Söyleşi: Cemile Özyakan
Gökçe Kalaycı ile A7 Yayınları’ndan çıkan dikkat çekici ilk kitabı “Kuş Bakışı” üzerine bir sohbet gerçekleştirdik.
–Kuş Bakışı sizin ilk romanınız. İlk kitap fikri nasıl ortaya çıktı ve edebiyattaki arayışınızı kendi yazarlığınız bağlamında nasıl anlatırdınız?
Okuma yazmayı öğrendiğimden beri sürekli bir okuma yazma pratiği halindeyim diyebilirim ancak yazdıklarımı birileriyle paylaşma fikri çok sonra gelişti. Çevremden aldığım geri bildirimlerin, “Daha çok yaz, daha çok okuyalım” paylaşımlarının katkısı büyük, hepsine müteşekkirim. Özellikle, roman yazma konusunda beni çok cesaretlendiren sevgili hocam Oylum Yılmaz’a… Kimse okumayacak bile olsa hayali bir okuyucuya yazıyor ve metni ona beğendirmeye çalışıyoruz zaten aslında. Benim hayali okuyucularım da ete kemiğe bürünmeye başladıkça bu durum hoşuma gitti ne yalan söyleyeyim. İnsanlarla bir ortak paydada buluşmak çok güzel bir şey, eh bu ortak payda edebiyat olunca benim için büyülü bir yolculuğa dönüştü. Arayış ise hayatın ta kendisi belki de, yazarlığım için de bu böyle. Aradığın anlamı ya da sorularının cevaplarını sayfalar arasında bulmaya çalışıyorsun bir şekilde. Zaten bence bir meselesi olanların işi yazmak. Söylemek istediğin bir cümlen, bir derdin varsa bunu yazıya dökmenle başlıyor her şey. Ben de sanırım böyle başladım.
-Öncelikle, neden Güzide? Onu yazma yolculuğu nasıl başladı? Hikâyenin ortaya çıkış süreci nasıl?
Biraz önce de söylediğim gibi, bir meselen oldu mu gerisi geliyor. Güzide de elbette benim yarattığım bir karakter olarak bu meselelerden nasibini aldı. Baştan söyleyeyim çünkü en sık karşılaştığım soru bu oldu: Güzide ben değilim yani bu bir otobiyografik roman değil. Onu yalnızca kendimle özdeşleştirmek hem Güzide’ye hem de ilham aldığım diğer kadınlara haksızlık olurdu. “Haydi ben bir roman yazayım, konusu da bu olsun, baş karakter şu olsun” diye başlamadı aslında. Bu bir süreç işi. Sağda solda gördüklerim, not aldıklarım, neşelendiklerim, gururlandıklarım, kızdıklarım, hayret ettiklerim ve daha bir sürüsünün karışımı Güzide.
-Eleştirel de tavrı olan bir karakter. Toplumsal normlar ve ilişkiler, eleştirdiği durumlar. Burada bir amaç var mıydı? Varsa bu süreç nasıl işledi?
