İnsan hafızasının kırılganlığını anlatan sarsıcı bir roman

Eylül 25, 2024

İnsan hafızasının kırılganlığını anlatan sarsıcı bir roman

Şefika Ülkü Altundal Ercan’ın Demans: Bir Unutma Hikâyesi adlı romanı Doğan SoLibri Yayınları tarafından yayımlandı.

Tanıtım bülteninden:

Şehirlerarası otobüs şoförü Muzaffer Dertli’nin giderek artan unutkanlığı genç bir çiftin ölümüne yol açtığında o ve ailesi için yaşam tamamen değişir.

R Tipi cezaevinde cezasını çekerken hayatının önemli anlarını ve sevdiklerini unutmaya başladığında imdadına genç oda arkadaşı Feridun yetişir. Hafızasının parçaları arasında kaybolan Muzaffer Dertli onun sayesinde her gün kim olduğunu ve nereden geldiğini hatırlamaya çalışır. Avukat Meltem bu zorlu süreçte iki kader mahkûmunun en büyük destekçileridir. Hem babasına hem de onun genç arkadaşına yardım için uğraşan genç avukat, bu zorlu yolculukta ailesini yeniden bir araya getirme mücadelesi verir. Ama demansın acımasız etkileriyle başa çıkmak hiç de kolay olmayacaktır.

Demans: Bir Unutma Hikâyesi, insan hafızasının kırılganlığını ve yitirilen anıların bıraktığı boşluğu derin bir hassasiyetle ele alırken, hem hastanın hem de yakınlarının yaşadığı zorlukları gözler önüne seriyor.  Aynı zamanda aile bağlarının ve sevginin gücünü gösteren bu roman her sayfasında insan ruhunun derinliklerine dokunarak unutulmaz bir hikâye sunuyor.

ŞEFİKA ÜLKÜ ALTUNDAL ERCAN

Siverek’te doğdu. On beş yaşındayken ismini taşıdığı anneannesini ve dedesini memleketinde bırakarak ilk zorunlu göçünü gerçekleştirdi. Ailesiyle birlikte İzmir’in Karşıyaka ilçesine taşındı. 2004 yılında tıp doktoru, 2010 yılında uzman doktor unvanlarını aldı. Anadolu’nun birçok yerinde mesleğini icra etmeye çalıştı. Halen İzmir’de bir devlet hastanesinde hekimlik yapmaktadır. Deniz ve Rüzgar’ın annesidir.

“Gözlerini yatağın yanında duran komodine çevirdi. Bu küçük, metal dolap paslanmayı önlemek maksadıyla griye boyanmıştı, ama bu soğuk renk onu mutlak sondan kurtaramamıştı. Kirli ve paslı komodinin üzeri darmadağındı. Bunca eşya arasında işine yarayacak bir şeyler mutlaka bulacaktı. Dikkatini çeken ilk şey uzun, ince bir plastik kutu oldu. Kutunun üzerinde büyük harfle ‘Muzaffer Dertli’ yazıyordu. Adını görünce heyecanlandı, şeffaf kutuyu eline aldı. Gün ve saatlere göre bölümlere ayrılmıştı. Her bir bölmede ilaçlar vardı. Tarih 28 Mart 2018’di, ‘Vay be! O kadar oldu mu?’ dedi kendi kendine. İlaçların adedine bakılırsa Muzaffer Dertli’nin azımsanmayacak kadar çok hastalığı vardı. Ve belli ki zorla alıkonulduğu bu yerde ölmesi değil, sürünmesi esas alınmıştı. İlaç kutusunu yerine, birbirine tıpatıp benzeyen iki kupanın yanına koydu. Beyaz porselen kupalardan birini, sonra da diğerini eline aldı. Her iki bardağın içinde çay kalıntısı vardı, ama o, çay içtiğini anımsamıyordu. Evet, sonunda bir şey yakalamıştı: Bardaklar ona ait değildi. Bu önemli olabilirdi. Belki de dün gece hatırlayamadığı misafirleri vardı. Odaya gelen ve yatağının başında çay içenler. Kimlerdi bunlar? Ona bu kadar yakın olup da hatırlayamadığı kişiler kimlerdi? Düşünmek ve aradığını bulamamak hiç bu kadar zor olmamıştı. O an bu zorluğun altında ezildiğini hissetti. Koca kafasını avuçlarının arasına alıp birkaç saniyeliğine gözlerini kapadı. Zihni kaldıramadığı sorularla haşır neşirken bedeninden gelen uyarılar onu iyice yormuştu.(…) Kendini toplamalı, güç belada olsa kaldığı yerden devam etmeliydi.”

edebiyathaber.net (25 Eylül 2024)

Yorum yapın