Erdal Öz’ün cenaze töreni ve Livaneli’nin hafıza “sorunu” | Metin Celâl

Haziran 12, 2024

Erdal Öz’ün cenaze töreni ve Livaneli’nin hafıza “sorunu” | Metin Celâl

Zülfü Livaneli’nin Erdal Öz’e yazdığı mektuplar “Sazın Teli Koptu” (Can yay, Mayıs 2024) adıyla kitaplaşmış. Bu vesileyle T24’den Ebru D. Dedeoğlu Zülfü Livaneli ile bir söyleşi yapmış. Son soru ve cevabı şöyle:

Merak ediyorum. Cenazesinde bunca insan konuşmuşken siz neden yer almadınız? Ve bu durumu ailesiyle konuşmadınız mı? Kırgınlığınız devam ediyor mu?
Sebebini bilmiyorum. Sanıyorum Samiye ve çocuklar o acı kaybın etkisiyle sarsılmış durumdayken töreni hazırlayacak halleri yoktu. Okuduğuma göre Deniz Kavukçuoğlu adlı bir gazeteci düzenlemiş. O da benden -nedense- tanımadan nefret edenlerden birisiymiş. Ne yapalım, Türkiye böyle bir ülke. Hiçbir kötülük yapmadığınız insanlar düşman oluyor. Almanlar “Viel feind, viel ehre/Çok düşman, çok şeref” der ama keşke böyle olmasaydı.(
Zülfü Livaneli: Yönetimler aydın ve yetenekli insanları yok etti, meydan sağ ideolojik mensubiyetin yeterli sayıldığı vasatlara kaldı (t24.com.tr) ).

Erdal Öz, 6 Mayıs 2006’da vefat etti. Haberi alır almaz Kenan Kocatürk’le birlikte Erdal Öz’ün oğlu Can Öz’le görüştük. Niyetimiz hem başsağlığı dilemek hem de Erdal ağabey için düzenlemeyi düşündüğümüz veda töreni için ailenin iznini almaktı.

İzni aldıktan sonra töreni nerede yapalım diye düşünürken, o zamanlar restore edilip gösteri merkezi olarak açılması planlanan Yeni Melek Sineması aklımıza geldi. Salonu restore ettirdiğini bildiğimiz Arif Keskiner ağabey’i aradık. O da hemen salonu tören için tahsis etti.

Tören için özel olarak kimseyi aramadık. Erdal ağabeyin geniş bir dost çevresi vardı. Aramaya kalksak mutlaka birileri eksik kalırdı. Belki ailesi eşe dosta, akrabalara haber vermiştir, acıları tazeyken, cenaze ile ilgilenip taziyeleri kabul ederken bu mümkün müydü, bilemiyorum. Ama bu tip törenlerde davet beklenmez, duyan gelir, acıyı paylaşır. Duyup da gelmeyenin ise bir hesabı vardır. Erdal Öz’ün vefat ettiği de gazetelerde de sosyal medyada da yaygın olarak duyurulmuştu. Baş sağlığı için aileyi, yayınevini ya da Türkiye Yayıncılar Birliği’ni arayanlar törenden haberdar olurdu.

Nitekim çok kalabalık bir tören oldu ve törende Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Çetin Tüzüner , Pınar Kür, Ahmet Altan, Oya Baydar, İlyas Salman, Hacı Tonak, Orhan Pamuk, Yaşar Kemal ve Can Öz söz almışlardı. (Gözyaşlarıyla uğurlandı – Son Dakika Flaş Haberler (hurriyet.com.tr) .

Zülfü Livaneli’nin sandığı gibi törenin düzenlenmesinde Deniz Kavukçuoğlu’nun bir etkisi, katkısı olmadı. Ama Erdal Öz’ün en yakın arkadaşlarından biri olarak çok üzüldüğünü, sevgili arkadaşını gerektiği gibi uğurlamak için elinden gelen her şeyi yaptığını biliyoruz.

O kalabalıkta Zülfü Livaneli’yi gördüğümü anımsamıyorum. Zaten kitabına aldığı gazete haberi de toplantıda değil camide olduğunu düşündürüyor. Teşvikiye Camisi’ndeki cenaze namazına gelenler arasında adı var.

