Okumayı sevmeyenler için her zaman bir bahane vardır. Çalışırken okunmaz, evde okunmaz, tatilde hiç okunmaz. Okumayı sevenler ise fırsat kollarlar, her değişiklik kitap okumak için bir bahanedir. Tatiller ise kitap okumak için özellikle en güzel zamandır. Tatile giderken yanıma birkaç kitap almadan yola çıkmam. Tatil kitaplarımı daha çok edebi eserler, polisiyeler ve zamanında okuyamadıklarım oluşturuyor. Özellikle kalın diye ya da yoğundur, dili ağırdır, salim kafayla okuyup tadına varmak gerekir, uygun zamanda okuyayım diye ayırdığım kitapları tatilde okumaya çalışıyorum. Tabii listem çoğunlukla yeni çıkmış kitaplardan oluşuyor.
4321, Paul Auster, (Can yay.) Bu yıl kaybettiğimiz Paul Auster’ın 4321’i uzun zamandır okunmayı bekleyen kitaplardandı. Paul Auster’in “Kendi yaşamımdan bazı şeyleri aktardım, ama hangi yazar bunu yapmaz ki? Ben tanıdığım, bildiğim dünyayı, kendi yaşadığım ve sürprizlerle dolu deneyimleri yansıtmaya çalışıyorum, ömrüm boyunca bu kitabı yazmak için bekledim,” diye tanıttığı eseri 4321 listemin ilk sırasında yer alıyor. Seçkin Selvi’nin güzel Türkçesiyle 1128 sayfalık eserin su gibi akıp gideceğini umuyorum.
Rölanti Çıkmazı, İsmail Güzelsoy, (Everest yay.) İsmail Güzelsoy ne yazsa okurum dediğim yazarlardan. Akıcı anlatımı, fantastik, büyülü ama olabildiğince gerçekçi dünyası her zaman ilgimi çeker. Yeni romanı “Üç farklı zamanın ama aynı İstanbul’un hikâyesi Rölanti Çıkmazı; kabadayıların hüküm sürdüğü İstanbul’dan, gen aktarımının tartışıldığı İstanbul’a… İsmail Güzelsoy, üstkurmaca düzlemini de dahil ettiği anlatısında, gerçek ve gerçek dışının birleştiği çizgiye kuruyor en büyük oyununu. Rölanti’nin hikâyesi; aniden ortaya çıkan bir kayıt cihazı kadar gizemli, bir kaplanın dişleri kadar merhametsiz” diye tanıtılmış.
Fil Gözü, Mevsim Yenice, (Can yay.) Mevsim Yenice kendine has öykü dünyası ve anlatımı olan öykücülerden. Bu tavrıyla da ilk kitabından beri ilgimi çekiyor. Fil Gözü üçüncü kitabı. Kitap “Boşlukta sürüklenen, boşlukla yaşamayı öğrenen ya da hayatındaki boşlukları doldurmaya çalışan insanların öykülerini anlatıyor. Ortaya çoğumuz gibi, kendilerine söyleyecek çok şeyleri olan ama kulak vermeye mecalleri kalmayan kişiler çıkıyor. Fil Gözü, kayıp parçalara aldırmadan yapbozu tamamlamaya çalışanların kitabı” diye tanıtılmış.
Veda Etmiyorum, Han Khang, (April Yay.) Han Khang Booker ödüllü Vejetaryen ile tanıyıp sevdiğimiz Koreli bir yazar. Usta çevirmen Göksel Türközü’nün Türkçeye kazandırdığı Veda Etmiyorum ülkemizde yayınlanan dördüncü kitabı. Kore çok uzak gibi görünse de tarihi, yaşanan olayların benzerlikleri ve insanları ile bize çok yakın bir ülke. “Üç kadının bakış açısından Güney Kore tarihinin en karanlık zamanlarını okuyacağız. Faili meçhullerin ve sivil katliamlarının damga vurduğu zamanları. Jeju Adası’nda durmadan yağan kar ve dinmek bilmeyen fırtına eşliğinde hayatın sönmeyen ışığını arayacağız. Önümüzü görmemizi sağlayan, geride bırakılanlardan ve unutturulmaya çalışılanlardan yadigâr o ışığı” diye tanıtılmış kitap.
