Mayıs 2023’te Metinlerarası Kitap tarafından yayımlanan Bıçak Sırtı Kir adlı öykü kitabının yazarı Ceyda Sevgi Ünal. 1957 İstanbul doğumlu. İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Bölümü mezunu… Efece Haber Gazetesi ile Engelolma.net’te köşe yazarı. Galapera Fanzin, Yaşam Sanat, Ekin Sanat, Güncel Sanat, Hurufat, Tay, Berfin Bahar, Patika, Kurşun Kalem, Papirus, Rıhtım, Son Gemi gibi dergilerde Pazartesi14, Bir Demet Nergis ve Karabük Farklı Gazete’de öyküleri, yazıları yayımlandı. Birçok öykü antolojisinde çalışmaları yer aldı. Ümit Kaftancıoğlu Öykü Yarışması ikincilik, Edebiyat Galerisi 19 Mayıs Öykü Yarışması dördüncülük ödülü sahibi. Ayrıca 4. Nihat Akkaraca Öykü Yarışması ile 2017 Cumba Kültür Sanat Platformu Öykü Yarışması’nda öyküleri ilk ona girdi. İlk öykü kitabı İzmarit Klaros etiketliyle 2019’da yayımlandı.
Yazarı, dostum yazar ve yayıncı Arslan Bayır’ın çıkardığı Güncel Sanat’tan, ayrıca Berfin Bahar, Yaşam Sanat, Patika, Tay dergilerinden de tanırım isim olarak. Dergilerdeki öykülerde içselleştirdiği konuları, Gezi’den Soma’ya, ekonomik nedenlerden, sancılı boşanmalara, ilişkileri bitirmekten özgür olmaya; kadınların gördüğü şiddete kadar geniştir. Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerini de kullanmıştır öykülerinde. Küçük gelinleri, tecavüze uğramışları, çocuklarını, kumalığı, aile içi-dışı ensesti, ötekileştirilmeyi, göçmenliği, sokak çocuklarını, sevgisizliği yazmıştır. Yeni kitabında dergilerde gördüğüm öyküleri yok. Onlar ilk öykü kitabında olmalı. İlk kitaba giren öykülerin yayımlandıkları dergilerin adları ve tarihleri var mı bilmiyorum, yayımlanmışlarda bunlar olmalıydı, çünkü 15 öykünün yer aldığı teknik kimi soruna rağmen 90 sayfalık yeni kitabında da öyle açıklamalar yok, ama ‘teşekkür’ kısmında ‘öykülerimin önemli bir kısmı NEYYA’nın Pazartesi14 adlı internet sitesinde yayınlanmıştır,’ notu var.
Yazarın anlatımı düzgün, dili sade ve öyküleri de sürükleyici… Yazar, anne, eş ve kariyer sahibi olsa da hayatın karşı konulamaz ağırlığı altında ezilse bile doğrulmak ve kadınlığını da yaşamak isteyen; varlığını kendisi olabilme ve öyle kalabilme uğruna güzelleştirecek bir çabanın içindeki kadınları dillendiriyor öykülerinde. Böyle bir dünyanın, hayatın özlemini duyan ama duymakla yetinmeyip yola da çıkan kadınlara dikkatimizi çekiyor yazdıklarıyla. Ve çoğunlukla da kadınların kendilerinden dinliyoruz hayat hikâyelerinden kesitleri. Bazen de o kadınlara tanık olanlardan dinliyoruz kişisel ve ortak hayat hikâyelerin… Siz benim dinlemek dediğimi okumak olarak düşünebilirsiniz tabii ki… İlk öykü böyledir çünkü.
Keşke Kezban, en ilginç bulduğum öykülerdendir. Anlatıcı gizemli kurguyla bir kadının kendisi olabilmeyi ve öyle kalıp yaşayabilmeyi metafor da diyebileceğimiz özgün benzetmelerle anlatır bize. Bu yüzden de etkileyici, düşündürücü… Yazarın öykülerindeki kişiler çoğunlukla kadındır. Özellikle de annelerdir. Kimi çocukları için ortalığı ayağa kaldırır, kimi yükünün azalmasını, hep başkaları için değil kendisi için de yaşamak için çırpınır. Bu kadınları dediğim gibi ya kendilerinden ya da onları tanıyan başka kadınlardan dinleriz. Kırmızı’ya’daki kadın eski Türk filmlerinden çıkıp gelmiş gibidir. Maalesef günümüzde de onun acı içinde anlattıklarının neredeyse aynısını çok kadın yaşıyor. İşte bu yüzden doğduktan ölene kadarki süresi bilinmeyen hayat yolculuğunda benzer acıları yaşayan kadınların öykülerini kırmızı rengi metafora dönüştürerek anlatması yazarın boşuna değil… Sarsıcı, iç acıtıcı bir öykü Kırmızı’ya. Kişisellikten de yola çıkmış olsa bu izleği genelleştirmiş olması yazarın başarısı, olayları içselleştirebilmesinin sonucu. Sıcak Ekmek Kokusu Afyon’un soğuk karlı bir kış gününde garda bekleyen trendeki yolculardan bir annenin uzaklardan burunlarına gelen sıcak ekmek kokusuna dayanamayıp babası tarafından ekmek almaya gönderilen on yaşındaki