“Hâlâ inanamıyorum Selda, kaç sene oldu görüşmeyeli?”
“Yirmi seneyi geçti.”
“Anlamıştım bu herifin seni üzeceğini.”
“İyi ki aradın beni. Bir buçuk yıldır ilk defa dışarı çıkmış oldum.”
İki kadın deniz manzaralı balık restoranının üst katında karşılıklı oturmuş rakı içip sohbet ediyorlardı. Güneşin kızıl bir top gibi ufukla buluştuğu saatlerde ince bir esinti gündüzün sıcağını bastırmış, mekânın terasındaki sardunyaların yapraklarını titretiyordu.
“Neler yaşadın kim bilir bunca yıldır canım benim. Boşandığını duyunca ‘Nihayet,’ dedim. Yurt dışında olmasaydım çok daha önce yapacaktık bu buluşmayı.”
“İyi ki varsın Melike. Görüşemediğimiz yıllara o kadar acıyorum ki… Onunla evlenmemi istememekte haklıymışsın.”
“Başından beri güvenmiyordum çünkü.”
Selda Melike’nin doldurduğu rakı bardağından büyük bir yudum alıp kadehi masaya geri koydu. Garsonun elindeki tepsiden haydari, Girit ezmesi, barbunya pilaki, deniz börülcesi, beyaz peynir ve kavun tabaklarını el çabukluğuyla masaya yerleştirmesi ve “Afiyet olsun,” diyerek uzaklaşmasının ardından yeniden konuşmaya başladı.
“Başlangıçta bana ufak sürprizler yapıyor, yemeklere götürüyor, tatiller ayarlıyordu. Her fırsatta güzel sözler söylüyordu. Sizinle buluşmalara gitmemi de bir şekilde engelledi. ‘Seni evimizde iş yaparken düşünmek hoşuma gidiyor,’ derdi. ‘Baş başa daha çok vakit geçirmek istiyorum,’ tarzı şeyler işte. Yalan söylediğini geç anladım. Yavaş yavaş ortak arkadaşlarımızla buluşmalardan sonra da arıza çıkarmaya başladı. Önceleri kıskanması hoşuma gidiyordu, ama sonra hayatı bana zindan etti. Kimseyle görüşmez olduk.”
Demek kahve içelim, yemeğe gidelim dediğimde gelmemen bundandı. Bankanın yoğunluğunu, evde işlerinin olduğunu, yorgunluğunu hep bahane ettin. Ne çok kızardım sana o zamanlar. Kocayı buldu, bizimle gelmez tabii diye düşünürdüm.
Melike arkadaşının yüzünde o günlerin hüznünü gördü. Selda’nın düşmüş omuzlarına, kısalmış, beyazları görünmeye başlamış saçlarına baktı. Bakmaya doyamadığı güzelliğinden eser kalmamıştı. Gözlerinin feri sönmüştü.
“Hiç sorgulamadın mı ya da ne bileyim isyan edip kavga filan çıkarmadın mı?”
“Çok kavga ettik, çok tartıştık. Nehir’e hamile kalınca onun istediği kendiliğinden oldu. Ben işten ayrılıp evde çocuğuma bakmaya başladım. Bu sefer onun iş yemekleri, seyahatleri çoğaldı. Neredeyse haftanın dört beş günü eve geç geliyordu.”
Artık kelimeler ağzından yırtılarak çıkıyordu.
“Yurt dışı gezileri, fuarlar derken onu özlemeye başladım. Onun olmadığı akşamlarda uyumakta zorluk çekiyordum. Bana deli diyeceksin belki, yastığını kucaklayıp uyuyor, resmine bakarak yemek yiyordum.”
“Yemeğini yedin mi?”
“Kızı emziriyorum, o uyuyunca yerim.”
“Kendini ihmal ediyorsun, bak dikkat et.”
“Ederim. Ne zaman dönüyorsun?”
“Fuar bitti, birkaç gün de standın toplanması var. Hafta başı gelirim.”