Emanet Dolabı Bebekleri, Ryu Murakami, (İthaki yay.) Japon edebiyatından iki büyük yazarı Murakami’lerden Haruki Murakami’yi tanıyoruz ama Ryu Murakami ile bir türlü yakınlık kuramadık. Oysa çağdaş Japon edebiyatının en önemli adlarından. Adaşı Haruki’den farklı olarak gerilim dozu yoğun, polisiyeye, gizeme, korkuya ağırlık veren sert üsluplu eserleri var. Emanet Dolabı Bebekleri’ni usta çevirmen Hüseyin Can Erkin Türkçeye kazandırmış. Kitap şöyle tanıtılmış; “Tokyo’daki bir tren istasyonun¬da, bitişik emanet dolaplarına terk edilen iki çocuk: Haşi ve Kiku. Yokohama’daki bir yetimhaneden birlikte evlat edinilen çocuklar 16 yaşına bastıklarında koruyucu ailelerinin yanından ayrılırlar. İkisi de kendilerini Tokyo’da, Zehir Adası adındaki, uyuşturucu bağım¬lıları, hastalar ve suçlularla dolu terk edilmiş bölgede bulurlar. Haşi, D. adında garip bir yapımcıyla tanışa¬rak bu metruk bölgenin rock yıldızlığı merdivenlerini birer birer çıkar. Kiku ise sırıkla atlamacı olur ve evini timsahı için bir bataklı¬ğa dönüştüren model kız arkadaşı Anemone’yle birlikte Tokyo’yu yok etmek için DATURA adlı bir mad¬deyi arar. Hayatları bir hız treni yol¬culuğu gibi geçen Haşi ve Kiku’nun akıllarından asla çıkaramadıkları iki kelime vardır: anne ve intikam.”
Harlem Ritmi, Colson Whitehead, (Siren yay.) “Çifte Pulitzer ödüllü” diye tanıtılan Colson Whitehead’in Türkçedeki yeni romanı Harlem Ritmi, adına uygun olarak 1960’ların Harlem’ine götürüyormuş bizi. Begüm Kovulmaz’ın çevirdiği kitap şöyle tanıtılıyor; “Belâya bulaşmadan sakin bir hayat sürmeye çalışan sıradan bir adamın, Harlem’in en önemli önemsiz karakteri Ray Carney’nin serüveni bu romanla başlıyor. Düzenbaz bir babanın oğlu olan Carney, kendi güvenli sınırları içinde kalmayı ve basamakları adım adım tırmanmayı deniyor, fakat hayat, onu beklediğinden farklı olaylarla, farklı seçimlerle karşı karşıya bırakıyor. Yaşamın ve zamanın akışı kahramanları kendilerine özgü bir hava tutturarak savuruyor, kimilerini en yükseklere kimilerini de dibin dibine yolluyor.”
İstanbul Buradaydı, Ersan Üldes, (Kafka Kitap.) Ersan Üldes sessiz ve derinden giden yazarlardandır. Az yazar, öz yazar. Çok boyutlu, çok renkli, derinlikli eserler yazar. Postmodern ögeler, gizli mizah ve kendine has üslubuyla ilgiyi hak eden bir yazardır. İstanbul Buradaydı, geçen yılın sonlarında yayınlandı ama bir türlü ulaşamadım. Tatil listeme ekliyorum. “Ele aldığı eserleri okuyup binbir emekle inceleyerek “gerçekten” eleştiren, bu yüzden de edebiyat çevrelerince pek sevilmeyen eleştirmen İskender, bir sabah uyandığında bazı şeylerin farklılaştığını görür. Hava farklıdır mesela; ezici ağırlığı ve tuhaf kokusuyla canına kast eder gibi bir hâli vardır ki bu rahatsızlığa sahip olan tek kişi de kendisi gibi görünmektedir. Ezbere bildiği caddelerde kaybolur, eşi ve oğlu da dahil olmak üzere etrafındaki herkese yabancı hissetmeye başlar kendini. Hayatında “katı olan her şey yavaşça buharlaşırken” hâlâ var olduğunu ispat etmek istercesine bir tabloya tutunur; Sicilya’da bir enginar tezgâhından aldığı bu resim, hayatının en önemli meselesi hâline gelir. Tabii, salonun orta yerinde öylece duran, kapkaranlık yabancının kim ya da ne olduğunu anlayabilmekse bambaşka bir meseledir…”
O Sonbahar O Kış, Kamil Erdem, (Sel yay.) Kamil Erdem edebiyata daha doğrusu yayınlamaya geç başladı ama arka arkaya yayınlanan nitelikli öykü kitaplarıyla velut bir yazar olma yolunda ilerliyor. Merakla takip ettiğim yazarlardan. Yeni öykü derlemesi “O Sonbahar O Kış”ı da her zamanki gibi edebiyat lerzzeti alarak okuyacağımı umuyorum. Kitap şöyle tanıtılmış: “Varışsız yollar, yok yolcular, yarım kalan yarınlar, kırık segâhlar, acı ve kahır dolu bir geçmişten süzülerek gelen zamanın ağır aktığı deltalar… Kâmil Erdem her öyküsüyle, anlatılması zor bir tarihe şerh düşüyor; bir ülkenin tarihinin, akıntıya direnirken parçalanan hayatların, unutturulmak istenenlerin kaydını tutuyor. Dil bu anlatılarda safını hiç terk etmiyor; tanımlanması zor olanın dile gelmesi için kendine has çağıltısıyla akarken okurlara bellek, dil ve edebiyat arasındaki ilişkiye dair de verimli düşünme alanları açıyor.”
