Ah! Unutmak için ne kadar uzağa gidebilir bir insan?
Polat Özlüoğlu’nun İthaki Yayınları tarafından basılan “Annem, Kovboylar ve Sarhoş Atlar” kitabı; 2022 yılında 7. Antalya Edebiyat Günleri Yılın En İyi Öykü Kitabı Ödülü’ne, 2023 yılında Fakir Baykurt Öykü Kitabı Ödülü ile Haldun Taner Öykü Ödülü’ne layık görüldü. Kitap, 2024 Ağustos ayında beşinci baskısını yaptı. “Sahi Adım Neydi” kitabı da İthaki Yayınları’ndan Ekim 2023’te basılarak okurla buluşmuştu.
1974 İzmir doğumlu Polat Özlüoğlu, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde okudu. 2015 yılında ilk öykü kitabı “Günlerden Kırmızı” ve 2017 yılında ikinci kitabı “Hevesi Kirpiğinde“ Notabene Yayınları’ndan çıktı. 2019 yılında “Peri Kızı Af Buyrun” kitabı Can Yayınları’ndan yayımlandı. 2021 yılında Metis Yayınları’ndan çıkan “Erkekler Yalnızlıklar – Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle” seçkisinde “Evde Bekleyen Biri” öyküsüyle yer aldı. Kitapları yeni kapaklarıyla İthaki Yayınları tarafından basılıyor.
“Annem, Kovboylar ve Sarhoş Atlar” kitabı aileye neşter atan on bir öyküden oluşuyor. Kitabın başında yer alan epigraf Hür Yumer’in “Ahdım Var” adlı öykü kitabından.
Kitabın İlk öyküsü “Unutmanın Huzursuz Bahçesi”, Latife Tekin’e ithaf edilmiş. Öyküye verilen ad ile Latife Tekin’in “Unutma Bahçesi” kitabına selam gönderilmiş.
Ailedeki yitimin kederli dille okura aktarılışı, tragedyayı hatırlatıyor. Unutmak ve unutamamak üzerine yazılmış derin şiirsel sözler okuru alabora ediyor.
“Ah! Unutmak için ne kadar uzağa gidebilir bir insan? Kaç kilometre giderse unutmaya başlar? Mesafeler mi daha çabuk unutturur, yoksa saatler mi? Kaç şehir eskitmek lazım unutmak için birini ya da kaç saati tüketirsek unutmuş oluruz aklımızda yerli yersiz patlayan anılardan bir çuval mermiyi? Kaç adım atmak lazım bir kâbustan uyanmaya? Kaç uykuyu katletmek gerek unutmak için gözümüze batan dikensi bakışları?” (sf.11)
Mesafeler, zaman, unutmaya çalışıp unutamama hallerini sen anlatıcı dilinden okura aktarıyor yazar. Betimlemelerde rüyalar, düşle gerçek, nesneler ve canlılar bir sarmalı oluşturuyor. Unutmaya çalışmak sancılı bir zaman içinde kıvrılıyor. Unutamayıp tıpkı bir sarkaç gibi sallanma halini şiirsel bir tonda aktarıyor.
“Kılçık Babam” öyküsünde olaylar bir çocuğun gözünden ben diliyle anlatılıyor. Baba imgesinin gerçekle örtüşmediğinde çocuğun yaşadığı sarsıntıyı, annenin silik zayıf görünüşünün ardında evi kuran koruyan olduğunu aktarıyor. Çocuğun gözünden ölüm, varoluş, yitim, sevgisizliğin, yoksunluğun ete kemiğe bürünüşünü sonra kaybolmayıp bir kılçığa dönüşünü, hikâye anlatıcısının dilinden anlatır gibi okura aktarıyor. Toplum da bu öyküden payını alıyor.
