihirli Mozart”’ta da, Mozart’ın babasına yazdığı mektuplar gibi benim süzgecimden geçerek, kurguya göre şekil verilmiş haliyle yazılmış oluyor. Beethoven’in iç dünyasını, hislerini, hayata ve sanata bakışını, var oluş sebebini bize anlatabilmesi için önemli ögeler o mektuplar.
“Başkalarının, onun yaptığı müziği beğenmeleri Ludwig’in çalışma nedeni değildi.” “Buradaki insanları sevmiyorum. Ama gel gör ki, insanlığı seviyorum.” Beethoven için kurduğunuz bu cümleler onun gibi aykırı birinin okurun gözünde çok etkili canlandırılmasını sağlıyor. Beethoven’ın maddi açıdan sıkıntılar çekmesine de sebep olan müziğini belli bir kesim için yapmaması, halkın da bu müziğe ulaşması adına mücadele etmesi genç okurların dikkatini çekecektir. Onun çok iyi bir besteci olmasının yanında okurlarınızın Beethoven Müziğin Ozanı ile temasından sonra hangi duyguları, neleri yaşamlarına taşısınlar isterdiniz?
Evet, umarım genç okurların dikkatini çeker. Bunu tüm kalbimle diliyorum. İnsanın başkalaşmaya, başkaları gibi olmaya evirilmesine çok olanak tanıyan bir zamanda yaşıyoruz. Kendini keşfetmek, kim olduğunu, ne için var olduğunu anlamak, kendi doğrularıyla, kendi yolunda ilerleyebilmek yalnızlığı da beraberinde getiriyor. Büyük de cesaret istiyor. Bunu başarabilmek, önce insanın kendini alkışlaması başkalarından alkış almasından çok daha önemli ve değerli bir şey bana göre. Kişinin işini nitelikli yapması ve sunması değerlidir. Disiplin tutarlılıktır bunu başardığınızda zaten kendi ayaklarınızın üzerinde duruyorsunuz demektir. Bunun için de, insanın kendisinden “başkasına” ihtiyacı yoktur. Para, ün ve gündemde olmak dünyadaki çoğu insanın hedefi ve hırsı. Bunların dışında kalan, Beethoven’ın da gördüğü o dopdolu hayat, işte o kendini bilen, bakış açısını başka yöne çevirmiş insanlar tarafından yaşanıyor. Sonucun değil de, sonuca giden yolda sürecin keyfini çıkaran insanlar tarafından.
Sorularınız için çok teşekkür ederim. Çok keyif aldığım bir söyleşi oldu.
edebiyathaber.net (19 Mart 2024)