Tristram Shandy’i neden okumalısınız? | Erdinç Akkoyunlu

Haziran 22, 2024

Tristram Shandy’i neden okumalısınız? | Erdinç Akkoyunlu

Yapay zekanın zincirlerinden boşalarak üzerimize son hız gelişine rağmen okuma eylemi bilgi edinmenin ilk yöntemi olarak varlığını sürdürüyor. Hele ki konuya ilişkin bir kitabı okumak ise bilgiye ulaşmanın en eski ve hâlâ en etkili eylemi. Ama bir romanı okumanın bilgi sahibi olmak yani insana okuma eylemi ile fayda saglama işlevini yerine getirmesi ise mümkün değil. Buna rağmen edebiyat okurları, yazarın para kazanmak için hayallerini metinle roman gerçekliğine dönüştürdüğünü bir türlü kabul etmez. Çünkü o varlığından emin olduğunuz gerçek çoktan yazarın zihninden geçmiş, bu olurken onun hatıraları, öğrenim biçimi, ifade şekli, değer yargıları ve yazı kalitesi ile işlenmiş, değişmiş yani metin gerçekliğine dönüşmüştür. O gerçek artık hiç de aynı gerçek olmasa da okuma eyleminin en büyük unvanı sayılan roman okuru elindeki kitabın “gerçekleri” anlattığına kendini inandırmıştır. Ki yazar da tam olarak bu düşsel ticari anlaşmaya uymaya ayarlıdır. Yazdığı metnin gerçeklik algısını yükseltmek ve o ticari metayı daha fazla okurla buluşturmayı, bu işten gelir elde etmeyi ve müptelası olduğu yazma eylemini sürdürmeyi amaçlar.

Peki, ara sıra karşınıza çıkıp en çok da dünya klasiklerine ilişkin neden okumalısınız sorusunu cevap alamayacağını bildiği halde okura soran yazar, neden böyle bir peşrevle başladı? Bu soru da günümüzün edebiyat dünyasının hızlı akışındaki pek çok önemsiz soru gibi yanıtsızlar arasındaki yerini hızla alır. Fakat bu gerçeklik 1759 yılında neşredilmeye başlamış bir romanı ticari kaygılar nedeniyle yaratılırken modern edebiyatın kurucu babası olduğu gerçeğini değiştirmez. Alın size bir edebiyat matruşkası. Açtıkça içinden bambaşka sorular çıkıyor. İyisi mi unut gitsin.

Yeni bir çağ başlıyor

Siz unutmaya başlamadan bu aşırı sıcak başlayan yaz günlerinin kulak arkası sivrisinek vızıltısından farksız rahatsız ediciliğiyle devam edelim: İngiliz bir Papaz olan Laurence Sterne 1759 yılında Londra’da ilk cildi piyasaya çıkan Trıstram Shandy Beyefendi’nin Hayatı ve Görüşleri isimli romanı ile sadece eğlenceli bir metin yazıp, biraz para kazanabileceğini umuyordu. Bunu yaparken de işini elbette sağlama alıyordu. Piyasadaki diğer romanlara hiç benzemeyen bir metni kaleme alan Sterne, ailesinden söz ederken eğlenceyi ve gevezeliği elden bırakmayan Trıstram Shandy’i İngiliz okurlarının seveceğini umuyordu. Romanın teknik özelliklerine geçmeden, Laurence Sterne’in bu öngörüsü üzerinde biraz duralım mı?

Laurence Sterne, birazdan detaylarına gireceğimiz romanını yazdığında, bir asır önce yaşamının 27 yılı Topkapı Sarayı’ndaki küçük bir dairede her an öldürülmeyi bekleyerek geçen fakat bu süreçte kendisiyle aynı kaderi yaşayan büyük büyük babası Sultan Birinci İbrahim gibi ibrişim kemeri taşıyan sağır dilsiz cellatları beklerken akli dengesini yitirmek yerine ordudan başlayarak devleti yenilemeye dönük planlar yaparak oyalanan Sultan III. Mustafa devri iktidarı hakimdi. Genel kanının aksine İstanbul başta olmak üzere İzmir, Bursa ve Edirne’de çoğu dini kaynaklar olmak üzere çeşitli dillerde yazılmış elbette baskın olarak el yazması ve matbaa işi metinlerin ticaretinin yapıldığı hatırı sayılır sahaf vardı. Fakat Osmanlıda bir Laurence ile aynı işi yapan yani dini bilgisi ile yaşamını sürdüren İmam ya da İslam aliminin Trıstram Shandy’in şu giriş cümlesini yazabilecek toplumsal ve hukuki izni yoktu:

“Keşke babam yada annem, daha doğrusu, eşit oranda sorumlulukları olduğuna göre, her ikisi de, beni peydahlamaya kalkıştıklarında ne halt ettikleri üzerinde biraz kafa yormuş olsalardı- Eğer, o sırada nelere yol açabileceklerini gereğince dikkate alsalardı-sorunun yalnızca akıl sahibi bir varlık üretmek olmadığını, aynı zamanda mutlu bir biçime ve ısıya sahip bir beden yaratmak, vücudun mutlu gelişimi ve ısısını, belki dehasını ve hatta zekasını, kalıbını belirlemek olduğunu-ve zaten tersi mümkün mü, peydahlamakta odluklarının kendisini ve ailesinin alın yazısının o sırada ağır basan salgı ve mizaçlarına yönlendirilecek olduğunu-eğer bütün bunları ölçüp, biçseler ve ona göre davransalardı, ben şimdi okurun karşısında muhtemelen görmekte olduğundan farklı bir kişilik olarak dünyadaki yerimi almış bulunacaktım, buna gerçekten inanıyorum.”

Aslına bakarsanız 18’inci yüz yılın günümüze göre hayli katı değer yargılarının özenle korunması uygulaması sadece Osmanlı mülkünde geçerli bir uygulama sayılmaz. İngiltere’nin en büyük şehri ve kralın ikamet ettiği Londra da bu tür edebi yaramazlıklar için bir hayli katı kurallarla sahipti. Ve bir papazın daha ilk cümleden itibaren Âdem ile Havva’nın varlık sebebi olan üreme/aile kurma eylemine ilişkin bu hınzırca, münasebetsiz ve genel kanıya göre ahlaksızca yaklaşımı öyle yenilir yutulur cinsten değildi. Ama buna karşın Sterne’in iki güçlü dayanağı vardı: Birincisi sansüre uğramasının ilk gerçekçisini oluşturması düşünülen dini kurallar konusunda Birleşik Krallık epeyce yol almıştı. 9 ile 14’üncü yüz yıllar arasında Müslümanlara karşı Papaların kışkırtması ile oluşan onlarca Haçlı seferi Katolik liderin Avrupa’daki siyasal gücünü artırmasını da sağlamış (asıl amaçlardan biri buydu) durumdan rahatsız olan Britanya ise Katolik ve Ortodoks Avrupalılar ile hayli uzun süren kanlı savaşların ardından biraz Katolik, biraz Ortodoks öğretilerini alıp kendi kiliselerini kurmayı başarmıştı. Ve İngiliz kilisesi katı kurallara sahip diğer Hıristiyan kiliselerine oranla görece daha anlayışlı sayılırdı. Sterne’in ikinci şansı ise Londra’da canlı bir kitap piyasasının bulunmasıydı. Matematikten fiziğe, teolojiden sosyolojiye kadar farklı türlerdeki kitaplar, ticaretin parçası sayılıyordu. Böylece hareketli bir yazar-yayıncı-okur dünyası vardı. Yani bir yazarın üstelik papaz olan bir yazarın annesi ile babasının kendisini neden ve nasıl peydahladığına dair bir giriş ve yaklaşık 600 sayfa sürecek 6 kitapta bu durumdan sık sık bahsetmesi aynı zamanda birçok ahlaki, dini ve sosyolojik konuya değinmesi kimsenin şimşeklerini üzerine çekmedi. Bu arada Sultan III. Mustafa’nın da hakkını yememek lazım. Topraklarında çeşitli nedenlerle Laurence Sterne gibi bir yazar çıkmamış olsa ve savaş ilan ettiği Ruslar tarafından Çeşme’de tüm Osmanlı donanması ateşe verilse de pes etmeyip İstanbul Teknik Üniversitesi’nin ve Deniz Harp Okulu’nun temeli sayılan Mühendishane-i Bahr-i Hümayunu yani deniz mühendishanesini kurdu ki bu okullar ilerleyen yıllarda Osmanlı ve Türkiye’nin mühendis ihtiyacını karşılamakta öncü oldu.