oğlunu bekleyişi anlatılır. Bu anlatılma adeta sözcüklerden yapılan kısa bir film gibi capcanlıdır. Öykünüp yansıtmak böyle bir şeydir. Bavullar öyküsündeki erkeği anlatan kadın mıdır bilinmez. Ailelerinden karşılığında fidye almak için çalınan bebekler uyutularak taşınır bavullarda… Bu öykünün de mekânı gar ve trendir. Adamın beklediği de bu işi yapan çeteye karışmış olan sevgilisidir. Bu öyküden anlayacağımız şu: Yazar sadece iyi ve olumlu, doğru kadınlara değil bunların tersi kadınlara da yazarlık kamerasını çevirdiğidir. Değişimin Ağababası ise kocalarından, komşu çocuklarından ve komşularından yakınan kadınları anlatır anlatıcı kadın. Hem kendi kişisel hikâyesini hem de yeni taşındığı yerdeki kadınların dediklerini ve hikâyelerini anlatır. Kanıksadığımız dedikodudur anlattığı… Tanıklıktan kotarılmış bir öykü. Ay Yüzlüm’ün anlatıcısı bir erkek. Karısıyla olan ortak hayat hikâyelerini anlatır bize. Biz karısına olan sevgisini, verdiği değeri onun duygularından, düşüncelerinden öğreniriz. Sübyancının Ardından On Beş Dakika adlı öykünün anlatıcısı kadın anlattığı sübyancıyla evlidir. Maalesef ki gerçek hayatta da böyleleri var. Onun yüzünden dağılmış ailesini anlatırken oğlunu, kendisini toparlayıp yaşama nasıl tutunduklarını da öğreniriz. Saraylı Terzi Ayşe’de anlatıcı düşle gerçeği iç içe anlatır. Aynalı Kasrı ziyaretle başlar öykü. Çünkü insan dediğimiz varlık bugünle ve gelecekle sınırlı değil geçmişle de ilişkilidir. Gezi sırsında görülenlerin şimdi zamanda olanlara birleştirilmesi aklıma, kimi zaman bilemeyiz yaşadıklarımız mı düş yoksa düşler mi yaşadıklarımız, sözümü getirdi. Dudak Baskılı Banyo Perdesi de insanın doğasında olan cinselliği mizaji dille anlatır. Anlatan da elti, evden uzaklaştırılmak istenen de eltidir. Bana daha çok baştan sona kurgusal geldi. Ki tersi de olabilir tabii ki. Sallabaş hüzünlü bir kadının anlattıklarıdır. Geleceğe dair güzel düşünceler içindeyken zoraki kaçırılır. İstemediği bir hayata sürüklenişini ve duygularını anlatır içtenlikle… Ayrıca en uzun öyküdür. Erişti Nevbahar Eyyamı yazarın bir hobisi de ahşap yakma çalışması… Öyküdeki kadın anlatıcının da öyle bir hobisi var. Ambalajladığı yeni çalışmasını götürürken çevresinde gördüklerinden kimi zaman ilgili geçmişe içsel yolculuk yapar. Daha doğrusu çeşitli zamanlarda yaptığı okumalardan aklında kalanları anımsar. Yeni çalışmalar için aldığı kavak levha ve boyayla eve döndüğünde onun deyimiyle, ‘tipik ev kadını hâline’ döner. Bir tür Kül Kedisi Sendromu da (tanım bana ait) diyebiliriz olup bitene… Elinde Bir Çiçek hazin bir öykü… Elöyküsel anlatımlı ikinci öykü. Vuslatı olmayan ilk gençlik aşkını düşünen huzurevi sakini Bergüzar Hanım’ın öyküsü anlatılır. Annesiyle, babasından gizli eve davet ettikleri yavuklusunu bir daha göremez. Anılarıyla hayata tutunur. Kaldığı odanın penceresinden dışarı bakarken elinde büyük bir demet papatya getiren birini görür. Onu yavuklusuna benzetir. Hep dediğim gibi, her dış uyaran kendine benzer şeyler anımsatır insana. Böylece geçmişte olanı yeniden yaşar ve odasından hiç çıkmaz… Okurken Bergüzar Hanım’la dertleneceğimiz kadar da sahici… Mutfak Dolabında Yüz Yıl’ın anlatıcısı sahibi Sıdıka Nine ölünce mutfak dolabına konulan kirmendir. Kirmenin ağzından dinleriz bulunduğu mutfağa gelen hane sakinlerinden duyduklarını… Böylece evin kızını isteme izleği üzerinden eski ve yeni yaşanmışlıkları anlatır…
Kitabın adı olan öykü de Bir Demet Çiçek gibi elöyküsel anlatımlı… Anlatıcı da hikâyelerinin bir bölümünü bizimle paylaştığı iki kadını da tanıyan biri… Yazarın araya ilgili düşüncelerini serpiştirdiği bu öykü de iyi bir çalışma. Sahicilik duygusu uyandırıyor. Ödülü hak etmiş olması da dediğimin kanıtı… İşte şimdi başlık olan soruya yanıt verebiliriz: Bunları anlatıyor olay ve durum öyküleri formatında. Bu yüzden sevdalandığı bu yolu hep açık olsun yazarın.
edebiyathaber.net (19 Mart 2024)