Postane Günlükleri ya da ah o eski mektuplar! | Feride Cihan Göktan          

Mart 27, 2024

Postane Günlükleri ya da ah o eski mektuplar! | Feride Cihan Göktan          

Postane Günlükleri, Miras kitabıyla ünlenen Norveçli yazar Vigdis Hjorth’un Türkçe’ye çevrilen iki kitabından biri. Çoğunlukla Miras okuması sonrası merakla okunuyor. Tabii ki yine güzel ve anlamlı bir kitap.

Postane Günlükleri bir yabancılaşma ve varoluş öyküsü. Şimdi diyeceksiniz ki bu konuda ne kadar çok edebi eser var. Evet. Çünkü modern dünyanın en önemli konularından biri bu.  Çünkü daha çok metalaşan ve kendimize bile yabancılaştığımız bir dünyada yaşıyoruz ne yazık ki. Ve ilave etmeliyim ki bütün bu sanat eserleri gittikçe hüzünlü insanlar, bazen de içinden çıkılamaz farkındalıklar oluşturuyor. Burada sorulacak soru şu: Evet, bu kırılganlığı ve gittikçe metalaştığımızı fark ediyoruz ve daha da mutsuz oluyoruz. Ne yapmak lazım? Mutsuzluğun sonuçlarına katlanmak mı? Bazen bu sonuç Postane Günlükleri’ndeki gibi bir karakterin (Dag) ağır depresyonu ve intiharına kadar uzanıyor. Romandaki diğer şahıslar da mutsuz. Devamlı iş değiştiren bir adam, yaptığı işten hiç de memnun olamayan ve hep ne işe yaradığını sorgulayan mutsuz bir kadın (Ellinor) İlişkilerine anlam veremeyen mutsuz bir ikili. Birbirlerine yabancılaşmış bir aile. Kopuk ilişkiler. Metalaşmış iş ilişkileri. Ve bütün bunlara ilave olarak geçen bir zaman var. Hayat. Bir hatıra defterinin kişisel geçmişe tanıklık etmesi ve aslında bu kişisel geçmişin ve dünyanın tekerrürden ibaret değil her an yeni baştan yazıldığı üzerine. (Yazar, bir röportajında Kierkegaard’ın “Tekerrür” kavramından ve felsefesinden esinlendiğini ifade ediyor.)

Tekerrür etmeyen hep devamlı değişen bu dünyada hayatımızı ve bütün bu yabancılaşmayı gittikçe fark ederek mi yaşayacağız? Hiç umut yok mu? kitabın sorusu bunun üzerine.

“Ne yapacaktık peki? Hepimiz eninde sonunda mezara gidecektik; bizim uğraşımız bir örümcek ağında hala hayatta olduğundan dolayı kurtulmayı uman sineğin uğraşından farklı değildi. Hayatta olduğun sürece umut vardır, demişti. Margrete, ne için peki? Daha fazla yaşamak için mi? Bugün hayattaysan yarın da muhtemelen yaşıyor olacaktın, yani ölüm birazcık ertelenmiş olacaktı, o zaman gençken insanın umudu büyük, yetişken biraz daha az ve ölüm döşeğinde iyice azdı. Her saat değer kaybeden bir umut ne biçim bir umut olabilirdi* Neden Dag gibi yapmıyorduk? Dayanamayana kadar neden dayanıyor, neden hedefsiz amaçsız bir telaş yaşıyorduk, bıkkın, yorgun, her şeyden usanmış ama yine de aç, hiçbir işi beceremeyen, anlamadığım bir var oluşa mahkûm…” sayfa 44

İşte yazar bütün bu umutsuzca yaşamaktan yani yaşarken ölmekten kurtulmak için romanın kahramanının yaptığı gibi bir çıkış yolu gösteriyor okuyucuya. İnsana, çevreye ve hayata dokunacak ufak da olsa bir eylemde bulunmak. Aynen sıradan bir postacının adresi eksik yazılan bir mektubun sahibini önemli ve hayati olabilir diye ısrarla bulmaya çalışması gibi. Kitabın ben anlatıcısı Ellinor’un da bu postacıdan etkilenerek üzerinde çalıştığı belki de sadece az kişiyi ilgilendirmiş bir proje üzerine durmadan bıkmadan çalışarak istediği sonucu alması. Gittikçe dijitalleşen ve insansızlaşan bu sözüm ona modern dünyaya bir çelme takması. Daha güzel bir dünya için küçük de olsa bir eylemde bulunmak ve aslında tek bir insana bile dokunabilmek örümcek ağından kurtulmanın bir yolu…

Postane Günlükleri bir varoluş kitabı. Kitabın önerisi ile umutlanıyor ve çevrenize bazı şeyleri düzeltebilirim ve bu konuda mücadele edebilirim diye bir daha bakıyorsunuz.

Bu arada dünya mutluk indeksi sıralamasında Norveç 7. Sırada Türkiye 96. Romanda anlatıldığı gibi Norveçliler bu mutluluk mücadelesini kazanmış görünüyorlar. Kitapta anlatıldığı gibi mutsuzluğu yenmenin yolu eylemde bulunmaktan geçiyor.

Bu güzel kitapla tanıştırdığı için Siren yayınlarına ve çevirmen Dilek Başak’a teşekkürler.

edebiyathaber.net (27 Mart 2024)

Yorum yapın