Üniversitede ilk yılımdı. Kumkapı’da bir yurtta kalıyordum. Orada tanıştığım Önder ve Mehmet’in, “Memlekette hiç böylesi yoktu: içinde yok yok” diyerek hayretle bahsettiği Aksaray’daki kırtasiyeciye yolumu düşürmüş; vitrinindeki Adamo, Zeki Müren, Özdemir Erdoğan, Mark Aryan kırkbeşliklerine bakmış; hem Spor Toto hem de Milli Piyango bayii kırtasiyeciden Anneler Günü resimli amorti çıkan bir bilet de almıştım. Gazete müvezziliği de yapan hafif tertip kitapçılığa sahaflığa plakçılığa tuhafiyeciliğe de soyunan bu sıradan kırtasiyecinin sattığı kimisi artık olmayan şeyler, bugün sadece benim hatırladığım irili ufaklı hikâyeleriyle birlikte, neredeyse sayılamayacak kadar çoktu. Bunlar arasındaki:
Türkiye’de piyasaya çıkalı çok da olmayan hâlâ hayranlıkla kullanılan cepte unutulursa hiç acımadan akıtarak ceket katletmeye hazır tükenmez kalemler, ucunu tükürükleyince suluboya gibi mor renk veren resmi yazışmalarda kullanılan yazısı ne yaparsan yap silinemeyen sabit kalemler; kurşun kalemler, bir halkayla sıkıştırarak ucuna takılan kurşun kalemlerin ömrünü uzatan kamışlar, kırtasiyeci dostu kalemtıraşlar;
Tenekemsi pergeller ağırbaşlı pergel takımları gönyeler iletkiler yeni yetmelerin “Anca yetiyor” dedikleri otuz santimlik ahşap cetveller;
Kurşun asker denilen plastikten yapılmış parmak boyunda insan figürlü oyuncaklar: Tüfeği omzunda süngülü askerler, kementli kovboylar, tek gözü siyah bantlı ağzı bıçaklı korsanlar, Arap denilen kalın pazulu tek kulağı küpeli zenciler, Bin Bir Gece Masaları‘nda askıntı olunan kuşağı bıçaklı kavuklu tüysüz oğlanlar, karılarını çepeçevre dikenlerle kaplı iki delikli demir bekâret kemerleriyle ülkelerinde bırakan gittikleri topraklardaysa babası olduklarını bilmedikleri kızıl sarı bazen de siyah parlak saçlı çocuklar bırakan o anlarında mutlaka zırhsız olan haçlı seferindeki zırhlı şövalyeler;
“Korkma sadece kabuğu alınacak” diyerek aldatılan sünnet çocuklarının bileklerine takılan plastik saatler, yine plastik minyatür radyolar televizyonlar arabalar; Fenerbahçe Galatasaray Beşiktaş armalı kırılmaya hazır mika bilyeler kırılmaya daha az hazır rengarenk cam misketler;
Bütün bayramlarda ama en çok şeker ve kurban bayramlarında ortaya çıkan “Al sana al sana Makaryos” diyerek patlatılan ortalığı savaş alanına çeviren Türk filmlerinde de kullanılan tabancalar (Yılmaz Güneyinkiler sahiciydi), bu tabancaların eczalı çukuru telle kurcalanınca elde patlayan mantarları, okula gitmek istemeyen çocukların yalayıp da hasta olup evde yattığı bazen de öldüğü zıp zıp zıplayarak patlayan çatapatlar;
Sümüğünü kısa pantolon cebine silen oğlanların mahalle arkadaşlarına bir yuvarlağını on kuruşa kazıttığı önemli armağanları, çeşitli boylarda üçüncü sınıf çikolatalar, erkenden çıkmamışsa altı liralık fiyatını düştükten sonra altı lira kâr bırakacağı söylenen Şans-Kader-Talih-Kısmet’lerin kutuları ve içindeki yerli yersiz şeyleriyle öteki kutular;
Şans-kader-talih-kısmetçiler gibi sümüklü cepli kısa pantolonlu tozlu tüysüz çöp bacaklı ucuz keten ayakkabılı kepekli saçlarının yağlanmaya başlamasına daha birkaç yılları olan sıska oğlan çocuklarının harçlıklarından biriktirerek iki buçuk liraya aldıkları püsküllü kuyruklu kırıldı kırılacak çıtalı uçurmaya başlamadan önce ihtimamla yapılan dengesi hemen bozulan bazen de bozulmayan yükseldikçe ağırlaşan kuvvetli rüzgarda elden kaçırılan bu işe hiç uygun olmayan parlak ipliği elden kaçırırken el yakıp kanatan elektrik tellerine takılan çekiştirirken bütün sokağın elektriğini keserek hoparlörü dışarıya doğru konulup sonuna kadar açılmış lambalı radyodan isteyen istemeyen herkesin duyacağı Yassıada Saati’nin dinlenmesini önleyen veya kısa ömürlerini apartman çatılarında tamamlayan ucuz uçurtmalar;