Bir üslubun yaratıcısı olmak

Laurence Sterne, Trıstram Shandy Beyefendi’nin Hayatı ve Görüşleri isimli uzun romanını doğacağını ilan eden ve romanın anlatıcısı olan Shandy karakteri üzerine kurar. Ya da böyle yaptığını okurun gözüne soka soka göstermeye çalışır. Gerçekte ise o güne kadar yazılmış ve edebiyat tarihinde çok da kalın olmayan roman tarihinde başvurulmamış bir edebi numarayı çeker okura: Bir başkarakter yaratıp okurla hiç tanıştırmadan, bir yan karakteri romanın merkezine oturtmak. Kitabın isminde Shandy’i okuruz ama roman aslında Shandy’in amcası Toby’in hikayesini anlatır. Hem de öylesine bir acelecilik, vurdumduymazlık ve boş vermişlikle anlatır ki 2024’ün çocuklar bombalarla parçalanırken kendine modern demeyi utanmadan sürdüren dünyasında kitabın üzerinden Laurence Sterne ile Trıstram isimlerini söküp, karakterlerin ismini de değiştirerek büyük bir yayıncıya göndersek,

“Böyle bir metin mi olur, bir daha bizi oyalarsanız hakkınızda uzaklaştırma kararı alırız,” türünden cevap almamız işten bile olmaz.

Yakın zaman önce bir yazar Tolstoy’un Savaş ve Barış’ının olay örgüsü ve karakterlerinin isimleriyle dokuyu bozmayacak şekilde oynayıp yayıncıya gönderdiğinde benzer bir cevap almıştı. Çünkü Laurence Sterne’in metni bugün üzerine ciltlerce kitap yazılan, üniversitelerin ilgili bölümlerinde kürsüsü bulunan modern edebiyatın babası sayılsa da hala birçokları için ne romandır ne de modern. Ve bu görüşü savunanlar da öyle aman aman kitabı ıskalamış edebiyat boşboğazları sayılmaz dahası haklılık payları hayli yüksektir. Nasıl mı? Size sorulardan uzak duralım dememiş miydim! Neyse…

Trıstram Shandy Beyefendi’nin Hayatı ve Görüşleri, Shandy isimli anlatıcının Tanrı yazar yani her şeye hakim olan kudretli yaratıcı iklimi ile başlar ve devam eder. Romanı özetleyecek bir olay örgüsü olsaydı size memnuniyetle kimsenin elinden okuma zevkini almayacak şekilde özet yapabilirdim. Trıstram’ın özelliği, bu romanın bir özetinin yapılamıyor oluşundan kaynaklanıyor. İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün değerli temsilcilerinden bu ukalalık için özür diliyorum. Onlar elbette metne ilişkin en önemli kısaltmayı yapmakta mahirler. Ben bir okur olarak notlarımı paylaştığım için bu tür bir boşboğazlık yapmaya dönük hakkımı kullanıyorum sadece. Trıstram Shandy, yazarın doğumunu anlatarak işe başlayan fakat kitabın ortasını geçmemize rağmen bir türlü kendisinin varlığını göremediğimiz daha doğrusu dünyaya gelemeyen bir karakteri anlatıyor. Daha doğrusu anlatmıyor. Shandy’in babasını ama en çok da savaş kahramanı, büyük bir aşık ve tüccar olan amcası Toby’in yaşamını ele alıyor. Sterne romanı o güne kadar pek eşi rastlanmamış bir üslupla; tam olarak eğlenceli, irdeleyici, sorgulayıcı ve her seferinde konuyu bu kez tam olarak anlatacağını vaat edip sözünü yerine getirmeyerek yazıyor. Bunu yaparken de yani Shandy karakterini anlatacağını öne sürerek (anlatmadığı için yaptığı tam olarak da bu) amca Toby’i anlatırken bir yandan da İngiliz edebiyatının o günlerde de kabul görmüş köklerine göndermeler yapıyor. En başta da Shakespeare var. Romanın açılışından itibaren Sterne’de yoğun bir Shakespeare havası görünüyor, sonra Cervantes’i görüyoruz. Aristo da arzı endam ediyor İngiltere Kralı II. George de… Tarihi yinelemekte fayda var. 1759 yılı. Henüz metinler arasılık olarak ifade alan edebiyat terimi yani bir metni başka bilindik bir metnin üzerine kurmak veya ona göndermeler yapmak kuralından herkes bihaber. Fakat Laurence bunu cesurca uyguluyor. Tabii YKY Kazım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi kapsamında yayınlanan romanın çevirmeni Nuran Yavuz, her kitabın sonunda ilgili bölümlere ilişkin detaylı bilgilendirmelerde bunları açıklıyor. Öte yandan Sterne’in birçok göndermeyi bilerek yada bilmeyerek yanlış isimler kullanarak gerçekleştirdiğinin de altını çiziyor. Peki Sterne, kendi çağında hem evvel hem yaşayan edebi ve tarihi kişilere romanında neden yer veriyor? Onların bu taşlama adı altında toplanacak romanda işleri yok ki! Görünen gerçek böyle olsa da alt metinde ise bu isimlerin hepsinin birer işlevi var. Sterne’in romanını kaleme aldığı çağda tıpkı yazının başında dile getirdiğimiz gibi birçok yazar daha İngiliz edebiyat piyasasında varlığını sürdürme çabası güdüyor, okurun hoşuna gidecek konuları bulmaya uğraşıyordu. Ama bir farkla. Hepsi neredeyse aynı üslüpla metinlerini yazıyordu. Kimse pek haksızlık etmeyelim, neredeyse kimse yani yazar, üslubunu değiştirme, dönüştürme, bunu okurun tepkisini alabilme pahasına yapma eylemine girişmedi kolay kolay. Kendisi yazar olmasa da bir din adamı kimliğiyle Laurence Sterne ise daha ilk cümlede karakterinin nasıl peydahlandığını anlatarak işe girişti. Sonra da roman boyunca daldan dala atlamaya, konudan konuya geçmeye, okura olay örgüsünü giriş-gelişme-sonuç biçiminde roman okumaya kodlanmış zihnine hata verdirmeye bir an olsun son vermedi.

