Rıza Tevfik Bölükbaşı ya da daha geniş çevreye yansıyan adı ile “Feylesof Rıza Tevfik Bey”, Osmanlı’nın yıkılışından Cumhuriyet’e doğru gidilen siyasal atmosferin en önemli figürlerinden birisiydi. Öncelikle belirtmek gerek çok sayıda meziyeti var Feylesof’un: Şair, doktor, pehlivan, araştırmacı, altı dil bilen bir diplomat. Avrupalı filozofları kendi ana dillerinden okuyup anlayan ve bunları felsefenin çok yaygın olmadığı ve de matah kabul edilmediği topraklara aktarmaya çalışan bir öncü aynı zamanda. Ve çok tartışmalı, biraz da çelişkili bir politik aktör. Sultan Abdülhamit karşıtı, sonra onu özlemle ananlardan, yâd edenlerden, ona olan sevgisini şiirlerine aktaran; İttihatçılara destek verip ardından hayal kırıklıklarının etkisi ile ona muhalif olan ve Sevr’de yani teslimiyette imzası bulunan birkaç isimden olan. Ali Kemal gibi akıbete uğramaktan ürken ve yurt dışına gitmek durumunda kalan bir de. Yeni kurulan Cumhuriyet için sakıncalı. Yüz elliliklerden ama yine de devlet ricalince entelektüel zenginliği nedeni ile saygı duyulan ve sonrasında affedilen. Bu yönüyle biraz Refik Halit Karay ile de ortaklaşan. İşte böyle bir kişinin biyografisini yazmak kolay olmasa gerek.
İzmir’de yaşayan şair/yazar Mustafa Kaylı’nın asıl mesleği elektrik mühendisliği. 1991-1996 yılları arasında bir grup arkadaşıyla birlikte İzmir’de “Harman” adlı kültür sanat ve edebiyat dergisini çıkarttı. 2005 yılında dört dil alarak “İzmir Tarihi Yerler Gezi Rehberi”ni yayınladı. 2019 yılında “İlka” adlı iki dilli şiir kitabı, 2022 yılında ise “Edım/Final” adlı uzun hikâye kitapları okuyucuya görücüye çıktı. Yazar Kaylı, şimdi çok önemli bir yapıt ile karşımızda. Son dönemde sıklıkla karşımıza çıkan biyografik romanlara yeni bir halka ekleyerek “Feylesof-Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın Trajedisi” isimli kitabı yayınlandı. Sakin Kitap’tan çıkan, 376 sayfalık oylumlu kitap, alışılagelen biyografi anlatılarının aksine yazarın doğum anıyla açılışını yapmıyor. İstavri’nin Kahvehanesi’nde Rıza Tevfik’in konuşmasını dinlemeye gelen bir grup gencin sorularıyla Rıza Tevfik daha çok felsefi sorunları anlatan ve araya şiirlerini de serpiştiren bir aktarımla roman proloğunu yapıyor. Ve sonrasında sakıncalı halinin kimi görünümleri olan devlet ricali karşısına çıkmasını gerektiren hallere. Öte yandan da nazırlık yapacak kadar da siyasal iktidarların vazgeçemeyeceği bir figür haline gelmesini görmekteyiz. Ancak roman, tüm bu yaşamı direkt merceğini filozofa yönelterek vermiyor. Adeta o periferide durmakta, İmparatorluğun yıkılış sürecindeki entelejansiyanın bir temsili olarak orada beklemekte. Daha çok Murgi, Fikri, Hatip Bey, Saim Bey gibi karakterlerin kendi aralarında Rıza Tevfik’e ilişkin düşünceleri, hayranlıkları etrafında roman ilerliyor. Ancak özellikle Sevr Antlaşmasını imzalayan birisi olarak işgal yıllarında Ali Kemal gibi linçe uğramaktan korktuğu için kahramanımızın yurdu terk etmesini betimleyen kısımlar okuyanı daha çok sarmalıyor. Ve sonrasında ise yüz ellilik birisi olarak eşi Safiye’yi de yanına alarak Cidde, Hicaz, Amman, Kahire, Kıbrıs, İngiltere, Amerika ve sonrasında Cünye’de devam eden hayatına ilişkin olarak dönemin önemli gazetecilerinden Feridun Kandemir’in ziyaret kısımları ile son buluyor. Bu bölümler Kandemir’in “Kendi Ağzından Rıza Tevfik” isimli kitabından istifade edilerek roman diline aktarılmış.