“Zavallım. Çok mu sevdin sen bu adamı?”
“Ne bileyim, sevmişim demek ki. Belki de bağımlılıktı benimki bilmiyorum. Deniz doğduğunda evimize biraz neşe geldi. Çocuklarıyla iyi vakit geçiriyordu. Zamanla oğlanla daha fazla ilgilenmeye başladı. Nehir de bu durumu fark etti. Babaya düşkünlüğü azaldı.”
“Uyarmadın mı onu?”
“Uyardım. ‘O küçük, hem erkek çocuğunun babaya daha çok ihtiyacı var,’ gibi şeyler söyledi. Zaten sonra seyahatleri daha da çoğaldı. En azından biz öyle biliyorduk.”
Güneş çoktan kaybolmuştu. Mekânın soluk sarı ışıkları altında rakılarını yudumladılar. Selda’nın parmağında güneşten yanmış tenine rağmen belli belirsiz bir iz vardı. Arada sırada yüzük varmış da onunla oynuyormuş gibi hareketler yapıyordu. Garson kalamar ve karideslerini getirdiğinde sustular. “Balık olarak ne yaptırayım size?” diye soran garsona levrek ızgara sipariş ettiler. “Ama acele etmeyin üst üste olmasın.”
“Peki, ailesi ile aran nasıldı? Aileleriniz kabullendi mi bu olayı?”
“Kabullenmeyip ne yapacaklar? Ben aşabildiysem ve buna cesaret edebildiysem herkes saygı gösterecekti tabii.”
“Doğru söylüyorsun.” Kadehleri tokuşturup rakılarından birer yudum daha aldılar. Selda elindeki çatalla tabağındaki peyniri dürttü.
“Ailesi bana karşı iyi davranıyordu. Hatta sık sık bize kalmaya geliyorlardı ama sonraları onlara tahammül edememeye başladım. Neden benim ailem evime gelemiyor, diye dert edindim.”
“Nasıl yani? Senin ailen evinize gelemiyor muydu?”
“Gelemezler, gelmeyecekler. Burası benim evim ve onları istemiyorum. Çok istiyorsan döner gidersin babanın evine.”
Geçmişin acımasız sözleri kulaklarında çınladı. Melike arkadaşının gözündeki yaşlardan cevabı almıştı. Selda’nın masanın üzerinde yumruk olmuş elini kavradı. Bir süre öylece kaldılar.
“Kıyamam ya, pis herif ne kadar üzmüş seni.”
“Keşke hepsi bu kadar olsaydı.”
“Aldattı değil mi? O pezevenkten her şey beklenir. Ne zaman öğrendin, nasıl anladın?”
Selda bardağın dibinde kalan rakıyı içti. Buğulu gözlerini tabağının yanındaki peçeteyle silerken usulca cevap verdi.
“Aslında başından beri biliyordum. Daha Nehir doğduğunda hissettim sözlerinden, davranışlarından. Yanlış anladım, diye düşündüm. Emin olunca erkektir, bir anlık gaflettir dedim. Uzun süreli bir ilişki olamaz, diye hep kendimi kandırdım.”
“Neden peki? Çok daha önce terk edebilirdin onu. Kendine yepyeni bir hayat kurabilirdin. Yirmi sene Selda, dile kolay. Bunca yılını o ciğeri beş para etmez herif için harcadın.”
“Çünkü aksini bilmemin sonucu ağırdı, taşıyacağımdan fazlaydı. O benim her şeyimdi Melike. Yeniden iş teklifi alıp çalışmaya başlamasaydım yine cesaret edemezdim.”
Bir şey söyleyemedi. Yılların acımasız davrandığı arkadaşının kamburundan kurtulmasının ne kadar zor olduğunu anlıyordu. Selda boş bardağını olduğu yerde çevirmeye başladı. Dalgındı. Geçmişin yüküyle ağırlaşan gözkapaklarını zor açıp kapadığı belli oluyordu.