Yan karakteri romanın merkezi kılmak

Tristram Shandy 9 mini kitaptan oluşan bir roman. Laurence Sterne, okura faklı gelecek yani ilgisini çekecek ve satışı artıracak bu üslubu yarattığında yayıncısına kitabın cebe girecek boyda olması konusunda da baskı yaptı ve bunda başarılı oldu. Böylece Shandy isimli İngiliz beyefendisinin doğumundan ailesine kadar geniş bir çerçeveyi ele alan (siz öyle sanın) kitabı okura satmak için elinden gelini yapmış. Romanın teknik analizinde pazarlama stratejisinin yeri yok fakat yayınlandığı günün koşullarına göre olay örgüsünün takip edilmesinin neredeyse imkansız olduğu, karakterlerin bir görünüp bir kaybolduğu, araya onlarca yan karakterin girip çıktığı ve romanın kaosunu daha derinleştirmekten başka işe yaramadığı bu romanın okur tarafından ilgi görmesi, Sterne’in de yazmayı tamamlayabilmesi edebiyat tarihinin büyük başarıları arasında sayılmalı. Kaldı ki romanın ikinci bölümüne doğru daha belirgin şekilde karşımıza çıkan asıl başkarakter Toby’in maceraları ve abisi aynı zamanda anlatıcının da peydahlayıcısı Baba Shandy’in savaş ve arada Türkiye imgesinin de yer aldığı ticaret hikayeleri nihayet 6’ncı kitaptan sonra sanki giriş-gelişme-sonuç kurallarına bağlı klasik bir metni okuyormuş tadını verir. Buraya kadar istediği edebi oyunları yapan ve her biri şimdi fakültelerde ders konusu olarak işlenen Laurence Sterne’in (bunları bir yazar olarak söylüyorum) okura sattığı metninde anlaşılamama kaygısını güderek dil ve kurgusal oyunları azaltarak bıraktığının altını çizmek gerekiyor. Bu noktaya gelinceye değin ise bir görünüp kaybolan, arada bir konu geçilirken dünyaya gelen ve hızla büyüyüp olayların şahidi yani romanın yazarı olmaya başlayan Shandy ile amca Toby’in hikayeleri dönemin ve tarihin başından beri var olan değer yargılarının, insan ilişkilerinin, ahlakın, ticaretin, savaşın ve keşfin irdelendiği bir arenaya dönüşüyor. Yazar Strene, anlatıcısı Shandy üzerinden çoğu zaman bilinçli veya gerçekten cahillik eseri tarihi şahsiyetlerin sözlerini, ifadelerini, anlatıların yalan yanlış aktararak ama bunu romanına ‘Nereden çıktı bu bölüm’ dedirtmeyecek ustalıkla yerleştirerek metnini kotarıyor. Sonunda da romanı Amca Toby için yazdığını asıl karakterin o olduğunu edebiyat tarihine bir boşboğazın yanlış yargısı ile geçme riskini göz ederek dile getiriyor.