Yanımda Kal , Eylem Ata Güleç, (Yapı Kredi yay.) En iyi kitap tavsiyesi zevkine güvendiğiniz dostlardan alınır. Eylem Ata Güleç’in Yanımda Kal’ını da Twitter’da takip ettiğim ve güvendiğim yazarların önerileriyle tatil kitapları listeme alıyorum. Eylem Ata, önceki iki kitabından tanıdığım bir öykücü. Önceki kitapları da bu yeni kitabın güvencesi benim için. Kitap şöyle tanıtılmış; “Yanımda Kal, okuru etkisi ömür boyu süren bağların kurduğu bir saklambaç oyununa davet ediyor. Oyun, kendini dünyaya, yaralanmaya açanların uyumsuz bir ritimde tökezlemelerini, düşmelerini ve birbirlerine sarılarak yeniden kalkmalarını takip ediyor. Eylem Ata’nın yazını duvar aralarından kısık gözlerle bakan kertenkelelerde, içine saklanılan aynalı dolaplarda, iğde ağaçlarının altında bulduklarıyla güçleniyor.”
Ripley Karanlıkta, Patricia Highsmith, (İletişim yay.) Highsmith’e dünya çapında ün kazandıran kahramanı Tom Ripley’in maceraları yeni bir TV dizisine konu olurken İletişim Yayınları da bu seriyi yeniden yayınlamaya başladı. Tatilde en iyi okunacak tür polisiyedir. Armağan İlkin’in Türkçeye çevirdiği Ripley Karanlıkta şöyle tanıtılmış; “Londra’da bir resim galerisi, ölmüş bir ressam üzerinden bir dolap çevirmektedir. Amerikalı bir amatörün şüpheye düşüp Londra’ya gelmesiyle oyun tehlikeye girer. Galeri sahipleri bu büyük soruna bir çözüm bulamadıkları için iş yine Tom Ripley’ye kalacaktır. Ripley serisinin ikinci kitabında Tom Ripley bu sefer evlenip yerleştiği Fransa’da, hem akladığı itibarını, hem İngiltere’de kurduğu düzenden sağladığı geliri, hem de öz saygısını korumak için karanlık işlere giriyor.”
Çan, Iris Murdoch, (Ayrıntı yay.) Iris Murdoch romancı, oyun yazarı, şair, denemeci, felsefeci ve senaryo yazarı olarak tanınıyor. Çok üretken bir yazar. Ayrıntı Yayınları Murdoch’un kitaplarını yayınlıyor ve bütün eserlere doğru ilerliyor. Seda Ağar’ın yeni çevirisi ile Çan büyük ustanın merakla beklediğim eserlerindendi. Iris Murdoch 1958 yılında yayımlanan dördüncü romanı Çan’da roman kişilerinin içsel hesaplaşmaları ve karşılıklı ilişkileri üzerinden ahlak, maneviyat, özgürlük, evlilik, cinsellik gibi temaları masaya yatırıyormuş. Romandaki eşcinsel karakterler aracılığıyla, 1950’ler gibi erken bir dönemde konuyu kınayıcı olmaktan uzak bir tonda ele alıyormuş. Eserin tanıtımı şöyle; “Hikâye, kilise dışı bir dini topluluk üyeleriyle, gruba geçici olarak dahil olan bir grup yabancının birbirleriyle olan karmaşık ilişkiler ağına odaklanır. Dış dünyayla bağlarını koparmadan dini yaşamın nimetlerinden yararlanmak isteyen topluluk üyeleri, aralarına yabancıların karışmasıyla ciddi bir sınavdan geçerler. Civardaki gölde orta çağdan kalma bir çanın tesadüfen bulunmasıyla, zaten pamuk ipliğine bağlı bu ilişkiler kalıcı bir darbe alır. Romandaki karakterler dış dünyadan kaçarak inzivaya çekilmeyi ve maneviyata yönelmeyi başaramazlar zira geçmişten gelen sorunları ve kırılganlıkları peşlerini bırakmaz.”
edebiyathaber.net (26 Haziran 2024)