Yazar bir söyleşisinde öykülerinde aile kavramını deşmeye, ailenin kutsallığını, dokunulmazlığını kurcalamaya, aile tabusunu yıkmaya çalıştığını söylüyor. Ailenin çürümüşlüğünü, duvarlarının yıkıldığını göstermeye çalıştığını; toplumsal erozyonun, ahlaki çöküşün önce ailede başladığını, bu yüzden aileyi masaya yatırıp otopsisini yaptığını anlatıyor. Baba kavramını eksik bir bulmacaya, yarım kalmış bir kitap ya da kırık bir aynaya benzetiyor. Evlatların o kırık aynaya bakmaya korktuklarını çünkü kendilerini andıran yamuk yumuk suretleri gördüklerini söylüyor. O aynada saklı kalmış suretleri, zalimliği, zorbalığı, perişanlığı, pişmanlığı, yalnızlığı, çaresizliği, yalanı, ikiyüzlülüğü okurun görmesini istediğini belirtiyor.
“Gardiyan” öyküsü ben anlatıcıyla başlayan, bir babanın kızına yazdığı mektup gibi akıyor. Babanın önce eşini sonra kızını kaybedişi, onun (babanın) gözünden mektup diliyle geriye dönüşlerle okura aktarılıyor. Aynı evde yaşayan babanın, karısı ile kızının hiçbir fotoğraf karesine girememiş olmasını, sözcüklerine eklenmeyişini sorguluyor yazar. Kızının telefonunu sürekli şarj edip, ona gelen mesajlarla ve onu arayanlarla hayata tutunmaya çalışan baba, onlar hayattayken kendi despotluğunu, soğukluğunu sorguluyor, adeta bir vicdan muhasebesi yapıyor. Aslında baba olmayı beceremeyişinin, sevgisini onların sevgisine ekleyemeyişini dile getiriyor. Karakterlerin adı yok. Anne, baba ve çocuk kapalı mekâna sıkışmış, ruhlarını saklayan birer cisme dönüşmüş. Ancak mektubun satırlarında cisimlerin ruhunu kavrayabiliyoruz. Karakterler, bu mektupla birlikte babanın gözünden okura tanıtılmış oluyor.
“Burası hapishane değil baba, ben emrindeki mahkûmlardan biri değilim, annem suçlu değildi,” deyip akan yaşlarını silmiş, başını eğmiştin. Haklısın diyememiştim. Sonra telefonunu uzatmıştın. “Bak bakalım neredeymişim?” demiştin.” (sf. 37)
Şiirlerden alıntılar öykü kitabında okura eşlik ediyor. Yazarın şiire olan tutkusuna tanık oluyoruz böylelikle.
“Evimizdeki Kız” öyküsünde hikâye anlatıcısı bu sefer altı yaşında bir kız çocuğu. Kapıları sımsıkı örtülü evin içinden bir çığlıkla yaşananları ve ailesinin travmasını anlatıyor.
“Uyandığımızda perdeleri hiç açmazdık biz. Babam perdeleri kapalı severdi. Babam aslında her şeyi kapalı severdi, kutusunda açılmamış. Anamı üstü başı örtülü karalar içinde, ağabeyimi odasından çıkmaz başı yerde, nenemi bir karış mezarında sessiz, ağzı yüzü düğümlü, beni uzaktan severdi ara sıra aklına eserse. Tek katlı gecekondumuzun gözleri bu yüzden hep yumulu olurdu. (sf.45)
Yazar zamanın akışını çocuğun gözünden aktarıyor. Betimlemeler anlatıma duygusal anlamlar yüklüyor.
Kitaba adını veren “Annem, Kovboylar ve Sarhoş Atlar” öyküsü, diğer öykülerde olduğu gibi çocuğun gözünden aile içi şiddeti, çocuğun aile içinde ötekileştirilmesini, yalnızlık ve sıkışmışlık duygusunu, büyüme korkusunu, iç dünyasının karmaşıklığını, sevgisizliği kemandan çıkan kederli notalar gibi okura aktarıyor.
