Polonya’da Bir Kuş Var ilk romanı. Türkçe’ye bu isimle ve Sevgi Tamgüç’ün çevirisiyle girdi. Yapıtın asıl adı, Avrupa Eğitimi (Education Europeene). Son romanı Uçurtmalar modern klasikler arasına girdi. Ama maalesef dilimize kötü bir çeviriyle aktarılmıştır.
Onu hızla edebiyatın tahtına oturtan ilk romanı, Alman işgali altındaki Polonya’da gizli bir direniş örgütünün öyküsünü anlatır. Ünlü düşünür Jean Paul Sartre’ın hayranlığını bu romanıyla kazanmasının nedeni, edebi felsefeyi iyi kullanıyor olmasının da yanı sıra absürt ve varoluşçu bir stile sahip olmasındandır. Bu kadar etkileyici bir romanın yazarını tanımak isteyen Sartre, ünlü filozof ve yazar Simone de Beauvoir ile Saint-Germain’de bir kafede buluşurlar. Sartre, “İkinci Dünya Savaşı üzerine yazılmış ilk önemli eser bu, ve direniş üzerine en iyi roman” der. 31 yaşında, 1945 yılında bu ilk romanıyla Prix de Critiques Ödülüne hak kazanır. Daha sonra yayınladığı her roman bir ödüle layık görülür; Afrika’da kanunsuz fil avını konu alan Les racines du ciel (Cennetin kökleri) ile Fransa’nın en önemli edebiyat ödülü olan ve her yazara sadece bir kez verilen Goncourt Ödülüne[1] layık görülür.
Aslında 14 yaşına geldiğinde Fransa’da bir direnişçi olmanın da ötesinde bir kahramandır. 20. yüzyılın en çok satan Fransız romancısı olmuştur. Okuru etkileyen edebiyat kabiliyeti, okurken düşündüren ve insanı varlığıyla sorgulatan felsefi ve devrik anlatım tarzıyla olağanüstü bir yazardır.
Kendi sanatının jargonunu bulmuş biri. Peki neden dünya çapında diğer edebiyatçılar kadar ün yapamadı? Dönemin kıdemli, başarılı ve sosyetik camiasında yer almasına, edebi ve sanatsal eserler ortaya koymasına rağmen, neden Anglofon dünyada iyi tanınmadı? Romanları çok sayıda dile tercüme edilmişti oysa ki. Los Angeles’ta yaşarken Fransız dilini uygunsuz kullandığı, sinsi anti-semitik eleştirilere isyan edişi, -ki yazım tarzında son derece belirgin bir eleştiri ustalığı vardır- Amerika ve İngiltere küstahlığının işine gelmeyecek bir üsluba sahip olmasındandı bu. Üstelik Anglosaksonlar varoluşçuluğun iğneli tarzından ve gerçekçiliğin şeffaflığından pek hoşlanmaz! Jean-Paul Sartre ve Charles de Gaulle’nin ona hayranlığı da Gary’ı bu dünyadan bir miktar soyutlamış olabilir. Belki de “Fransa’ya Özgürlük” sloganlarıyla II. Dünya Savaşına bir pilot olarak katılmasındandır? Ya da bize insanlığımızı sorgulatan özgün eleştirel üslubundan? Belki de içlerinde Sophia Loren gibi ünlülerin de bulunduğu geniş bir Hollywood çevresine sahip diplomatik kişiliğindedir?
