Kesişen yaşamların hikâyesi | Aydın Meral

Haziran 20, 2024

Kesişen yaşamların hikâyesi | Aydın Meral

Yaşamın olasılıkları arasında kimi zaman denk gelişlerin bizi ters yüz ettiği anlar vardır. Ummadık rastlantıların umulmadık sonuçları doğurduğu o bütünleşik ve iç içe geçmiş yaşam kurgusu… Bu durumu, kurguda da gördüğümüzde nispeten daha az şaşırırız yaşamın dayattıklarının yanında. Nasılsa yazarın zihninden doğmuştur diye. Oysa kanımca kurgu da yaşam da birbirine paralel akan iki benzeşme. Burada da kilit noktada olan bireydir kuşkusuz. Başkalarıyla etkileşen, duygusal yakınlık kuran, yıkan ya da var eden bireyin yarattığı karakterler, kimi zaman çok yönlü ilişkilerin de temel taşı oluyor. Fark etmeden yaşadığımız ama arkasındaki girift bağın derinliği aslında sonucudur birey. Tam da bu noktada Müjde Alganer’in Mythos Kitap’tan çıkan son kitabı Rabarba, içerdiği öykülerle dağınık durduğunu düşündüğümüz bireyin parçalarını görünür kılıyor. Birinin kızı, birinin annesi, birinin sevgilisi ama aslında yalnız olan kadınları veya karşı tarafında erkekleri bir bütün olarak bize yansıtıyor.

Kitabın ismini veren bir durum gibi rabarbanın içindeki birey. Gürültünün, fark edilmeyişin ve soyutlanışın sonucunda artık aidiyetsiz ve anlamsız kalan bireyin kimliğini okuruz Alganer’in öykülerinde. Birbirinden bağımsız olarak okumaya alıştığımız öykü kitaplarının aksine Alganer’in öykülerini okudukça zihnimizde bir bağlantılar haritası çıkıyor. Bir nevi soy ağacı bileşkesi. Bir öyküde oğlunu annesine bırakan bir kadın bir başka öyküde bu kez gecenin bir yarısı bir taksiciyle derin bir sohbete katılıyor. Veya dövmeli ve özgür bir kadının öykü öykü gezdiğine tanık oluyoruz. Bu yöntem Alganer’in yazma yönteminin özgünlüğü olarak görülebilirken yanına da bundaki başarısını da vurgulamak gerek. Tıpkı tek bireyin birden fazla kimliğe girmesi gibi. Yazar’ın bireyi kıskıvrak yakalayamadığını söyleyebilir miyiz?