“Annemle kaç kere taşındık hatırlamıyorum. Yerleştiğimiz evlerin içindeki ucuz eşyalar hep aynı kokardı, rutubet, çöp, ter, sperm ve küflü bir yalnızlık. Eski ve kullanılmış olurdu her şey. Bizim gibi. Aynalar bakılmaktan mutsuz.(sf. 60)
İhtiyar Filler Gibi” öyküsünde evdeki üç kız kardeşten biri, babasının maske takıp sergilediği babalık rollerini anlatıyor. Babaya mektup gibi yazılmış bu öykü aile girdabını sahneliyor. Anlatıcı, bu uzun öyküde cevapsız soruları, kayıpları, sevgi yoksunluğunu, babadan kurtulma arzusunu, söylemek isteyip söyleyemediklerini babasının ölümünün ardından geriye dönüşlerle akıcı bir üslupla anlatıyor.
“Zalimliğini, cimriliğini, yalancılığını, kalpsizliğini, korkaklığını hiç umursamıyordum da başkaları varken sahnelediğin o göstermelik merhametin, müşfik hallerin, cici baba rollerin üzerinde öyle eğreti duruyordu ki senden nefret edemiyor, sana acıyordum sadece.”(sf.63)
“Sen de uyuma e mi baba?”(sf.79)
“Yaz Kızım” adlı öykü, sen anlatıcıyla başlıyor. Oğuldan, mükemmeliyetçi, mesleği hâkim olan babaya mektup şeklinde dillenen sözcükler, geriye dönüşlerle hesaplaşmaları ortaya döküyor.
“Sen hep aynı mıydın anımsamıyorum. Ama büyüdükçe senin derdinin kendinle olduğunu anlamıştım. Öfken bize değil kendineymiş, hayata, dünyayaymış.” (sf. 87)
Baba bana bağırma
farkında değilsin
arkasını ezilenlerin yaladığı
bir posta puludur dünya
Akgün Akova
“Bir Düğüm İki İlmek” öyküsünde bir ailenin oğul kaybı, babanın gözünden oğulun yokluğuna yazılmış bir mektup gibi sen anlatıcı dilinden aktarılıyor. Yaşanan olayların sahiciliği duygusal betimlemelerle anlatılıyor. Yitimin mekânda bıraktığı etki, mekân betimlemeleriyle okura hissettiriliyor. Geriye dönüşler anlatımı zenginleştiriyor.
“Ev deyip geçme. Onun bile bir yüreği vardır, içinde taşıdığı sırları, ağrıları. Seni içinde saklayan duvarlar, sanır mısın ki sen gidince seni unutur? Her şeyi tutar hafızasında, duvarlarına, taşına, camına yazar senin dokunuşlarını, bakışlarını, umutlarını, yokluğunu, çocukluğunu, susuzluğunu. İçindeki ahı bile tutar evler. Vermez kimseye. Sen ölürsün evler ölmez. Tövbe.(sf.100)
Bir tiyatro sahnesini andıran kitaptaki öyküler, farklı baba rollerinin resmigeçidine dönüşüyor. Ailenin çocuğun ruhunda yarattığı travmalar, okura tiyatro oyunu izletircesine gösteriliyor. Küçüklükte yaşananların, yetişkinlikte dönüşeceği yalnızlığın sinyalleriyle okur yüzleşiyor. Bireye derin bir perspektiften bakıyor. Betimlemelerle anlatım, yazarın gözlemci yeteneğini ve duygu geçişlerini verebilmedeki ustalığını ortaya koyuyor. Okur karakterin duygu dünyasına şahit olabiliyor, karakteri iliklerine kadar hissedebiliyor. Merak duygusu ve duygu dalgalanmaları akıcı bir üslupla kitap boyunca okuru sarmalıyor. Yazar, sözcüklerin ederini incelikli üslubuyla okura aktarıyor. Türk öykücülüğüne yeni bir soluk getiren bu nitelikli öyküler okurunu bekliyor.
“Kırık dökük çocukluğumuza” sözü ile kapanışı yapıyor yazarımız.
edebiyathaber.net (6 Eylül 2024)