Bir amaç elbette var. İlk soruya da biraz cevap niteliğinde bu hatta (ilk soruyu yeterince uzun cevaplamamışım gibi). Her şeyden önce, kadın yazarın yarattığı kadın karakterin illa büyük bir kavgası, çilesi ya da vereceği büyük bir mesajı olması gerektiğini düşünmüyorum. “Kadın romanı” denince aklıma yalnızca bunlar gelmiyor çünkü. Çifte standartlar, kadının uğradığı ayrımcılık, ondan beklentiler vs. gündelik hayatın içinde çok görünmez yerlerde bile kendini belli ediyor. Güzide biraz buralarda kafa patlatıyor, en çok bunları sorguluyor. Yeri geliyor “hanımların dikkatine” diye yapılan overlok makinesi anonsuna saydırıyor, yeri geliyor annesinin arkadaşlarının yanında, o hiç ait hissetmediği ortamdaki muhabbetlerle sınanıyor. Çoğu zaman “Aman ya buna mı takıldın” şeklinde yaklaşılan konuları kendine dert ediniyor. Açıkçası Güzide’nin sorguladığı birçok şey benim de sorguladıklarımdı, zaten bu süreç böyle başladı ve böyle ilerledi. Ancak yürüttüğümüz akıl, sorduğumuz sorular ya da bulduğumuz cevaplar her zaman aynı değil. Güzide’ye katılmadığım bir sürü şey de var. Güzide de kendi kendini de çok eleştiren bir karakter zaten. “Böyle düşünüyorum, bu böyledir,” mesajını onun vasıtasıyla verdiğim düşünülmesin diye biraz uğraş verdim Güzide’yi yazarken. Evet, sorguladıklarım bunlardı ve okuru da bunları sorgulamaya davet ettim belki fakat Güzide’nin var oluş amacı bir dayatma değil kesinlikle. Kendi sorsun, arasın, bulsun ya da bulamasın fakat yol alsın istedim. Güzide benden çıksın, özerk olsun istedim aslında biraz da.
-Kitapta çeşitli kadın karakterler var, hepsi de birbirinden farklı özelliklere sahip. Karakterleri kurma sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?
Malûm, Güzide çok eleştiriyor evet. Bu yüzden ona çok ters düşecek, pek bir paylaşımda bulunamayacağı karakterleri koymaya ve bunları neredeyse her yaştan kadınlardan seçmeye gayret ettim. Fakat dediğim gibi, Güzide’nin “kadın şöyle olmalıdır, doğrusunu ben bilirim” tavrında olmasını hiç istemedim, bu yüzden hayranlık duyduğu, ona ilham veren kadınlar da var kitapta. Elbette yalnızca kadınları değil, çok çeşitli erkek karakterleri de okuyoruz Güzide’nin gözünden. Güzide’nin sorguladığı pratikler, gelenekler ya da ilişkiler hem kadın hem erkek üzerinden ilerliyor ne de olsa.
-Peki başka bir kitapta bu hikâyenin devamı gelir mi?
Bu da en çok sorulan ikinci soru diyebilirim. Daha doğrusu böyle bir istek var okuyucuda. Açıkçası, yazarken bunu hiç düşünmedim ve sanırım hâlâ da düşünmüyorum çünkü kitabın sonunun kurgulanma şekli buna pek müsait değil bence. Olmaz mı, olur belki ama tadı kaçar sanki bilemiyorum. Ama spin off dediklerini yapıp (bunun Türkçesi ne olabilir acaba) Kuş Bakışı’nın başka bir kadın karakterinin hikâyesini okutabilirim belki size ileride. Bakalım…
– Siz de iki mesleği olan bir yazarsınız. Öğretmenlik ve yazarlık bir arada. Bu iki meslek birbiriyle nasıl bir etkileşim içinde?
Öğretmenlik çok fazla insan tanımanıza vesile olan bir meslek. Gerek çalışma arkadaşları, gerek öğrenciler, gerek veliler derken çok sayıda insanı ve çok sayıda ilişkiyi gözlemleme şansınız oluyor. Çocukluğumdan beri gözlem yapmayı çok seviyorum ve bunların sonucunda da yazacak epey malzeme birikiyor. Okul da beni bu anlamda besleyen yerlerden birisi oldu hep.
Okumayı sevdiğiniz, işte bu benim yazarım dediğiniz yazar kim? Keşke onun gibi yazsaydım dediğiniz, kendinize örnek aldığınız bir yazar var mıdır?
J.D. Salinger hiç şüphesiz. Yüksek lisans tezimi Çavdar Tarlasında Çocuklar üzerine yazdıracak kadar… “Keşke onun gibi yazsaydım,” demeyi bile cüret sayıyorum. Umarım bir gün bunu diyebilirim.
edebiyathaber.net (3 Ağustos 2024)