Veda töreninde kalabalığa rağmen görsem de konuşma yapmak istediğini bilemezdim. “Sazın Teli Koptu”da şöyle yazmış. “Yeni Melek Gösteri Merkezi’ndeki toplantıyı Deniz Kavukçuoğlu düzenlemiş. Pek çok yazar konuştu, ben de bir konuşma hazırlamıştım ama bana söz verilmedi, yüzüme bile bakmadılar. Çok üzülmüştüm. Kırıldığım bir olaydı.” Zülfü Livaneli’yi belleği yanıltmıyorsa, gerçekten törene geldiyse, kimden söz istediğini, kimin ona yüz vermediğini bilemiyorum. Bana böyle bir talep gelseydi tabii konuşma yapması için sahneye davet ederdik. Töreni birlikte düzenlediğimiz Kenan Kocatürk de Zülfü Livaneli’nin törene katıldığını ve söz istediğini anımsamıyor. Töreni düzenlediğini sandığı Deniz Kavukçuoğlu’nu da tanımadığını söylediğine göre Zülfü Livaneli’ye yüz vermeyen, konuşturmayan kimdi acaba?

Zülfü Livaneli’nin büyük bir bellek ve geçmişini çarpıtma sorunu olduğunu düşünüyorum. Bazı anıları, kişileri anımsamadığı gibi geçmişteki olayları kendine göre değiştirdiğini, yaşam öyküsüne eklemeler, çıkarmalar yaptığını medyada ve sosyal medyada yer alan yazılardan, yayınlanan anılardan öğreniyoruz. Örnek vermek gerekirse, bir zamanlar yakın arkadaşı olan Yağmur Atsız “Ömrümün İlk 65 Yılı” adlı anı kitabında Livaneli’nin geçmişini, yani yaşam öyküsünü nasıl değiştirdiğini, neleri çıkardığını, neleri eklediğini ayrıntılı olarak anlatır.

Kitapta da yer alan ve Yağmur Atsız’ın bir köşe yazısına da konu ettiği olay ise oldukça çarpıcı. Livaneli  “12 Eylül 1980 gecesi güney Fransa’da bulunduğu ve sonra “Günlerimiz”i yollarda ortaya çıkardığı yazılı” diyor Atsız. “O albüme adını veren “Günlerimiz” benim şiirimdir. Herkesin adını defâlarca anarken benimkini hasıraltı etme çabası Zülfü’nün içinde bulunduğu “tuhaf” ruh hâlini gösteriyor.”

Atsız anılarına şöyle devam ediyor. “12 Eylül 1980 Gecesi Zülfü Güney Fransa’da değil benim Köln’deki evimdeydi. Fransa’ya bir hafta sonra gidip yine dönmüştür. Zâten o sıralar yılın birkaç ayını bizde geçirirdi. Hattâ rahat çalışabilmesi için ona binâ içinde ayrı bir oda tutup döşemiştim. “Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm” adlı ilk romanını da orada yazmaya başlamıştır. Zülfü Stuttgart’a belki geçerken uğramıştır. Karargâhı Köln’dü. “Günlerimiz”deki bestelerin çoğu orada ortaya çıkmıştır.” (Yağmur Atsız: Livaneli’nin ‘Günlerimiz’ şiiri bana ait, Avrupa’ya 12 Eylül’den sonra sığındığı da yalan » Cafrande Kültür Sanat ).

Günlerimiz albümünü biyografisinden çıkarmış olan ve herhalde dönemin siyasi koşulları nedeniyle anımsamak istemeyen Zülfü Livaneli’nin Yağmur Atsız’a cevabı, kırk yıllık dostunun adını vermeden “Bunu hangi alçak uydurdu bilmiyorum,” olmuş. Tabii bu ifade Yağmur Atsız’ı çok kızdırmış ve biraz daha gerçekleri açıklamasına neden olmuş. “Bu zât hayâtını yalanlar üzerine inşâ etmiş bir ucûbedir. Üstelik o yalanlar da zemîne ve zamâna göre değişebilir. Değişmeyen belki de tek alanı, ortaokul mezûnu olduğu halde İsveç’de “müzik, felsefe ve dil eğitimi”gördükden sonra“Fairfax üniversitesi Müzik Bölümü”nü de bitirmiş olması martavalıdır. Çünkü nota da bilmez. Kardeşi Ferhat bilir. Bu ifâdenin sâdece dil bölümü doğrudur ki o da İsveç’e gelen bütün mültecîlerin tâbî tutulduğu dört haftalık dil kursudur. Bu kadar şiddetli bir aşağılık duygusuna herhalde tabâbet târihinde ender rastlanır. Demek ben alçağım, öyle mi? Şimdi aklıma Necib Fâzıl’ın o hârikulâde sözü geliyor: “Ben sana alçak demiyorum. Çünki o dahî bir irtifâdır! (Zülfü Livaneli’ye Yağmur Atsız cevap verdi: “Demek ben alçağım, öyle mi?” Cafrande Kültür Sanat). Selçuk Altun’un Sabit Fikir ve Ot dergilerindeki yazılarından da Livaneli’nin aslında kazanmadığı ödülleri almış gibi nasıl biyografisine yazdırdığını öğreniyoruz. Livaneli bu yazılar üzerine kitaplarında yer alan biyografisinden almadığı bu ödülleri çıkarsa da bir süre sonra yeniden ekliyormuş.