Bulunduğu yüzyılın en ilgi çekici, tuhaf, entrika dolu ve edebi becerisi yüksek karakterlerinden biri olan Emile Ajar, aslında bir Romain Gary, diplomatik konumu ve sinema sektörünün hem direktörlerinden hem de yüksek sosyetedeki sosyal kimliğinden dolayı bazı romanlarını bu takma adla yazdı. Derin gözlem yeteneğini ve güçlü kalemini ilk fark edenlerden biri annesiydi ve bir yazar olmasını en fazla isteyen kişiydi, kendi ifadelerinde de sadece annesinin arzusunu yerine getirmek için yazdığını söylemiştir. Gary, 1914 yılında Litvanya’nın Vilna kentinde bir Yahudi olarak dünyaya geldi. Onu Fransız edebiyatının kahramanı yapan, ikinci kez Goncourt ödülü alan tek romancı olmasındandı. (Kendi adıyla yazdığı Cennetin Kökleri ve Ajar takma adıyla yazdığı Onca Yoksulluk Varken romanları) Onu bir dalavereci olarak değerlendirmezsek, ödülü iki kez alması onun hayran kitlesi kadar düşman kitlesi de kazanmasına sebep oldu. Bu ödülü de öyle ömrünü masa başında tüketerek falan da almadı, doğuştan yetenekli bir yazardı. Bu yazarın iki Goncourd ödülüyle sınırlı kaldığını sanmayın, Fransa’da en çok satanlar listesinde olan La Vie devant soi de dahil olmak üzere 30’dan fazla ödüllü deneme, oyun, anı ve kurgu üretmiştir.
Stephane Hessel onun için şunu söylemiş: “Yaşadığı yüzyıl ile ölüm dansı yapmış her türlü entrikaya karışmış bir aydındır.” Felsefi dili bize romanlarında mı bir hayat, yoksa onun hayatının bir roman mı olduğunu düşündürür hep.
Gary, Fransa’da Hukuk okudu. Savaş dönemi, bir Yahudi’ydi ama kaçmadı ve bir savaş pilotu oldu. 200 savaş pilotunun sağ kalan beş kişisi arasındaydı: Çıkışını yaptığı 1945 yılındaki Avrupa Eğitimi romanının yayınlanmasıyla aynı tarihe rastlar onun Dışişlerindeki diplomatik pozisyonu. Kendisini Los Angeles başkonsolosluğuna kadar taşıyan bu süreç son siyasi kariyer noktası olur ve sanatına kendini adar.
Yerimiz, büyük aşkı Jean Seberg’den ve onu anlattığı romanlarından bahsetmek için kısıtlı, en etkileyici ve ona ikinci Goncourt edebiyat ödülünü kazandıran Onca Yoksulluk Varken’den söz etmeden geçmeyelim; başarılı bir Vivet Kanetti çevirisiyle. Romanın baş karakteri Momo; küçük Arap Yahudisi. Hikâye, Paris’in 18. Bölgesi Montmartre’nin doğusunda ve La Chapelle’nin batısında bulunan, Kuzey Afrikalı ve Sahralı varoşlarının çoğunlukta yaşadığı yer olan Goutte d’Or mahallesinde geçer. Afrika mallarının satıldığı büyük açık hava pazarı le marche burada kurulur. Sayfaların içinden kendimi alamayarak okudum. Avrupa’nın arka sokaklarında olan biteni, ayrımcılığı ve batının çifte standardını gözler önüne serer roman. Gary’nin idealist, masumiyet ihanetini vurgulayan ve kahramanlık temaları burada da çok var. Dram var. Dil mühendisliği var. Bunu ancak kitaptan alıntılarla hissettirebilirim: Betimleme ustalığını, entelektüelliğini ve hayata felsefi bakışını. İfade ustalığı beni gerçekten sarsmıştır. Tanrısal anlatıcı tekniğiyle yazmıştır. Baş anlatıcı on yaşında; bu açıdan Sallinger’in Teddy öyküsünden iyi. Zarf ve bağlaç çokluğunu anlatıcının yaşını dikkate alarak ustaca kullanmış.
Film ölümünden çok sonra beyazperdeye uyarlandı. Eski dostu Sophie Lauren başrolü oynadı.
