Söyleşi: Ayşe Yazar
Hatice Demir’in Günlerden Bir Gün adlı kitabı geçtiğimiz günlerde Günışığı Kitaplığı’ndan yayımlandı. Hatice Demir, doğanın seslerine kulak veren, yaşamın güvenilir döngüsüne göz kırpan bir hikâye anlatıyor son kitabında. Yazarlar Günlerden Bir Gün üzerine konuştuk.
Kitabınızda Gün ile Güneş’in dostluğuna tanıklık ederken zaman zaman Kâmil Efe’nin iç sesini de Gün aracılığıyla duymuş oluyoruz. Siz, kitabı yazarken iç sesinizle ilgili olarak nasıl bir süreç yaşadınız?
Yaşamı, yaşadıklarımızı anlamlandırma sürecinde sık sık içsel sorgulamalar yaşıyoruz. Bilmek, anlamak istiyoruz. Kitapta bazen Kâmil Efe, bazen Gün, bazen de Güneş aracılığıyla aslında benim iç sesimi duyuyoruz. Yazdıkça içimizde dönüp duran sesler karakterler aracılığıyla görünür olmaya başlıyor.
Gün, “koca söğüdü, gölü selamlayalım” diyor Güneş’e. Güneş de onunla gitmeden önce kahvaltı masasında patatesleri selamlıyor. Sonrasında Güneş’in bu tarz eylemlerine sık sık tanıklık ediyoruz. Buradan yola çıkarak davranışlar bulaşıcı mıdır, diye düşündüm ve çocuk kitabı okumak/yazmak, yazanda ve okuyanda hangi davranış etkileri yaratır sorusu geldi aklıma.
Çocuklar bizden çok daha çabuk öğreniyor her şeyi, neyi verirseniz onu alıp hızlıca çoğaltabiliyor. Nitelikli çocuk kitaplarının büyük küçük tüm okurlar için güzel, ince ve besleyici bir yanı var. Bununla birlikte çocuk bakış açısındaki masumiyetin de özlem duyduğumuz duygular arasında olduğunu düşünüyorum.
Güneş’in anneannesi bazı günler portakal ağacının gövdesine yaslanıp sessizce ağlıyor, bazı günler fesleğenlerle konuşuyor. Güneş de kuşla konuşuyor… İnsan, doğanın sesini duymaya ne zaman ihtiyaç duyar ve o sesi ne zaman duymaya başlar? Siz bu sesi duymayı nasıl başardınız?
Kendimizi tüm varlığımızla olduğumuz gibi kucakladığımızda içimizdeki savaş da dışımızdaki savaş da bitiyor. İyi, kötü, doğru, yanlış, eksik, fazla bitiyor. Keşkeler, endişeler bitiyor. Sadece dingin bir “olma” hâli başlıyor. Zihninizdeki gürültüler olmayınca tüm varoluşu duymak çok kolay oluyor. Doğa bizden ayrı değil, aslında bizler onun içinde yaşıyoruz.
Yağmurun yağmasına, bulutlara anlamlar yükleyen Güneş ve annesi Bayan İbikli’nin ormana bıraktığı yumurtaları toplamak için neşeli kumaş parçalarıyla ormanda yön bulmayı kolaylaştıran bir düzenek hazırlıyorlar. İkisinin Güneş’in babasından gizli yaptıkları mantar toplama işi olumsuz bir detay gibi görünse de bir amaca hizmet ediyor diye düşünüyorum. Ne dersiniz?
Babadan gizli yapılan, kötü gibi görünen bu eylem Güneş’in geçmişindeki en heyecanlı anılarından birisi. Babanın koruyucu ve aileyi güvende tutma isteği ön plandayken annenin doğaya ve deneyimlerine duyduğu bir güven var. Macera dolu deneyimler için bazen risk almamız ve güvenli alanımızdan çıkmamız gerektiğini düşünüyorum.
“Bu adım heyecanlı, bu adım üzgün, bu adım meraklı, bu adım korkulu…” kitapta bir motif gibi tekrarlanan, Güneş’in duygularına dair ifadelerin çoğu Güneş yürürken ya da hareket halindeyken belirtilmesi ilginç geldi. Kişiler duygusal yoğunluk yaşadıklarında genellikle durağanlaşır gibi geliyor. Neden böyle bir tercihiniz oldu?
Güneş’in içinde yaşadığı ve çocuk kalbiyle başa çıkmakta zorlandığı birçok deneyim var. Tekrar eden bu ifadelerle aslında Güneş’in aynı anda ne çok duygu yaşadığının ve duygularının hızla nasıl değiştiğinin altını çizmek istedim. Kendimizi çoğu zaman en yoğun olduğumuz duyguyla ifade ediyoruz fakat daha ayrıntılı baktığımızda sadece o an odaklandığımız durum ya da olayla ilgili o duyguyu hissediyoruz. Odağımız değiştiğinde, yaşantılarımız değiştiğinde duygumuz da değişiyor. O adımlara bu değişimi yerleştirmek istedim.
Gün ile dedenin yaraları, Gün ile Güneş’in dostluğu paralel. Ölümü o kelimeyi kullanmadan Gün üzerinden anlatmanızda kuşu hafifliğin simgesi olarak kullandığınızı, bu sayede dilin imkânlarını genişlettiğinizi görüyoruz. Dilin imkânlarını genişletme hususunda nasıl bir yol izleyip kendinizi beslediniz?
Dilin incelten, büyüten, zenginleştiren bir yanı var. Çocukluğumdan beri kitap okuyorum fakat yazma süreçlerimi etkileyen şeyin sadece çok kitap okumak olmadığını söyleyebilirim. Benim şansım diliyle, kurgusuyla beni şaşırtan ve dilin olanaklarını deneyimleme fırsatı sunan iyi metinlerle karşılaşmamdı. Kitabımı okuyan çocukların da dilin farklı kullanımlarını görmelerini, o tadı deneyimlemelerini çok istiyorum.
Kitapta iki anlatıcı var. İtalik şekilde yazılan, Güneş’in anlatıcı olduğu kısımlarda onun geriye dönüp hatıralarını yazdığını görüyoruz. Dedesinin “Hatırlamak bir armağandır.” sözünü gerçekleştirmek olarak da algılayabileceğimiz bu duruma okurlar nasıl yaklaşmalı, onlara neyi işaret ediyorsunuz?
Ölüm ve kayıp hepimizin yaşamının bir parçası. Yas sürecini hepimiz farklı kişilerde, farklı şekillerde deneyimliyoruz. Döngü bu: Bugün yaşadığımız her şey yarın için birer anıya dönüşecek. Yaşadığımız sürece deneyimlediğimiz şeylerin izleri bizlerle kalacak. Zamanın gezginleri gibi o anları istediğimiz zaman ziyaret edebileceğiz. Hatırlamak bize yaradılışımızın bir armağanı. Kendi yolculuğumuzu hatırlamak isteyeceğimiz kişi ve anılarla doldurmak da kendimize verebileceğimiz en güzel armağan olabilir.
edebiyathaber.net (12 Haziran 2024)