“Senin ciğerini sökerim. Ne demek, ben istediğimi giyerim. Karımın memelerinin erkeklerin mezesi olmasına izin vereceğimi mi sanıyorsun?”
“Ya amma abarttın. Madem açık buluyordun, giderken neden söylemedin? Şimdi gecenin bir yarısı uyuyacağız, neyin kavgasını yapıyoruz? Evet, içtim, oynadım, eğlendim, güldüm. Herkes kadar. Üstelik senin kadınlarla yaptığın gibi, adamlarla kadeh tokuşturup gözlerimle flört etmedim.”
“Sus orospu…”
Elini yanağına götürdü. Melike arkadaşının acısını hissetti.
“Ah canım.”
“Önceleri çocukları bahane ettim kendime. Onun her türlü hakaretine, aldatmalarına, hatta dayaklarına katlandım.”
“Ahh…Allah onun belasını versin. Elleri kırılsın inşallah. İki çocuğunun annesine bunu reva gören erkeğin boyu posu devrilsin. Kimseden sevgi görmesin. Tek başına acılar içinde kıvranarak ölsün.”
Melike dilinin dolaşmasına aldırmadan kelimelerin üstüne basa basa konuştu. Kıpkırmızı olmuş yüzüyle, nereye sallayacağını bilemediği elleriyle komik görünüyordu.
“Öyle deme. Senin bedduaların tutar. Sonuçta çocuklarımın babası.”
Selda ciddiyetle söylediği bu sözlerden sonra gülmeye başladı. Melike de ona katıldı ama sormadan da edemedi.
“Ne? Niye gülüyorsun?”
“Sarhoş mu oldun sen?”
“Daha yeni başladık kızım, olsa olsa çakırkeyif.” Gülüştüler.
“Biliyor musun, işe başladığım hafta biriyle tanıştım.”
“Hadi ya? Anlatsana kızım! İçim sıkıldı eskilerden. Konuya gel, konuya!”
“Benden birkaç yaş büyük. Karısı ölmüş. Çocuğu yok. Asılıp duruyor bana.”
“Eee belli ki beğenmişsin, niye karşılık vermedin?”
“Ne bileyim, yine aynı şeyleri yaşamaktan, açıkçası bağlanmaktan korktum sanırım.”
“Evlenmek zorunda değilsin. Bunca yıl o herife katlandın. Şimdi mutlu olmak senin de hakkın. Bence görüşmelisin.”
“Yemeğe davet etti Cuma akşamına. Gidip gitmemekte kararsızdım ama şimdi…”
Selda’nın gözleri parlamaya başladı. Kelimeler peş peşe yuvarlanırken coştukça coştu. “Haklısın bekâr bir kadınım. Çocuklarım da büyüdü. Mutlu olmak, güzel giyinmek, kazandığım parayı hesapsız harcamak istiyorum. Sanırım artık yeni bir ilişki yaşamaya hazırım.”
“İşte hayat bu kızım. Tadını çıkart! Çekemediğin anda da kıçına tekmeyi basarsın.”
“Basarım değil mi?”
Şimdi iki kadının da gözlerinden yaş geliyordu. Kimseyi umursamadan bir müddet kahkahayla güldüler. Bu özgürlük Selda’ya çok iyi gelmiş, Melike de arkadaşının bu haliyle iyice keyiflenmişti. Selda kadehlerini doldurmak için şişeyi eline aldığında boşalmış olduğunu fark etti. Göz göze geldiler. Yine bir kahkaha tufanı başladı. Biraz sakinleşince Selda garsona elindekini gösterdi. Yanlarına gelince de, “Biz bir ufak daha alabilir miyiz lütfen, ”dedi. Sonra kendinden emin bir ifadeyle ekledi. “Balıkları da artık getirebilirsiniz.”
Melike karşısında yine o uzun siyah saçlı, nehir gözlü arkadaşını görür gibi oldu.
edebiyathaber.net (16 Nisan 2024)