“Varlık deneyimi, ne az ne çok, metafiziğin kenarında, edebiyat belki de her şeyin kenarında durur.” J. Derrida
Jacques Derrida, 20. yüzyılın en etkili filozoflarından biri olarak, özellikle dil, metin ve anlam üzerine derin çözümlemeler yapmıştır. Bundan önceki yazılarımda Derrida hakkında yazılan bazı kitaplardan ve son olarak da (6 Şubat 2024) Jacques Derrida’nın “Edebiyat” kavramı üzerinde durmuştum.
Derrida’nın “dil” ile ilgili temel görüşleri aslında onun ‘Gramatoloji’ adındaki eserinde geniş olarak yazılmış, incelenmiştir. Bu eser dile ilişkin bilinenleri köklerinden sorgulayan ve geleneksel temelleri sarsan bir kitap. Derrida, kitabında dil sorunun öteki sorunlar arasına hiç de basit bir yere sahip olmadığını dile getirir. Bu yazıda, onun “Edebiyat Edimleri” eseri üzerinden metin ve dil konusundaki düşünceleri incelenecektir.
Derrida’nın edebiyat anlayışı, metnin yazarı ve okuyucusu arasındaki ilişkiyi de yeniden tanımlar. Edebiyat, yazarın tek taraflı bir anlam üretim süreci değil; okuyucunun da aktif olarak katıldığı bir diyalog alanıdır. Okuyucu, metni okurken kendi anlamlarını, yorumlarını ve duygularını metne ekler; böylece metin, yazarın ötesine geçer ve okuyucunun katılımıyla yeniden şekillenir. Derrida ayrıca, metinlerin içsel çatışmalarını ve zıtlıklarını vurgular. Metinler kendi içinde çelişen unsurlar barındırabilir ve bu çelişkiler, metnin anlamını karmaşık hale getirir. Bu nedenle, edebiyat metinleri sıklıkla çoklu yorumlara açıktır ve farklı okuyucular tarafından farklı şekillerde yorumlanabilir.
Eleştirmenlerin “dilin ötesinde hiçbir şey yoktur” sözü ile Derrida’nın “Metnin dışında hiçbir şey yoktur” düşüncesi arasında hem bir bağlantı hem de bir karşıtlık vardır. Derrida’nın edebiyat kavramına yaklaşımı da bu anlayıştan bağımsız değildir. Bu düşünceyi aynı zamanda “dilin ötesinde” ve “metnin dışında” vurgulamalarına dikkat ederek de yorumlamak gerekir. Ancak Derrida eleştirmenlerce eserlerine atfedilen “dilin ötesinde hiçbir şey yoktur” cümlesini kabul etmez, eserlerinin bu ifadenin tam tersini söylediğini açıklar. Derrida’ya göre Edebiyat, “dille bağlantısı içinde deneyim ve varoluş tekilliğidir.” Yani edebiyatın dil ile, varoluşuyla sadece bir tane olduğudur.
Derrida metin kavramına daha çok “her şeyi metin haricinden değil ilk önce metnin içinden içeriğinden, şeklinden çıkarmak ve böylelikle elde edilen neticeyi ancak sonradan başka kaynaklardan gelme bilgilerle genişletmek veya değiştirmek metodu” olan İmmamente Stilkritik yöntemi ile yaklaşmıştır da denebilir.
Çünkü Derrida “metin” kavramını açıklarken başkalarının bu konudaki görüşlerini de dikkate alarak kendi görüşlerini genişletir. Örneğin; kendilerini yapıbozumla ilişkilendiren belirli edebî teorisyenlere ve eleştirmenlere göre bir metin, tartışmakta olduğumuz türden aşkın bir okumaya direnç gösterdiği zaman “edebî” ya da şiirseldir. Derrida, “hiçbir metnin buna mutlak biçimde direnç gösterdiğine inanmıyorum. Bu tür bir okumaya mutlak direnç, yalnızca ve yalnızca metnin izini yok eder. Daha çok şunu söyleyebilirim ki, bir metin bir tür orijinal müzakere aracılığıyla ne anlamı ne de göndermeyi feshetmeksizin bu dirençle bir şey, daha önce andığım nedenlerden dolayı tanımlamakta çok sıkıntı çektiğimiz bir şey yaptığı zaman, o metin şiirsel-edebî nitelik kazanacağını” yazar.
Derrida “asıl olan metin” dese de dil de onun edebiyat düşüncesinde önemli bir yere sahiptir. Derrida’nın önemli kavramlarından olan Yapıbozum, dilin sınırlarını ve olanaklarını gösterir; dilin hem anlam üretme kapasitesini hem de bu anlamın sınırlarını sergiler. Yani yapıbozum aynı zamanda bir yakın okuma süreci ve yöntemidir. Edebiyat, okuyucuyu dilin, anlamın ve varlığın labirentlerinde bir yolculuğa çıkarır; bu süreçte dilin gücü, doğası ve karmaşıklığı önem kazanır. Dilin sınırları, doğası, anlam üretmesi, karmaşıklığı edebiyat kavramına getirilen tanımlarda ve açıklamalarda vurgulanır. Bunun için dilin gücü, doğası, anlam üretmesi ve karmaşık olma özelliklerinin dikkate alınması gerekir.
