Halit Ziya Uşaklıgil’in Nâkil adıyla yayımladığı bu eser derlemesi, 1893-1895 yılları arasında dört cilt olarak yayımlanmış ve Osmanlı Türkçesi’nde “aktaran, nakleden, çeviren” anlamına gelen bu başlıkla, yazarın hem kaleme aldığı hikayeleri hem de dönemin ünlü Fransız yazarlarından yaptığı çevirileri bir araya getiriyor. Uşaklıgil, bu eserlerinde Fransız edebiyatının önde gelen isimlerinden Émile Zola, Guy de Maupassant, François Coppée gibi yazarların eserlerini Türkçeye kazandırarak, edebiyatımızı bu zengin içerikle buluşturmuş. Kitap, yıllar sonra Timaş Yayınları tarafından raflarda yerini aldı.
Bu eseri günümüze taşıyan yayına hazırlık süreci de bir o kadar değerli. Kitabı yayına hazırlayan Berna Civalıoğlu Sevindik’in çalışması ise gerçekten takdire şayan. Uşaklıgil’in çeviri yöntemini titizlikle incelemiş, metinleri günümüz okuru için anlaşılır hale getirmiş ve orijinal eserlerin peşine düşerek bu kıymetli derlemeyi gün yüzüne çıkarmış. Her bir çevirinin orijinal metne sadık kalınarak yapılmış olması ve noktalama işaretlerinden paragraflara kadar özüne bağlı kalınması, Halit Ziya’nın ne denli yenilikçi bir çeviri anlayışına sahip olduğunu gözler önüne seriyor.
Bu derleme, Halit Ziya Uşaklıgil’in edebi kariyerinin ilk dönemlerinde yazdığı ve çevirdiği öyküleri bir araya getiriyor. İlk ciltte hiç özgün hikâye yer almazken, sonraki ciltlerde ise yazarın kendi kaleminden çıkmış öyküleri de buluyoruz. Bu eserler, Halit Ziya’nın realist anlatım tarzının erken örneklerini içeriyor ve okuyucuya geniş bir perspektif sunuyor. Kitap, yalnızca Halit Ziya’nın değil, Batı edebiyatından seçilen yazarların da eserleriyle dolu. Bu da okura, Halit Ziya’nın edebi mirasının ne kadar geniş ve zengin olduğunu hissettiriyor.
Nâkil başlığı altında toplanan bu öyküler, Halit Ziya’nın hem Batı edebiyatını Türk okuyucusuna tanıtma çabasını hem de kendi özgün hikâye anlatımını yansıtıyor. Fransız edebiyatından yaptığı çevirilerle dönemin realist ve toplumsal eleştirilerle dolu dünyasına adım atarken, yazarın kendi kaleminden çıkan öykülerde Osmanlı toplumuna dair yerel temalar ve insan psikolojisine dair derin gözlemlerle karşılaşıyoruz. Bu öyküler, Halit Ziya’nın bir aktarıcı ve köprü kurucu olarak rolünü ne kadar başarılı bir şekilde üstlendiğini gösteriyor.
Halit Ziya’nın öykülerinde, Batı edebiyatının izlerini, Osmanlı toplumuna dair derin gözlemlerle ustaca harmanladığını görmek mümkün. Yazar, bu öykülerde iki kültürü bir araya getirirken, her iki dünyanın en iyi yanlarını koruyarak, okura zengin bir anlatım sunuyor. Halit Ziya, hem Batılı hem de yerel unsurları bir arada kullanarak, edebi bir köprü kuruyor. Osmanlı toplumunun geleneksel yapısına dair gözlemlerden, bireysel çatışmalara ve evrensel temalara kadar uzanan bu çeşitlilik, yazarın geniş perspektifini ve anlatım gücünü ortaya koyuyor.
Eğer bu kitabı okurken nereden başlamalıyım diye düşünüyorsanız, mutlaka göz atmanızı önerdiğim birkaç öykü var. “Leke,” derin psikolojik gözlemleri ve toplumsal eleştirileriyle öne çıkıyor. Bir insanın hayatındaki lekelerin, toplumun bakışıyla nasıl büyüyüp onu nasıl etkilediğini çarpıcı bir şekilde anlatıyor. “Sadaka,” toplumsal değerler ve iyilik kavramı üzerine düşündüren bir öykü. Yazar, sadakanın içi boşaltılmış bir ritüel haline nasıl dönüştüğünü ve aslında ne anlama gelmesi gerektiğini sorguluyor. “İki Dost” ise dostluk üzerine yazılmış en güzel öykülerden biri. Dostluğun sınırları, fedakârlık ve bağlılık gibi temalar öyle güzel işlenmiş ki, karakterlerin duygusal derinliği sizi hikâyenin içine çekiyor. “İhtiyarın Bayramı,” hayatın sonlarına yaklaşan bir insanın iç dünyasını keşfe çıkıyor. Yaşlılık, yalnızlık ve geçmişle hesaplaşma gibi evrensel temalar, öykü boyunca derin bir empati kurmanızı sağlıyor. Son olarak, “Mükâfat,” vicdan, adalet ve ödül kavramlarını derinlemesine sorgulayan bir öykü olarak dikkat çekiyor. Halit Ziya, bu öyküde adaletin karmaşıklığını ve insanın kendi vicdanıyla yüzleşmesini çarpıcı bir biçimde ele alıyor. Bu, sizi derinden etkileyecek bir son!
edebiyathaber.net (14 Ağustos 2024)