Intıs Intıs Intıs’ta; sosyal medya, pandeminin yaşamımıza getirdiği yeni zorunluluklar, aile içi tatlı sert atışmalar gibi gün içinden bir kesit sunarken Bir Ada Macerası’nda bir kadının sevdiği erkeğin kendisine olan tutumunda pollyannacılığa varan bir karşılık vermeyi gözlemliyoruz. Bu çıkmazın toplumda sıklıkla tanık olduğumuz bir olgunun kurguya yansıması olarak görebiliriz. Vapur yolcuğunun sonunda okuduklarımızsa bizi gerçek mi hayal mi ikilemine sokarak bitmiş bir öykünün arkasında düşünmeye devam etme sorumluluğuyla baş başa kalıyoruz. Menekşe’de yazarlık atölyesinde geçen ve belki de biz dıştakilerin bu tür atölyelere gidilmesinin altındaki ummadık nedenlerden biri hakkında ipucu veriyor. Bireyin kimi zaman girdikleri duygusal veya fikirsel çıkmazlardan kurtulmak için başvurduğu yolların çeşitliliği bireyin çıkmazlarına diar bir vurgu. Mukadderat, öyküsünde kocası tarafından hakir görülüp yaşamı cehenneme çevrilen bir kadın kusursuz bir planla yaşamını tekrar kazanmasını okuyoruz. Kadının fark edişinin kökünde yaşamın farkına varışı var diyebilir. Ve yaşamı fark ederken de ilkin kendini sevmeli insan fikrini de alttan alta alıyoruz. Ve işte insan kendini sevmeye başladığında kendi yaşamındaki çoğu zorluğu yenip mutlu olmayı başarabiliyor. Mimoza Leyla, toplumca hafif meşrep olarak görülen Leyla’nın günlük yaşama ve dile yansıyan gülümsetici yönü okurken Leyla’nın içindeki özlemlere de şahit oluruz. Ve bu öyküde bir kere daha yüzümüze vuran gerçeği de hatırlarız, kimin nasıl da yürek yakan hikâyeleri varmış dile değmeyen yerlerinde. Sıradan Bir Gün’de yarım kalmış bir aşkın karakterlerinin yıllar sonra denk gelişleri var. Oğula verilmiş eski sevgilinin ismi, yaşlı gözlerin o denk geliş anındaki canlanışı ve sevgi yoksunluğunun bireyde yarattığı yılgınlığını okurken aynı zamanda mekânların zaman içinde yaşadığı değişimleri de okuruz. Tıpkı insandaki değişimler gibi. Ve otopark metaforunun nasıl da ince ince kullanıldığını da görürüz. Taksici Milleti’ndegenellemelerimizin duvara tosladığını görürüz. Üstelik taksici karakterin bir başka öyküdeki karakter olduğunu da fark edince artık yaşamların öykülerini daha bir dikkatli düşünürüz. Daha etraflı, daha derin ve anlayışla. Öyle ya gece yarısı atladığın taksideki şoförün nasıl biri çıkacağını tahmine etmek kimi zaman zor olabilir. Yılbaşı Gecesi’nde bin yıllardır varlığını dayatan kıskanmanın bizi nasıl da zor durumlara soktuğunu okuruz. Oysa görünen bazen göründüğü şeyin yansıması değildir. Kadınlıkla anneliğin birbirine zorluklar çıkardığının izlenimlerini okuduğumuz öyküde, bir kadının iç dökmesine tanık oluruz. Mektup, bir dedenin küçük torununa yıllar sonra okuması için yazdığı mektubu konu alır. Dede, torununa çokça şey söylerken bamtelinde ise yaşamdaki en önemli şeyin aşk olduğunu itiraf eder. Siz öyküyü okurken daha kitapta daha önce okuduğunuz bir öykünün ayrıntıları üşüşür zihninize. Ve bir kez daha sevginin ederini tartmaya başlarız. Göğe Haykırış’taki karakter salt bir sinir anının sonucu değildir. O, yıllardır kendisine dayatılan camdan sınırları, görünmez saydam iplerin acısını feryada dökmesidir. Ölen koca ile edilen sohbette okuyucu, ikili ilişkilerin bireyde nasıl da onulmaz aşınlamaların yarattığını hatırlar tekrar. Hatırlar diyoruz çünkü gerçekte de bu duygulara maruz kalanların sayısı az değildir. Röportaj, kendini çoğu şey geç kalmış gören Naile’nin hayatıdır. Yaşlılığında ilk kitabını çıkaran Naile, beklentinin aksine, başarılı bir kitap yazar ama bu onu mutlu etmek yerine mutsuzluğunu daha da derinleştirir. Şimdiye kadar nerededir ve neden yazmamıştır. Neyi beklemiştir, neden beklemiştir? Naile, belki de okura ayna tutacaktır. Biz, neyi bekledik, neden bekledik? Market, toplumun son dönemde ayrışan nesillerin keskin ayrımını görürüz. Kuşaklar arasındaki köprüler, hızlı akan yaşam döngüsü ile yıkılırken kimileri son köprüleri korumaya devam ediyor. Bu belki de birilerinin yalnız kalmamak için verdiği mücadelenin de eyleme dökülmesidir. Ayaklar, kitabın genel akışından farklı olarak ince bir gözlemin sonucu. Yazar’ın ayaklara diktiği gözü bize ayakların bu kadar ayrıntı mı barındırıyormuş sorusunu sordurur. Bu kez kişilik çözümlemesinde mercek altına alınan şeyler ne karakterlerin eylemleri ne de onlara dair anılardır. Parmaklar, topuklar veya taraklar kişiliğin onlara yansıyan kısımlarıyla sayfalarda yer alıyor ve bu, yeni bir bakış açısının doğumu…

Müjde Alganer’in daha önceki kitaplarında da kurmayı başardığı yalın dili ve anlatımın gerektiği kadar ki cümle uzunluğu, dil konusunda onun kendine ait bir dil yarattığının işareti. Akıcı dil, okuyucunun okuma sürecinde okumasından tat almasına zemin hazırlayan bir kıvamda. Bu; kimi zaman içeriği dile boğan kalemlerin aksine, içeriğin önünü açan bir dil kullanımı yaratmış.

Birbirine teğet değil, değen öykülerin kitabı Rabarba; göremediğimiz, duyamadığımız ya da ikisini başarıp da derinlemesine dalamadığımız hikâyeleri gözümüze sokmanın kitabı. Bizi görmek ve duymak zorunda bırakan kesitlerin bütünleştiği bir alan…

edebiyathaber.net (20 Haziran 2024)

Yorum yapın