Çoğunlukla bir gözü çıkmış satılırken aranıp bulunan gözle çıkmış gözü tamamlanan veya bir göz kapağı bazen iki göz kapağı da hafifçe düşük her zaman sarı saçlı her zaman mavi gözlü ve her zaman süt mavisi tulumlu ve alanın isteğine göre kız veya oğlana dönüşen oyuncak bebekler;
Her nasılsa Türkiye’ye girmiş büyük ihtimalle Amerikan PXlerinin çöplüklerinden toplanmış renkli renksiz çeşitli Amerikan gazozlarının teneke kutularından yapılmış gazozun adı gözüktüğü için çok sevilen (en çok Coca Cola) daha ucuzları yerli Tamek konserve kutularından yapılan, içine hep bozuk para nadiren iki buçuk lira kâğıt para atılan, içinde ne kadar para biriktiği hemen merak edilen dolunca kurşun gibi olan kumbaralar;
Sabahları pencereden silkelenip neden silkelendiği anlaşılacak diye korkulan ama çaresiz anlaşılan yeniden yatağa serilen veya silkelenmesi gereken günlerin sabahında belki silkelenip belki de silkelenmeden doğrudan kirliye atılan veya başa çıkamayarak sadece arada sırada pencereden silkeledikten sonra yeniden serilen veya üstünde “Kazık kadar oldu evlense çocuğu olur aklı bir karış havada” denilen aklı bir karış havada değil orada olan akşamdan sabaha büyüyen çocuk vücutlu yeni ergenlerin hemen her gece zorlu mektep günlerinin öncesindeki gecelerdeyse mutlaka en çok bilerek bazen de bilmeyerek hayalleriyle hayallendikleri beyaz çarşafların yıkanırken son durulama suyuna katılarak onları her türlü lekelerinden arındırarak belli belirsiz açık mavi yapan çivitler;
Yarınki nüshasının provası kimi yerleri boş bırakılmış olarak bir önceki günün akşamında İstanbul’da piyasaya sürülen Ulunay- Burhan Felek ve Pazar Extralı gazeteler, kimi günler kağıdı esans kokulu basılan fiyatı öteki gazeteler gibi yirmi beş değil sadece on beş kuruş olan Son ve cuma günleri çıkan adı ısrarla tek a ile yanlış yazılan geniş beyaz tebessümlü Dr. Christiaan Barnard’ın genç sevgilisi için karısını terk edişini baş sayfaya yerleştiren bol dedikodulu ve ücretsiz eş-arama ilanlı (“Marifetli ev kızıyım, evlenmek istiyorum”, “Yakışıklıyım, içgüveysi girebilirim”) ev kızlarının vazgeçilmezi Hafta Sonu ve kimin okuduğu belirsiz gazeteler;
Sami Hazinses benzeri Çalık’ın Reha Yurdakul benzeri Baybora’nın en çok merak edilen yerleri ağaç dallarıyla saklanmış başka hiçbir yeri saklanmamış kadınların olduğu sesi yeni çatlamış oğlan çocukların “Bir daha asla yapmayacağım” diyerek Mushaf’a el basıp ettikleri yeminlerini unutturup aynı yeminleri bir daha ettiren Suat Yalaz’ın çizdiği Karaoğlanlar, yetmiş beş kuruşa satılan Teksas – Tommiksler, elden düşme Doğan Kardeşler, tezgâh altından satılan kiraya da verilen yorgun düşmüş Lui ve Playboylar;
Her hafta karşılıklı iki sayfa ve onu izleyen sayfanın üst yarısındaki “Cinsî Terbiye” başlığı altında okur sorularını yanıtlayan karı-kocalara nasihatler veren her hâliyle küçük beyefendi papyon kravatlı masumiyet timsali yeni ergenleri mecmuanın çıktığı perşembe gününün sabahında dimdik ayağa diken, Prenses Süreyya’nın ve onun yerini alan ve adıyla anılan topuz modasını farkında olmadan başlatarak bu sayede “kadın berberlerine” yıllarca iyi para kazandıran topuzlu Farah Diba’nın süslü üniformalı Şah Rıza Pehlevi’nin “çok yakışıklı” notuyla birlikte polo oynayan Prens Philip’in Avustralya’da liseye giden Prens Charles’ın hikâyelerini kraliyet ailelerinin düğünlerini taç giyme merasimlerini anlatan milli güreşçilerin ikbali yerinde kraliyet mensupları ve devlet adamlarının (zamanına göre Prenses Süreyya’nın zamanına göre Farah Diba’nın zamanına göre Celâl Bayar’ın zamanına göre Cemâl Gürsel’in) fotoğraflarını ve natürmortçu ressamların tablolarını ortasındaki iki sayfayı kaplayacak şekilde vererek bu fotoğraf ve resimlerin çerçevelenmiş hâlleriyle önce camcı vitrinlerini ardından manavları evleri pastaneleri kıçları plastik kırmızı karanfillerle bezenmiş koyuncuk ve kuzucukların tepetaklak asıldığı kasapları süsleyen, adını havasını Amerikan Life mecmuasından alan Hayat ve İtalyan fotoromanlarını yayımlayarak piyasaya girip büyük sükse yapan Hayat Resimli Romanlar;
