Museu Del Joguet’te bulduğum Tenten | Başak Canda

Ekim 18, 2024

Museu Del Joguet’te bulduğum Tenten | Başak Canda

                                                           “İnsan, hayâllerine inanarak onları gerçeğe dönüştürür.”

Çoğumuzun Hergé olarak bildiği Georges Remí’nin Tenten’i ve maceralarının büyüleme gücünün çocukluğumda kaldığını sanırdım. Öyle olmadığını İspanya’nın Figueres şehrinde yemek yediğim yerin yan tarafındaki ara sokağın hemen başlangıcında bulunan Museu Del Joguet Catalunya flaması dikkatimi çektiğinde anladım. Museu Del Joguet’in, Fransızcadaki Musée du Jouet ile olan benzerliğinden dolayı buranın oyuncak müzesi olduğunu tahmin etmem zor olmadı. Unuttuğumu sandığım, hatta böyle bir zamanda hiç aklıma geleceğini düşünmediğim Tenten, burada farklı bir yanıyla karşımdaydı. Kaldığım hostele (pansiyon) geri döndüğümde barın arka tarafında duran, hostelin sahibi Tony’in heyecanla beni beklediğini farkettim.

Belçika’dan geldiğimi biliyordu Tony. Tintín Era Català kitabının yazarı olan, dil ve edebiyat profesörü Joan Manuel Solsevılla Alberti ile La Vanguardia gazetesinin ek dergisinde yapılan söyleşiyi uzattığında, onun da derin hayranlığı dikkatimden kaçmadı. “Yazarsın işte,” dedi, başıyla söyleşiyi işaret ederek. Bu ‘yazarsın’ sözü aslında Tenten’in maceralarının parlak karikatüristine de bir saygıydı.

Georges Remí (Hergé), Fransızcadaki telaffuzundan dilimize Tenten olarak geçen Tintín adında yarattığı küçük Belçikalı gazeteci karakterini benzersiz bir çizgi roman efsanesi hâline getirdiğini sanırım bilmeyen yoktur. Hergé’nin hayâl gücünden doğan karakteri, yediden yetmişyediye herkesi bir yanıyla mutlaka etkilemiştir. Benim Tenten ile kurduğum ilişki ise daha başka. 

Çocukken nasıl bir yaramazlık yaptığımı hatırlamıyorum ama abimin çok kızdığı bir anda “Sende Tenten şansı var,” sözü hâlâ kulaklarımda. Sanırım oyundaki rolümden dolayı bunu demişti. Ancak bu ‘şans’ her ne ise, işte o çocuk yaşlarımda düşmüştüm abimin sözünün peşine. Merakım beni abimin dolabına itmişti bile. Daldığım dolapta giysilerinin altına saklanmış şekilde çizgi roman ve dergilerin arasında gördüğüm Tenten’e aşık olduğum andır o an. Neredeyse hergün bir ritüele dönmüştü Tenten okumalarım. Her seferinde gizli gizli okuyup olduğu gibi yerine yerleştirme yeteneğime de bugünden saygı duyuyorum.

Çocukluğumu geçirdiğim kasabada eve televizyonun en son girdiği ailelerden biriydik. Dolayısıyla dergiler, gazeteler hayatımda önemli bir yer tutmuştur. Gazetelerden kestiğim karikatürleri annemin sakladığını yeni öğrendim mesela. Tenten’in gittiği her yerde adaleti arayan tavrı, Karadeniz’in bir maden kasabasında başlayan hayat yolculuğumun ilkesi olmuştu ve bu devam ediyor.  Özgün adı “Les Aventures de Tintin” olan, 1929 yılında yaratılan Tenten’in Maceraları, 250 milyondan fazla satmış ve 80’den fazla dile çevrilmiştir. Biri 1961 diğeri 2011 yılında yapılan sinema uyarlamaları da en az çizgi romanları kadar ses getirmiştir. Ayrıca müzikal olarak da sahnelenen Tenten’in, şimdilerde bilgisayar oyunlarında da yerini aldığını görüyoruz. Yine sayısız korsan baskıyı veya çok sayıda pastiş ve taklitleri saymıyorum tabi.

“Tenten Sovyetlerde” ile başlayan macera,  hayâli ülkeler dâhil olmak üzere herkesi bambaşka diyarlara götürmüş, hatta Tenten’i aya bile çıkarmıştır.  O zaman Sovyetleri bilmeyen bir çocuktum. Bir Sovyet eleştirisi olduğunu anlamam sonraki yıllara denk gelir. Gerçi bu çok eleştiri almıştı ve sonraki serilerde farklı bir Tenten karşımızdadır. Yaratıcısı, 1929 yılından vefat ettiği 1983 tarihine kadar toplam 24 farklı hikâye ile Tenten’in Maceraları serisini oluşturmuştur. Sürükleyici öyküler, macera, bilim kurgu, mizah, dram ve polisiye gibi farklı tarzları bir araya getiren bir yapıdadır.

