Saliha Nilüfer: “Asıl mesele gereksiz üretimin, fazla tüketimin önüne geçmek”

Eylül 18, 2024

Saliha Nilüfer: “Asıl mesele gereksiz üretimin, fazla tüketimin önüne geçmek”

Söyleşi: Pınar Yılmaz

Saliha Nilüfer’in son kitabı Dertsiz Şehir geçtiğimiz günlerde Günışığı Yayınları tarafından yayımlandı. Yazarla son romanı hakkında konuştuk.

Yeni romanınız Dertsiz Şehri’nde Tuhaf Olaylar, eşyaların dile gelerek geri dönüşmek istedikleri bir roman. Satın aldıklarımız, çevreye etkisi ve tüketim çılgınlığı yüzümüze yumuşak dille örülmüş bir duvar gibi çarpıyor. Bu fikirleri romana işleme fikri nasıl oluştu?

Aslına bakarsanız ilk gençliğimden beri hayatın tüketim ekseninde dönüyor olması garibime gitmiştir. İklim sorunu, çevre konuları yakıcı biçimde hayatlarımızda yer tutmaya başlayalı, aşağı yukarı on yıldır, iklim, doğa, çevre konularında yayımlanan kaynakları elimden geldiğince takip ediyorum, bu konulara kafa yoruyorum. Fakat esasen bütün bu “beş al iki öde”, “her gün bir alışveriş yap ki mutlu olasın” hallerimizin bana çok gülünç gelen bir tarafı da var. İlk kıvılcımı soracak olursanız, bu romanın başlangıcı gece yarısı beni uykumdan uyandıran “Nerdomert bir sabah kalktı ve dolabı…” cümlesi oldu. Kalkıp o cümleyi not ettim, ana karakterlerin birinden yollanan davetiyeyle Dertsiz Şehri’nin kapısından girip yaşadıkları komik olaylara tanıklık etmeye çalıştım ve devamı geldi. Aslında olayların geleceği noktadan benim de haberim yoktu.  

Tüketim çılgınlığı, doğaya karış(a)mayan atıklar, iklim krizi ve gezegenimizi tehdit eden daha nice sorun… Romanda Dertsizler’in yaşadığı ve “korktuğu” bir dünya sizce mümkün mü?

Antonio Turiel diyor ki, “Sonlu bir gezegenin kaynaklarını sanki sonsuzmuş gibi harcıyoruz.” Yani kumbaramızda para yok, kumbarayı takas ettik çoktan. Malum, çevre tahribatının etkilerini epeydir yaşıyoruz, bu durum yeni değil, gezegenin kaynaklarının gerek malzeme gerek enerji açısından sonuna geldiğimizi bilim insanları beş on yıldır sürekli ifade ediyorlar. Örneğin geçen hafta Vietnam’da yüzlerce insanı evinden eden, büyük can kayıplarına mal olan, ekili alanları yıkıma uğratan süper tayfun yaşandı, bu işin iklim yanı. AB bu yıl kullanılmayan giysilerin imha edilmesini kıt malzemelerin israfı olduğu gerekçesiyle yasakladı. Örnekler o kadar çok ki… Kuraklık ya da sel olursa tarlaları nasıl ekeceğiz, pamuk olmadan nasıl kumaş yapacağız? Üretimin her sektöründe kullanılan malzemelerde yaşanacak kıtlıklar önümüzdeki yıllarda daha fazla gündemimizde olacak. Belli açılardan yaşanacakları geri çevirmenin imkânsız olduğu bir noktaya geldik bile. Ne dersiniz biz de Dertsizler gibi oturup ne yapacağımızı düşünmeye başlasak mı?

Obroni Wawu namı diğer “Ölü Beyaz Adamın Giysileri” de denilen, uzaydan bile görünebilecek seviyeye ulaşan “korkunç” bir “kıyafet” dağı. Romanda bu noktalara değinirken aynı zamanda bu “çılgınlığın” önüne geçmek için de alternatifler/örnekler veriyorsunuz; mantardan ceket, yosundan şapka… Sürdürülebilirlik ve geri dönüşüm temaları hakkında/üzerine nasıl bir ön hazırlık yaptınız?

Daha önce Gümüşsu Zamanı kitabımı yazarken doğadan feyz almayı savunan biyo-mimikri disipliniyle ilgili kaynakları tarayıp bu alanda çalışan insanların çalışmalarını takip etmeye başlamıştım. Giyim sanayiindeki alternatif girişimler de böylece dikkatimi çekmişti. Fakat bundan üç yıl önce örneğin mantardan ceket üretmek hayalperestçe sanatsal bir girişim gibi duruyordu, yakında çok moda olursa şaşırmayalım! Giyim sanayinde biyo-malzemeyle, yani doğaya karışabilir, kimyasal kullanmadan az suyla işlenebilen, hatta kendini tamir edebilen, kendi kendine renk değiştiren organik malzemelerle üretim yapmayı hedefleyen, buna kafa yoran epey insan var. Elbette asıl mesele gereksiz üretimin, fazla tüketimin önüne geçmek.

Roman, Lao Tzu’nun anlamlı bir cümlesiyle sonlanıyor: “Bütün uzun yolculuklar ilk adımı atmakla başlar.” Peki siz, içinde bulunduğunuz yazarlık yolculuğuna ilk adımınızı nasıl attınız?

Aslında kendimi, hayatını yazıyla sürdüren biri olarak tanımlamayı tercih ediyorum. Yazarlık bir yolculuk mu bilmiyorum, daha çok hayat boyu edindiğimiz farklı birikimlerin sonucunda seçtiğimiz bir uğraş gibi geliyor. Yazmayı bir hayat uğraşı olarak seçmeye karar vermemse, yirmili yaşlarımda ilk kez şiirlerimin dergilerde yayımlanmasından sonra oldu. Dergiyi elime aldığım günü anımsıyorum, o gün hayatımı yazıyla sürdürmeye karar verdim. Geçimimi sağlamak için kitap çevirmenliğine başladım ve o günden beri de çeviri çalışmalarından zaman buldukça yazıyorum.

edebiyathaber.net (18 Eylül 2024) 

Yorum yapın