Okuduğumuzda olay örgüsünden bir haber, ‘Nereyeydim ben, ne okuyorum’ diyeceğimiz bir uzun bir romanı neden hatmedelim. Bu da kendini iyiden iyiye yazar sanmaya başladı, bize roman öneriyor’ dediğinizi duyar gibiyim. O zaman konuyu sıralayalım:

Laurence Sterne’in Trıstram Shandy romanını modern edebiyatı en çok etkileyen ve günümüzün birçok yazarının tıpkı Dostoyevski’nin Gogol’ün Palto’sundan (aynı adlı hikayesinden) çıktık’ ifadesinin karşılığı gibi bu romanın edebiyatın anlatı gücünün sınırının olmadığı gerçeğinden çıktığını bilmek için;

Roman yazarken ya da bir roman seçtiğimizde kendi hikayesi kadar, o romanın yaratılmasına yardımcı olan veya ilham veren diğer metinlere gönderme yapmasının metni değerli kıldığını anlamak için;

Yazarların metin üretirken Strene kadar cesur, okurların ise bu yaratıcı metinleri okuyabilmekte daha cesur olduğunu unutmamak için okumalıyız.

2004 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara Eki için şehirde yaşayan bir sanatçı ile röportaj yapmam istendiğinde, hava diz boyu kar kusarken o zamanlar merkeze hayli mesafede olan Batıkent’e yol ve iklim nedeniyle çok zor bir yolculuktan sonra ulaşıp, küçük mütevazı evinde Hasan Ali Toptaş ile röportaj yapmıştım. Bir yazara sorulacak klasik sorular listesinin başında yazılı ‘Hangi romanı çok seversiniz’in yanıtı kısa bir düşünme payının ardından Trıstram Shandy olmuştu. (Röportajı aramak için boşuna Google’a girmeyin çünkü yazarının isteği doğrultusunda yayınlanmadı.) Toptaş, edebiyatla ilgisini saklamayan röportajcıya bu metni okuyup okumadığını sormuş, röportaj boyunca yanıt vermek dışında ilgilendiği tek konu da bu olmuştu. Kitabı birkaç yıl sonra İstanbul’da Beyoğlu’nda YKY’nın satış ofisinden aldım, okudum. O günden sonra birçok klasiği neden okumalısınız başlığıyla benim romanlar yayınlanıncaya dek okurla bağ kurmak en azından ismimi nereden duymuştum dedirtecek kadar bilinçlere yerleştirmek için yazdım. Nedense Trıstram Shandy’e onlarca yazıda atıfta bulunmama rağmen metni tek başına hiç ele almadım. Belki de İngiliz edebiyatının bu en önemli klasiğini zaten karmaşık yapısı nedeniyle başkasının uğraşı olsun diye ötelememin de payı büyüktür.

Kitapların içinden çıkan kitaplar

2021’de bu kez Orhan Pamuk ile Veba Geceleri romanı için video röportaj yaparken birden dönüp kitaplıktan Trıstram Shandy’e uzandım ve kitapta yer alan ‘Herkesin Böyle Bir Amcası Olmalı’ başlıklı yazısından bir bölümü oldukça kötü şekilde okudum.

Harika kitapları, ondan zevk alıp mutlu olmak için değil, bir işe yarasın diye okumayı alışkanlık edinmiş ve okuryazarların halkın geri kalanına hizmet etmesine koşullanmış fakir bir ülkede (hatırlattığım için özür dilerim) yaşadığımı sık sık hatırladığım için kitapları okura sevdirmenin kolay, ama aldatıcı bir yolunu bulurum. Bu da işe kitapların okura öğreteceği şeylerden başlamaktır. Şöyle: Bütün büyük romanların yaptığı gibi Trıstram Shandy de hayata ilişkin pek çok ayrıntının, törenin, ruh durumunun, inceliğin bilgisini verir bize…”