Kitaptan Alıntılar:
Madam Rosa (romanın baş kahramanı) yüzeyinden ötürü sığamıyordu içine, hatta gariptir, bu kadar yalnız bir insanın onca geniş bir yüzeyinin olması…
Köpeğimi sattım. 500 frangı aldım, bir lağım deliğine attım. Sonra kaldırıma oturdum, yumruklarımı gözlerime bastırıp danalar gibi ağladım, ama mutluydum…
Bence en iyi uyuyanlar dürüst olmayanlardır. Çünkü hiçbir şeyi takmazlar, oysa dürüst insanlar her şeyi dert edinirler, gözlerini kırpmazlar. Dürüstlük böyle bir yüktür…
Dublaj odasındaydım, tersine bir dünyaydı ve şu anasını sattığımın dünyasında gördüğüm en güzel şeydi. Yaşamımı geriye doğru dublajlamak istedim, 10 yaşında nereye geri gideceksem. Bir çocuk değilim ben. Bir orospunun oğluyum. Babam anamı öldürdü, bunu öğrendiğiniz an her şeyi öğrendiniz hayatta demektir ve artık bir çocuk sayılmazsınız…
Mösyö Hamil, sözcüklerle insanı öldürmeden her şeyin yapılabileceğini söyler ve der ki umutsuzluğu dansa kaldır…
Kapının önünde oturmuş zamanın geçmesini bekliyordum, ama zaman her şeyden daha yaşlıdır pek yavaş ilerler. İnsanlar acı çekince gözleri büyür, içi, bebeği değil resmen dışı…
İçim altüst oldu ve dehşet bir şiddete tutuldum. Ta içimden geliyordu. İşte en kötüsü budur. Dışarıdan kıçınıza tekmeler inince kaçabilirsiniz. Ama böyle bir şey içeriden geldi mi kaçmak olası değildir. Böyle bir şeye yakalandın mı gitmek, bir daha hiçbir zaman hiçbir yere dönmemek isterim. Sanki biri oturuverir içime. Çığlıklar atmaya kendimi yerden yere vurmaya başlarım, dışarı çıkabilmek istediğimde başımı çarpar vururum ve beceremem, bacakları olan bir şey değildir bu, insanın hiçbir zaman bacakları olmaz içinde…
Yüzleri her an değişen, her bir yana kaçan, yaşamlarında iki kez arka arkaya aynı suratları olmamış adamları sevmem ben. Sahte jeton derler bunlara ve tabii onların da kendilerine göre nedenleri olmalıydı, kimin yoktur ki, herkes gizlenmek ister, ama yemin ederim size bu adamın öylesine sahteleşmiş bir hali vardı ki, neler gizlediğini düşünmeniz bile tüylerinizi diken diken etmeye yeterlidir.
Bana kalırsa eciş bücüş yaratılanlar gerçekten büyük bir gereksinim içindedirler, bu yüzden kendinizi onlara kabul ettirmeniz çok daha kolaydır…
Kaçmak yoktur hayatta sadece orada olmamak içindir her şey…
Doğa aklına eseni yapar, üstelik ne yaptığını bilmez, bazen çiçekler kuşlar bezen de 6. kattan artık merdivenleri inemeyen yaşlı Yahudi’dir…
Kitap alıntılarından anlayacağınız gibi ifade ustası bu çılgın Fransız edebiyatçı, sadece Ajar adıyla değil, Shatan Sogat, Fosco Sinibaldi takma adlarıyla da eserler yayınladı. Belki bilinmiyor ama ünlü Pseudo (Yalan Roman) romanının da yazarı. Uçurtmalar romanının filminin de yönetmeni. Türkçe’ye aktarılmayan çok romanı var, en etkileyicilerinden biri Europa, ABD’de İngilizcesi çok sattı, okumadım ama yorumlarını okudum, onun sarsıcılığı da ayrı. ABD’deki diplomasi dünyasını ve kendi aşkını anlattığı bir hikâye ama kafayı Avrupa’ya takmış burada Gary. Bizim Attila İlhan’ımız gibi: “Ne Avrupalılar sevdim, zaten yoktular.”
[1] Natürist akımın önemli temsilcilerinden Fransız yazar ve eleştirmen Edmond De Goncout’un vasiyetiyle kardeşi tarafından kurulan bir edebiyat akademisi. 1903 yılından bu yana her yıl Kasım ayında Paris’te Gaillon Meydanındaki 16-18 numaralı Drouant restoranında yılın en iyi ve en yaratıcı romanlarına sadece bir kez verilen bir ödül.
edebiyathaber.net (27 Ağustos 2024)