Klasik eserlerin yaklaşık 50 yılda bir yeniden çevrilmesi gerektiği söylenir. Bizde de sık rastlanan, üzerinde konuşulan bir konu yeniden çevirilerin gerekliliği. Bu konunun bugünlerde yeniden tartışmaya açılmasının nedeni de İngilizceye “yeniden” yapılan Homeros çevirileri. Bu yeni çevirilerin tartışıldığını duymuştum ama konuyla ilgili yazılanlardan haberim Everest Yayınları Yayın Yönetmeni, deneyimli çevirmen Saadet Özen’in bir Tweet’i sayesinde oldu. Paul Reitler, Emily Wilson’ın “The Odyssey” çevirisinden yola çıkarak klasik metinlerin “yeniden çevrilmesinin” estetik ve kültürel değerini tartışmış. (Why (Re)translation Matters | Los Angeles Review of Books (lareviewofbooks.org)). Tartışma konusu olan kaynak metne yeni bir yorum veya yaratıcı bir yanıt sunma isteği ile yapılan çeviriler ve bunların getirdiği artılar ve eksiler.
Yeniden çeviri, “daha önce aynı dile çevrilmiş bir eserin çevrilmesi”ne verilen ad. Yeniden çeviri birçok nedenden dolayı olabilir. Eski dili güncellemek en yaygın gerekçe, çünkü dil gelişiyor, yenileniyor. Bizim gibi dil devriminin sürekli yaşandığı ülkelerde kullanılan sözcükler sık sık değişiyor. Eski sözcükleri özellikle yeni kuşaklar anlamıyor. Tabii kültür de değişiyor. Kültürel değişiklikler, yenilenmeler de eski çevirileri anlamamızı güçleştirebiliyor.
Çeviri kalitesini artırmak da bir gerekçe. Eski çevirilerin bazılarının çok hızlı yapıldığını biliyoruz. Bu hızlı olma ihtiyacı nedeniyle üzerinde fazla düşünmeden çeviriler yapılmış. Yanlışlarla dolu çeviriler var. Zor gelen paragrafların atlandığı, Türk okurları anlamaz diye bazı bölümlerin çevrilmediği ya da değiştirilerek, hatta yorumlanarak çevrildiği de bilinen gerçek.
Kitap maliyeti artmasın diye kısaltılarak yapılmış çevirilerden de söz edebiliriz. Bir zamanlar en ünlü yayınevlerinde bile Türkçe çeviriyi belli bir fiyatın üzerinde satmamak amacıyla çevirilerde bilinçli olarak kısaltmalar yapıldığını biliyoruz. Bu çevirilerin üzerinde de ünlü çevirmenlerin adları var.
Zaman darlığından, bir an önce satışa sunma endişesi ile kitabı parçalara ayırıp birden çok çevirmene çevirtmek ve usta bir çevirmene ya da yayınevinin editörüne redakte ettirip onun adını koymak da rastlanan örneklerden. Özellikle “bestseller” diye tanımlanan kitaplarda çok yaygın bir yöntem bu. Zamandan kazanılıyor ama başı sonu tutmayan, yazarın üslubuna hiç aldırmayan çeviriler ortaya çıkıyor.
Sansür ve otosansür de bir gerekçe. Dönemin koşulları nedeniyle siyasi, dini ya da cinsel gerekçelerle kaynak metni sansürleyerek, bazı terimleri, yer adlarını kullanmayarak ya da farklı kullanarak, sakıncalı bulunan bölümleri atlayarak yapılmış çevirileri biliyoruz. Kitap toplatılmasın, çevirmeni, yayıncısı yargılanmasın endişesi ile yapılan bir uygulama.
Tabii ikinci dilden yapılan çeviriler de var. Örneğin Japonca ya da Portekizce yazılmış bir eseri o dili bilen çevirmen bulamayınca ya da hızlı çevrilir düşüncesiyle daha yaygın bilinen Fransızca ya da İngilizce gibi bir dilden çevirtmek de eskiden beri çok rastlanılan bir uygulama.
Tüm bu nedenlerle eski çevirilerin yenilenmesi gerekebiliyor. Bunu ben de destekliyorum. Saadet Özen’in sözünü ettiğim tweette dediği gibi “Klasikler dil yenilendikçe yeniden çevrilebilir, çevrilmelidir de. Her çeviri bir tekliftir, yoruma dayalı bir çalışmadan “mutlak” bir sonuç çıkmaz.”