Tabii bütün bunları bilince Deniz Kavukçuoğlu’ndan “bir gazeteci” diye söz etmesi şaşırtıcı değil. Hadi diyelim, Deniz Kavukçuoğlu’nun Erdal Öz’ün yakın arkadaşı olduğunu bilmiyordu ve Erdal Öz’le buluşmalarında hiç karşılaşmadılar. Zülfü Livaneli ile Deniz Kavukçuoğlu birçok yerde birlikte bulunmuş, aynı örgütlerde çalışmış olmalarına rağmen hiç tanışmamış olabilirler mi? Örneğin Livaneli onlarca yıldır söyleşi ve etkinlikler için katıldığı TÜYAP kitap fuarlarının yöneticisinin Deniz Kavukçuoğlu olduğunu bilmiyor muydu?  Fuarlarda hiç karşılaşmamışlar mıydı? En son bundan dört yıl önce, 31 Ocak 2020’de yapılan Türkiye PEN genel kurulunda kendisi denetim kurulu üyesi seçilirken Deniz Kavukçuoğlu onur kurulu üyesi seçildiğinde hiç mi merak etmemişti, “Deniz Kavukçuoğlu kim?” diye. Böyle yüzlerce örnek vermek mümkün. Biraz daha araştırsak Zülfü Livaneli ile Deniz Kavukçuoğlu’nu aynı fotoğraflarda da görebiliriz.

Livaneli,  Deniz Kavukçuoğlu için “O da benden -nedense- tanımadan nefret edenlerden birisiymiş” demiş. Livaneli’nin bellek ve geçmişini çarpıtma sorunu olabilir ama Deniz Kavukçuoğlu’nun belleği çok kuvvetliydi. Anılarını da çok ayrıntılı olarak ve belgelerle destekleyerek kitaplaştırdı.

Zülfü Livaneli’yi de çok iyi tanıyordu, hem de anımsamak istemediği 1970’li yıllardan, Avrupa’da “sürgün” olduğunu söylediği zamanlardan. Yani Zülfü Livaneli’yi “tanımadan nefret edenler”den değildi. Livaneli’yi evinde misafir edecek kadar iyi tanıyordu ama nefret etmiyordu, hayırsızlığına üzülüyordu.

Deniz Kavukçuoğlu, vatandaşlıktan atılıp onlarca yıl kalmak zorunda kaldığı Almanya, Hamburg anılarından söz ederken Zülfü Livaneli’yi nasıl evinde misafir ettiğini anlatırdı. Bir keresinde Livaneli 15 gün Deniz ağabeyin Hamburg’daki evinde kalmış hatta annesi Nuşin Hanım da oradaymış ve ona yemekler yapmış, hizmet etmiş. Ama daha sonra Zülfü Livaneli Türkiye’de karşılaştıklarında Nuşin Hanım’ı tanımamış, tanımazlıktan gelmiş. Deniz Abi annesinin düştüğü bu duruma çok üzülürdü ve sitemle anlatırdı.

Erdal Öz 2006’da vefat etti. Deniz Kavukçuoğlu’nu ise geçen yıl, 30 Mayıs 2023’te kaybettik. Zülfü Livaneli 17 yıl boyunca, yani Deniz Kavukçuoğlu yaşarken “Beni cenaze törenine neden davet etmediniz?” diye sormamış, “Tanımadan benden neden nefret ediyorsunuz?” diye de sormamış. Soramamasının, tanımazlıktan gelmesinin mutlaka nedenleri vardır. Çünkü Deniz Kavukçuoğlu dost canlısı biriydi. Sorsaydı somut cevaplar alırdı. Şimdi Deniz Kavukçuoğlu’nun cevap veremeyeceğini bildiği için konu ediyor. Zülfü Livaneli’nin belleği ne kadar sorunlu olsa da geçmişi çarpıtmaktan ne kadar vazgeçemese de bilmeli; Erdal Öz’ün cenaze törenini Deniz Kavukçuoğlu düzenlememişti ve Zülfü Livaneli’yi de evinde misafir edecek kadar yakından tanıyordu.

edebiyathaber.net (12 Haziran 2024)

“Erdal Öz’ün cenaze töreni ve Livaneli’nin hafıza “sorunu” | Metin Celâl” üzerine bir yorum

Yorum yapın