Ursula Andress’in, “Çok güzeldim kendimi saklamam haksızlık olurdu” dediği ve fena hâlde haklı olduğu, Playboy’daki resimlerini basarak kendini büyümüş gören ortaokullu çelimsiz vücutlu oğlanların “Gözlerimin altından belli olur mu?” korkusu pekiştiren Ses; yemin bozduran Osmanlı korsanlı tefrika romanlar yayımlayan “Her Evin Herkesin Mecmuası” sloganlı Siz ve elbise patronlu Alman mecmuası Burdalar;
Çarşı izinli bol hormonlu bol sivilceli bol teyemmümlü bâkir askerleri karşılamak için pazar günleri çıkan: Vücudunun yarısının boylamasına çarşafla kapatan öteki yarısını açan ve kocasının erkek kardeşini (Ayhan Işık) baştan çıkartmaya çalışan ağır takma kirpikli hülyalı bakışlı dolgun dudaklı Aysel Tanju’nun, Televizyonla birlikte sinema piyasasının kötüleşmesi üzerine şarkı söylemek için sahneye çıkan ve mini eteğinin altından sadece bir bant giydiğini dinleyicilerine ifşa ederek çok alkış toplayan filmlerde sağ memesini sol – sol memesini sağ avucuyla kapatan dudağının sağ kenarı benli esmer tenli kara kaşlı boyama sarı saçlı Mine Soley’in, Filmlerde beyaz donla samba yapan (müzikleri derleyen Fecri Ebcioğlu) çıplak zenci sevgilisi de olan nemfomanyak o zamanki deyişle isterik kadını oynayan Fâtih burunlu önceleri esas-kız sonra vamp sonra yeniden esas-kız sonra yeniden vamp daha sonra dansöz ve iki binli yıllardaysa beş vakit namazında Leylâ Sayar’ın, Ortaokul lise üniversite ve erken uyanmış ilkokul öğrencilerinin sinema gişelerinin önünde Beyoğlu ve Kızılay kaldırımlarına taşan uzun kuyruklarda üşüyerek ama üşenmeden havuzdaki bir anlık çıplak aksini görmek için beklediği Seher Şeniz’in, Daha sonraları yetmişli yılların başlarından itibaren ortaokullu sesi kalınlaşmamış fırlamaların biletçiye “Parça var mı abi?” diye sorarak tek başına gelen amcalarınsa hiçbir şey sormadan torunumla karşılaşırım korkusuyla girdiği sinemalarda gösterilen, büyük küçük bütün seyredenlerin hayal gücünü külliyen lüzumsuz kılan sonrası içinse hayal güçlerini cömertçe besleyen filmlerde oynayan Dilber Ay’ın (Kadere Mahkumlar’ın ablası Dilber Ay değildi) ve Zerrin Egeliler’in (Türkân Şoray’ın benzeriydi) ve Zerrin Doğan’ın (en güzelleriydi) fotoğraflarını “Olmasaydı daha iyi olurdu” dedirten üç küçük siyah yıldızla örterek basan asker mecmuası olarak da anılan Pazar ve öteki çıplak kadınlı mecmualar;
Hayat Kitapları’nın bastığı (sayfaları yerinden hemen oynayıp kopan) polisiye romanlar, yeni yetmelerin gazetelerin yanında sergilenerek satıldığını orta ikiye gelince keşfettiği arkadaşlarıyla değiş tokuş yapmaya kıyamadığı bazı satırlarını her gün ve bazen günde birkaç kez bir daha bir daha okuduğu okurken kendilerini tutamadığı romanlar;
Çıtçıtlar, agraflar, boy boy renk renk düğmeler, çeşitli numaralarda kalınlıklarda örgü şişleri, çeşitli renklerde dikiş ipliği makaraları, misafir odalarında koltukların kol kenarlarına başlıklarına radyo pikap televizyon ve sehpaların üstüne serilen el örgüsü kanaviçe ve dantel örtüler…
… Bütün bunlar, benim çocukluğumdan beri bildiğim, içinde yokun yok olduğu kırtasiyecilerde görmeye alıştığım ve
bence hepsi
bütün yazdıklarım gibi
incir çekirdeğini doldurmayacak
ıvır zıvır olsa da kafamı meşgul eden şeylerdi.
edebiyathaber.net (20 Temmuz 2024)