Edebiyat, Derrida’ya göre, dilin sınırlarını zorlayan ve genişleten güçlü bir araçtır. Dil, Derrida’nın düşüncesinde, sadece bir iletişim aracı değil, aynı zamanda dünyayı algılama, anlamlandırma ve yorumlama biçimidir. Ayrıca yaratıcı ve yıkıcı gücünden de bahsedilebilir. Edebî metinler, dilin bu sayılan rollerinin tamamını sorgular ve dilin hem yaratıcı hem de yıkıcı gücünü ortaya çıkarır. Edebiyat-dil ilişkisi içinde edebiyatın, dilin anlam üretme kapasitesini ve aynı zamanda anlamın sınırlarını sergilediği de bir gerçektir. Derrida’ya göre dilin sahip olduğu, dil ya da yazım olarak var olan bu gücü, aynı zamanda tekil bir işaret olarak tekrar edilebilmesi, yinelenebilmesinden gelir.
Derrida ‘ya göre edebiyat, okuyucuya sadece bir öykü sunmaz; aynı zamanda okuyucunun düşünce dünyasını, algılarını ve anlamlandırma süreçlerini zorlar. Derrida’nın edebiyat anlayışında, metinler sabit anlamlarla sınırlı değildir; bunun yerine, her okuma ile yeniden şekillenen, çok katmanlı ve dinamik yapılar olarak görülürler. Onun bu düşüncesinden tekrar okumanın önemini işaret etmiş olduğu da anlaşılır.
Derrida ‘ya göre edebiyat ve yazı, dilin doğasını anlamamıza ve bu dilin insan düşüncesini nasıl etkilediğini anlamamıza yardımcı olur. Derrida’nın edebiyat düşüncesinin merkezindeki kavramlardan biri “différance”, hem “fark” (difference) hem de “erteleme” (deferral) anlamlarını taşır. Bu kavram, dilin sürekli olarak farklı anlamlar üreten ve hiçbir zaman kesin bir anlama ulaşmayan bir yapıya sahip olduğunu ifade eder. Aynı zamanda bir kelimenin anlamı, diğer kelimelerle olan farkından ve bu anlamın sürekli olarak ertelenmesinden kaynaklanır. Derrida’ya göre, metinlerdeki anlamlar her zaman açıkça belirli değildir ve okuma süreci, metindeki farklı katmanları keşfetmeye ve yorumlamaya dayanır. Bu da bir metnin anlamının asla tam ve kesin olamayacağı anlamına gelir.
Derrida’nın “Edebiyat Edimleri” eseri, edebiyatın ve yazının doğasını anlama çabalarını ele alırken, dilin karmaşıklığını ve okuma süreciyle sürekli değişebilen farklı anlamlar üretebileceğini de vurgular. Onun bu konuya bakışı, geleneksel düşünceyi sorgular ve edebiyatın ve yazının insan düşüncesine nasıl katkıda bulunduğunu derinlemesine düşünülmesine yol açar. Derrida, dilin, metinlerin ve düşüncenin yapısını sorgulayarak, geleneksel felsefî ve edebî yaklaşımlara eleştirel bir bakış açısı getirmiştir.
Tanımını bir türlü netleştirmeyen Derrida, edebiyatın sadece belirli bir yazı türü veya kurumu olmadığını, aynı zamanda bir dil oyunu, bir söylem etkinliği, bir yaratıcılık alanı ve bir sorumluluk meydan okuması olduğunu ileri sürer. Edebiyat, Derrida ‘ya göre, dilin anlam üretme kapasitesini sınırlayan geleneksel mantık ve metafizikten kurtulmak için bir araçtır. Yani dilin özgürlüğüne fırsat verir. Edebiyat, dilin kendisini farklılaştıran, çoğaltan ve dönüştüren bir güç olarak ortaya çıkar.
Derrida, dilin doğasının karmaşıklığına da vurgu yapar. Bu fikri edebiyat düşüncesi için de geçerlidir. Ona göre, dil kesin ve sabit anlamlar üretmez; aksine, dil sürekli olarak anlamları erteleyen ve kaydıran bir yapıya sahiptir. Bu, metinlerin açıkça belirlenmiş bir anlamı olmadığı anlamına gelir. Zaten Derrida’nın düşünce yapısında önemli bir rol oynayan “différance” (fark-erteleme) kavramı, dilin sürekli farklı anlamlarını ürettiğini ve bu anlamların hiçbir zaman tam olarak sabitlenmediğini ifade eder.
Dilin kendinden başka bir şeye ya da başka bir şey olarak dile göndermede bulunduğu için böyle bir güçlükle oyalanmamayı önerir. Ardından da edebî dilin özgül farkı nedir? diye sorar. Bazı sebepler sıralar ama bunlara “hayır” diye yanıt verir. Bu yanıtının nedenini de açıklar: “Çünkü gösterdiği şeyi ve onu gösterdiği şeyi başka türlü göstermeksizin hiçbir şey göstermez. Bunun bütün dil için geçerli olduğunu ve burada bir bildirimi yeniden-ürettiğimizi söyleyeceksiniz, örneğin Heidegger’in edebiyatla değil, ancak hakikatle ilişkisi içinde tam da dilin varlığı ile ilgilenen metinlerinde genelliği okunabilen bildirimi.”
-devam edecek…
___
Jacques Derrida. Edebiyat Edimleri. Türkçesi: Mukadder Erkan – Ali Utku. Ketebe Yayınları. 2020
edebiyathaber.net (3 Eylül 2024)