Biyografiye Sığmayan Bir Yaşam
Yazar Mustafa Kaylı, romanı kaleme alırken birçok kaynağı gözden geçirmiş. Ancak bunların kuru, kitabi bir şekilde anlatımı yerine roman diline yakışır akıcılıkta bir kurgu ile karşımıza çıkıyor. Fakat kullanılan dil, kelime haznesi olarak oldukça zengin olmasına karşın, bazen dönemine uygun olarak oldukça ağdalı iken kitabın bazı yerlerinde bu aktarım oldukça sade bir hüviyete bürünmüş. Bu çelişki kitabın tümünün ruhuna sinmiş. Başta da belirttiğimiz gibi konu edinilen özne oldukça tartışmalı ve entelektüel düzeyi de bir o kadar yükseklerde bulunan birisi olması nedeni ile kendisine ait düşüncelerin ve kimi yaşam duraklarının daha belirgin verilmesinde fayda vardı. Kardeşinin intiharından, büyüdüğü ortama, evliliğinden, çocuklarına ilişkin kimi sıkıntılarına ve acı dolu sürgün yıllarından, sonrasına dair diğer yüz elliliklerle ilişkilerine ve yurda dönüş hikâyesine kadar kimi önemli ara duraklar oldukça yüzeysel yansımış. Dolayısıyla okuyanlar açısından bu yönüyle beklentiyi karşılaması zor görünüyor. Ve zaman zaman filozofa ilişkin çok belirleyici olmayan, özellikle dönemin Osmanlıcı yaklaşımından farklı Türkçü görüşlerinin uzun uzun ele alınması kahraman özelinde çok anlamlı bir katkı sunmuyor bizlere. Çelişkili bir aydın olarak Rıza Tevfik’in İmparatorluğun dağılması ve yeni Cumhuriyet’in onunla hesaplaşmasını getirdiği o büyük yıkım ve kitabın ismine de yansıyan trajedisi açıkçası bana pek geçmedi. Biyografi romanların temel meselesi belki de tarihsel gerçeklik ile kurgunun birbirine karıştırılması ve okuyucunun mutlak gerçeği her zaman arar olmasıdır. Bu bakımdan kitabın tartışmalı noktalara kimi düşsel karakterlerin ağzıyla yer yer değindiği görülse de, nesnellikten çokça uzaklaşılmadığı da görülüyor. Ama yine de sanırım daha geniş mercekli, dönem Cumhuriyet yazınına da yer veren kaynaklara da başvurulmamış olması bir başka eksiklik olarak görülebilir. Yazar Kaylı’nın kitabın sonuna eklediği “istifade edilen kaynaklar” kısmında sadece Avagyan Arsen’in “Ermeniler ve İttihat Terakki”, Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın “Biraz da Ben Konuşayım” ile “Serâb-ı Ömrüm”, Dengbej Şakiro’nun “Selanik”, Hilmi Yücebaş’ın “Filozof Rıza Tevfik, Hayatı-Hatıraları-Şiirleri” ve birkaç başka yazarın eserleri dikkat çekiyor. Kitabın, örneğin İpek Çalışlar’ın “Latife Hanım” ya da “Halide Edip Adıvar” kitaplarındaki türden ilgili kişiye dair bütünlüklü bir yaklaşımı bulunmamakta. Yani biyografi iddiasındaki bir romanın sadece kronolojik anlatımlarla yetinmemesi, kişinin bulunduğu ortamın psikolojik yönlerini sunması da beklenir. Zaten edebiyatın büyüsü bu etki de değil mi? Kitapta yazar bu aslında husustan bahsediyor: “ Onun hayatı; tabi ki yaşadığı dönemden, olaylardan ve siyasi yapıdan azade değildir. Değil mi ki o, dağılmak üzere olan altı asırlık bir imparatorluğun münevveridir, elbette sosyal çalkantılardan etkilenmiş, yaşanan savaşların-yıkımların acı sonuçlarından payını almıştır.” Ancak Kaylı’nın kitabında, feylesof’un örneğin Sevr’e gidilen yol gibi yaşamının önemli durakları sathi ele alındığı gibi, kahramanın kimi tercihlerinin psikolojik alt zemini de yeterince sunulmamış. Bunun yanı sıra kitabın akıcı diline karşın uzun sayfalar boyunca okuyucuya soluk aldıracak başlıklarının olmaması da okumayı zorlaştıran editoryal bir etken olarak karşımızda.
Tüm bu itirazlarıma karşın, sadece kendisinin yazdığı bir kısım kitaplar ve ona dair röportajları dışında handiyse kaynağa ulaşamadığımız sakıncalı, yetkin, dönem sancıları içinde kıvranan bir münevveri, üstelik de roman kahramanı halinde, akıcı olarak okuyana sunulması Feylesof’u tanımak bakımından oldukça faydalı. Mustafa Kaylı’nın “Feylesof”u “Sakin Kitap” etiketiyle raflarda okuyucularını bekliyor.
edebiyathaber.net (28 Eylül 2024)