Bu tam anlamıyla Pamuk için de bir sürpriz oldu çünkü öncesinde konuşmamıştık; aslında bana daha büyük sürprizdi böyle bir şeyi neden yaptım o an hiç bilmiyordum. Üzerinden birkaç yıl geçip düşününce taşlar yerine oturdu. Bu roman birçok yazarın üslubunun daha yolun başında değişmesine, kendi yolunu bulmasına, edebiyatın bugünkü konumuna ulaşmasında başroldeydi. Tabii ki Trıstram’ın yazılmasında da Don Quijoute’nin büyük etkisi vardı. Cervantes de romanında şövalye romanlarından etkilenen bir yaşlı okurun şövalye olma macerasını anlatıyordu. Yani kitaplar içinden çıkan bir başka kitap. Biraz daha bekledim belki bu romanı bir yazar inceler diye. Kimsenin işe girişmediğini gördüm. Gerçi bu da beni yüreklendirmedi, o güne kadar onlarca yazıda romana atıfta bulunmuştum. Yazıları okuyanlar mutlaka bulmuş, okumuştur romanı diye düşünüyordum. Veya böylesi işime geliyordu. Sonunda Rus romanlarındaki karakterlere dönüştüğümüz aşırı soğuk ve sıcakta cebinde para olmayan, mutsuz, dünyadan bir haber, umutsuz, gününü gün eden bir avuç azınlığın yaşamını usulca izleyen insanlardan biri olduğumuz bu günlerde tam olarak emeği ile geçinmeye çalışan ama bunu beceremediği gibi tutunduğu kira evlerinden de insanlığını yitirme festivali düzenleyen bir para göz toplum nedeniyle kovulma günlerinde, gidilebilecek daha küçük bir eve sığmayacak kitaplardan istemeden kurtulurken metinle göz göze geldim. Bu korkunç enflasyon, yozlaşma ve kimsenin okuyacak tadının olmadığı günlerde, üstelik yeni romanı yayıncıya teslim etmişken ikinci bir delilik daha yapıp Trıstram Shandy’i yazayım dedim.

Aslında bu romanı tam olarak bir romanın nasıl yazılacağını ve yazılmayacağını anlamak için okumalısınız.

Bir roman konu, kurgu, üslup, mütevazı olamayacağım bu konuda benim edebiyat literatürüne kattığım tanımı ile metin iklimi yani anlatının üslup ve kurgu ile bütünlüğünün toplamından oluşur. Yazarlar ki gördünüz bu 1759’da da böyleydi günümüzde de sürüyor, okura daha çok metin satabilmek için ilginç konuları okurun seveceği yani zorlanmadan okuyacağı basit şekilde anlatmayı seçer. Yani çok okunacak konuyu, en kolay okunacak şekilde yazmak çok kazandırır. Trıstram Shandy’de ise doğacağını müjdeleyen ama roman boyunca neredeyse ortada bile görünmeyen Shandy üzerinden romanın bir merkezi olmadan yani bir konuya bağlı kalmadan kurgu yapılabileceği; üslubun da genel roman yazma kanısının-kurallarının aksine eğlenceli kılınabileceği ve diğer yazarlara, metinlere, tarihi şahsiyetlere gönderme yapılabileceği ortaya konur. Aslında bir romanı yazmak için yazıya oturduğunuzda hiçbir zaman aklınızdakini tam olarak kağıda dökerek kalkamazsınız. Hiçbir roman yazarın aklındaki roman gerçekliğinin fiziksel hale dönüşmesiyle oluşmaz. Mutlaka yazarken değişir, karakterler, yazarın aklında bile olmayan olaylar, kişiler, durumlar romanı değiştirir, dönüştürür. Zaten roman tam olarak budur: Yazarın aklındaki konu, kurgu, üslup ile ortaya çıkan metin ikliminin uyumsuzluğudur. Uyumsuzluk ne kadar büyükse, roman o kadar kalıcı ve nitelikli olur. Saçma mı geldi? Aklınızda bir konu belirleyin, bir üslup yaratın ve yazmaya başlayın… Trıstram Shandy ise tüm bu değişimlerin dönüşümlerin okura yazarı tarafından cesurca gösterildiği, bir bakıma nasıl yazılamadan yazılır, yazı sıkıntısı (yani yaratamama hali) nasıl tam olarak yaratıcılığa dönüşür, konudan konuya atlanır ve iç hikâye oluşturulur sorularının yanıtını veriyor. Veya biz bazı okur ve yazarlara öyle geliyor….

Son olarak; İngilizlere göre onların her metni dünyanın en iyileri arasında fakat gerçekten Trıstram Shandy, hem cesur yazarlar hem de ve daha da önemlisi cesur okurlar yaratmak için en önemli metinlerden biri. Çok öğretici, eğlenceli… Hadi itiraf edelim, başka işimiz de yok zaten, ne okuduğumuzu önemseyen de…

edebiyathaber.net (22 Haziran 2024)

Yorum yapın