Tabii tüm bu iyiniyetli gerekçelerin yanında “tamamen duygusal” yani maddi nedenler de var. Özellikle 1992 sonrası, yani FSEK’de değişiklik yapılıp çeviri eserlerdeki telif anlaşması yapmadan basabilme sınırının yayınından sonraki 10 yıldan yazarının ölümünden sonraki 70 yıla çıkarılması ile bazı çevirilerin telifleri yayınevlerine mali olarak ağır gelmeye başladı.
92 öncesi orijinal dilinde yayınlanışının üzerinde 10 yıl geçmiş kitaplara telif ödenmiyordu. O nedenle de Türkçeye çevirilerde çevirmene daha cömert davranılabiliyordu. Özellikle çevirmen ünlü ya da ustaysa ve onun kitabı çevirmesinin satışı artıracağı düşünülüyorsa çeviri yüzdeleri yüksek olabiliyordu. Bu nitelikteki çevirmenlere yüzde 10 – 15 telif ödendiğini biliyoruz. Ama orijinal eserin yazarına da telif ödemek gerekince bu maliyetler dikkati çekmeye başladı ve azaltmanın yolları arandı. Bunun yolu da çeviri maliyetini azaltmak için eski çeviriden vazgeçmek olarak görüldü. Böylece hem çeviri yenilenmiş olacak hem de çeviriye daha az telif ödenecekti. Usta çevirmenlere göre daha az tanınmış ve önemli klasik eserler çevirerek kendini göstermek, tanınmak isteyen çevirmenler bulundu. Çeviri telifi yüzdesi önce 5’lere, sonra yüzde 1-2’ye indirildi. O da yetmedi bir kerelik çeviri ödemeleri yapılmaya başladı. Yani çevirmenler sadece ilk baskıda telif ödemesi alabilecek sonraki baskılarda telif alamayacaklardı. Birçok çevirmenin bu ödeme tekliflerini kabul ettiğini gördük.
Artık çevirmenlerin eskiden kazandıkları telifi kazanmak için daha çok çeviri yapması gerekiyor. Daha çok çeviri de daha hızlı çeviri anlamına geliyor. Yılda dört – beş çeviri yapan çevirmen dostlarım var. Çoğunlukla da daha önce çevrilmiş klasiklerin yeniden çevirilerini yapıyorlar. Zaten bu soru da onlarla sohbetlerimiz de aklıma takıldı; “Her yeniden çeviri gerçekten çeviri mi?”
Çevirmenlere tezgahlarında ne olduğunu, hangi kitabı çevirdiklerini sorduğumda sohbet bir yerden sonra yeniden çevirdikleri bu eserlerin önceki çevirilerinin ne kadar kötü olduğuna, eski çevirilerde nasıl yanlışlar yapıldığına geliyor. Çevirmen dostlarımız cümle cümle yanlış çeviri örnekleri verebiliyorlar. Bu kadar somut örnekler verebilmeleri de o eski çeviriler üzerinde çalıştıklarını, en azından kendi çevirileri ile karşılaştırdıklarını düşündürüyor.
Yeniden çeviride eski çevirilere bakmanın, karşılaştırmanın bir yöntem olduğunu söyleyenler var. Doğru olabilir, konunun uzmanı değilim. Ama 40 yıllık bir yayıncı olarak bildiğim bir şey var ki zamanında çevirisi yıllar almış klasik bir eseri iki – üç ayda çevirebilmeniz mümkün değil. Tabii yapay zekaya çevirtmediyseniz ki yapay zekaya çevirtseniz bile ortaya çıkan metni redakte etmeniz gerekir. Yapay zekaya çeviri yaptırmaya karşı olsanız da eski çeviriyi ve kaynak metni önünüze koyup satır satır karşılaştırarak ve günümüz Türkçesiyle, kendi cümlelerinizle yeniden yazmanız, eksiklerini tamamlamanız, yanlışları düzeltmeniz mümkün. Bir redaksiyon bu. Hiçbir çevirmeni suçlamak istemem ama deneyimlerim bana klasik eserlerin bu kadar hızlı çevirilemeyeceğini, mutlaka “kolaylaştırıcı” yöntemler bulunmuş olması gerektiğini düşündürüyor. Bu kolaylaştırıcı yöntemlerden ilk akla gelen de kaynak metinle yetinmeyip Türkçeye daha önce yapılmış çevirileri de önüne alıp satır satır redakte etmek.
edebiyathaber.net (2 Ekim 2024)