Her sabah çalışma defterime göz atarak, günün notlarına yazarak güne başlarım. Gece ise, bıraktığım yere düştüğüm notlar çoğunlukla okuyacağım kitaplar, yazacağım yazılarla ilgilidir.
Çalışma defter(ler)im, kılavuzumdur. Zamanı kullanma biçimim oraya yansır. Ama daha da önemlisi, her gün bana kütüphanemin düzenini/gerekliliğini hatırlatır.
Bir asistanla yapabileceklerimin çoğunu sanki bu defterlerle kotarırım. Gene de asıl rehberim kütüphanemdir, arşivimdir. Bunlar yoksa çalışma defterlerim söngün kalır.
Yazdığım kitapların, yazılarımın yolu kütüphanemden geçer.
Bilirim ki, bir yazar için kütüphane adanmışlık ister. Bunun kurulması, sürdürülebilirliği…Bir mabet gibi gördüğümü söylersem abartılı gelmemeli.
Kütüphanemin altmış yıllık bir ömrü var, belki daha fazlası! Geçirdiği bir iki “kaza” dışında, şu ân depodaki kitaplarım/arşivimle bir “okuma merkezi” kurulabilecek içeriğe sahip olmasını düşünmeye başladığım andan beri buradaki her bir şey anlamını daha da artırdı benim gözümde.
Bu haliyle örnek olabilecek bir okuma merkezi, belki sonrasında önü açılabilecek bir edebiyat müzesine bir adım, ateşleyici bir adım üstelik.
Bu düşüncemi paylaştığım birkaç dostumun desteğiyle iyiden iyiye oldurulabilecek bir çabaya yöneldiğimi söylemeliyim.
Yer yer sözünü ettiğim çalışma defterime bununla ilgili düştüğüm notlarda, “nasıl bir okuma merkezi”, “nasıl bir edebiyat müzesi” gibi açıklamalar yazıp, hatta bazı çizimler yaptığımı da söylemeliyim.
Sürdürmekte olduğum derslerimde öğrencilerimle iletişimimde görüp gözlediğim, çoğunluğun böylesi bir kütüphaneden/okuma merkezinden yoksunluğu. Yaşadıkları yerde, evde, semtte çok azının erişebileceği böylesi bir mekân var.
Yazı ve yayıncılık hayatımda karşıma çıkan en temel gerçek yazarların kitaplarının/arşivlerinin önemli bir bölümünün heder olduğudur.
Yollara, köprülere akıl almaz paralar yatıran bir ülke; kültürüne, sanat eğitimine o denli uzak ki…
Üstüne üstlük böylesi bir adımın ilkin yerel yönetimlerce atılması gerekirken, bunu bir tür “siyasi ikbal” gibi görüp, ne getirir/götürür’üne bakmaları…
Evet, çoğumuz için artık yabansı değil böylesi zihniyet. Buradan bakınca, seçim ancak “amblem” değişmesidir, zihniyet ne yazık ki değişmiyor.
Kültür deyince akla panayır havasında festival geliyor. Düşünün ki, bir sahil kasabasındasınız; karşınıza bir afiş çıkıyor: “Künefe ve kebap festivali.” Abarttığımı sanmayın. Doğru dürüst bir kitabevinin, kütüphanenin, kültür merkezinin olmadığı bir yerde başka ne yapılabilir?
Kütüphanesiz, kültür merkezsiz, tiyatro salonsuz kültür icrası…
Artık buna “sokak sanatı” bile diyemiyoruz, evet panayır/kermes havası…
Sivil toplum kuruluşları da giderek bu anlayışa teslim olmuş durumda.
Giderek sözün bittiği yere doğru geliyoruz sanki!
Sanatı insanın dünyayla kurabileceği en yalın bağ olarak görmek kaçınılmaz her şeye rağmen. Bunun ilk adımı okuma eğitiminden geçiyor. Zihinsel beslenmenin ilk yolu, yordamıdır. “Benim hayatım,” diyebileceğiniz bir bilinci edinebilmenin de yoludur. Size gereksiz olanları hayatınızdan ayıklamanın kapısını aralayacak bir uğraştır üstelik.
Başa dönecek olursam, o nedenle, bir okuma merkezi düşüncesini yaygın kılmak; insanlara “kitap hapishanesi” görünümündeki göstermelik kütüphaneler yerine etkin, mimarisi albenili mekânlar yaratarak okuma merkezleri kurmak gerekir. Bir tür “okuma mabedi” diyebileceğimiz bu yerlerin nasıl olabileceğini de dillendirmemiz kaçınılmaz.
Byung-Chul Han, “Anonim iletişim düşüncesizlik ve patavatsızlık kültürünün yayılmasının da sorumlusudur,” diyordu. (*) Dijital çağı artık “dijitalizm” diye tanımlarsak eğer, okumanın sürekliliğini/etkisini elimizden almaya dönük kendi mecralarını hızla yaygınlaştırdığını da görmemiz gerekir. Giderek toplumlar, insanlar anonimleşmenin rengine bürünüyor. Özgünlükleri, farklılıkları ortadan kaldıran ânlık etki/duygulanım odakları bireyi tutsak etme yarışındadır bugün. Hele kontrollü bu gücün hegemonyası ise bu tutsak aldıklarını bir ânda nasıl boşlukta bıraktığına da tanığız bugün.
Dokunmanın, görmenin, bireysel algılamanın özgürlüğüne kapanan kapılar artık görmek gerekir. O nedenle asıl başlama noktasının insana bunları sağlayan, onun zihinsel/duygusal özgürlüğüne alan açan böylesi mekânları kurmak kaçınılmaz.
Anonimleşmeden, sürüleşmekten kurtulmak istiyorsak eğer bu kaçınılmaz sevgili okurum.
(*) Sürünün İçinde: Dijital Dünyaya Bakışlar, Byung-Chul Han; Çev.: Zeynep Sarıkartal, 2024, İnka Kitap, 95 s.
edebiyathaber.net (6 Ağustos 2024)