Tenten doğuştan evrensel bir karakterdir. Onu özel yapan şey, sıradan görüntüsüne zekâsını ekliyor olmasıdır. Hristiyan yanlarının ağırlığı eleştirilse de zayıfların korunması, masumların ve zulüm görenlerin yanında olmasını önemsemişimdir. Onun Gılgamış gibi ölümsüz olduğunu söyleyenler pek de haksız sayılmaz. Ama bence Odysseus gibi dur duraksız sonsuz bir yolculuğun içinde, bir yerden diğerine giden bir karakteri temsil eder. Bu yanıyla Calella, Barcelona, Valencia, Benidorm, Alicante, Girona’nın ardından Figueres’e uzayan zorunlu istikâmetimde onu yanımdaymış gibi hissettim. Tenten’in maceraları evine döndüğünde bitmez, sonsuz bir dönüş olarak yolculuğuna yeniden başlar. Benimse rotamda Brüksel olmasına rağmen, hayatın bilinememezlikleri içinde direksiyonumun nereye çevrileceğini kestiremiyorum. Çünkü gittiğim yolun rotası kalbimin derinliklerinde. Onun hızına göre hareket ediyorum.

İspanya yolculuğumun Salvador Dali’nin memleketinde Tenten’le devam etmesi Museu Del Joguet Catalunya’ya ziyaretimle başladı. 4500 eserin bulunduğu müzede gözüm Tenten’i aradı doğal olarak. Oysa merdivenleri çıkarken kocaman, hareketli bir Pinokyo karşılamıştı beni ve diğer ziyaretçileri. Bir duvardan diğerine geçiş yaparken gözüm pencere önüne yerleştirilmiş başka bir pinokyo kuklasına takılıyor. Girişte de Salvador Dali’nin karşıladığını söylemeyi unutmayayım. Tahta sandalyesinde, elinde uzun ve ince fırçasıyla bıyıklarının gözlerine doğru olan hizasından ziyaretçilere bakıyordu. Hemen yanında duran sayısız araba minyatürleri de söylemeliyim.

Sadece Dalí değil tabi, Anna Maria, Federico García Lorca, Joan Miró, Carles Fages de Climent, Josep Palau i Fabre, Joan Brossa, Quim Monzó, Frederic Amat… İspanyol sanat, kültür ve edebiyatında özellikle dilin gelişimine katkıda bulunan bu isimlerin yanında ne ararsan var. Hayvanlardan karton süvarilere, dönem kostümlerinden robotlara, buharlı motorlardan bisiklet çeşitlerine, minyatür saraylar, evlere kadar… Tasarımları etkileyen her an, bilimsel ve teknik ilerlemeleri, tarihsel olaylarda ve sanatsal hareketlerde olduğu gibi yeniden ele alıyor ve bunu özel bir sunumla gösteriyorlar.

Müzenin tüm ihtişamı arasında Tenten aklımdan çıkmıyordu. Ne yazık ki bir ize de rastlamamıştım gezdiğim son ana kadar. Üzgün bir şekilde ayrılacakken, görevliye Tenten ile ilgili bir eser olup olmadığını sordum. Bana Joan Manuel Soldevilla Alberti’nin, Tintín Era Català kitabını gösterdi. Tony’in gösterdiği söyleşinin yazarının Tenten kitabı karşımdaydı ve Tenten sayfaların arasından gülümsüyordu ona olan hayranlığımı bilerek.

Kitle iletişim alanında çeşitli makaleler yazan, çizgi romanlarla tezahürlerini yaratan, sergi küratörlüğü yapan yazar, Franco diktatörlüğünün ortasında Katalanca’daki ilk Tenten serisi olan Les Joies de la Castafiore (1964’te)’nin bir sonucu olarak dilin yayılması ve öğrenilmesine yönelik Tenten hayranlığını bir üst seviyeye çıkararak Tentenoloji ya da İspanyolcası Tintinista, tintinólogo, tintinófilo diye de bilenen akımın öncüsüdür. Soldevilla bu kitabında, Tenten’in Katalonya ile olan bağlantılarını ve küçük okurların hayranlığını araştırır. Böylece Katalan kültürünün çok çeşitli figürleriyle geçmişten günümüze güçlü bağlantılarını analiz eder. Çalışmalarını bu bağ üzerinden dilin gelişmesine dayanak yapar.

Röportajda “Karaktere ve onun hikâyelerine olan bu sevgim, belki biraz kendini beğenmişlikle kendimi bir Tentenci ya da daha iyisi bir Tenten hayranı olarak nitelendirmemi sağlıyor. Tabii ki bu seviyeye ulaşamıyorum.” der. Benim hayranlığım ise başkaldırıda gizli ondan farklı olarak. Gezgin olması diğer bir nedenim. Elbette abimin sözü de bahtiyarlığımdır.

Tintinophile ve 1001 Katalan Tintinaires Derneği’nin de kurucusu olan muhabir yazar, Joaquim Ventalló’nun rafine bir Katalancayla yaptığı çeviriler sayesinde Tenten’in Katalan olduğuna inanmaya başladığını belirtir. Tenten’in çok sevilmesini de grafik kalitesi, iyi senaryo ve harika karakterler ve renk uyumunu örnek göstererek açıklar. La Vanguardia gazetesindeki söyleşiden dikkatimi çeken bölümü eklemesem bu yazıyı eksik hissedeceğim diyerek, minik bir anekdot olarak bırakıyorum. Böylece Tenten’in ilk zamanlardaki kolonyalist eleştirilerine ve benim çocukken onda bulduğum adalet arayışının  nedensiz olmadığına bir yanıt olur.

-Hergé, Nazi yanlısı mıydı?

HAYIR! Tintín destekleyicidir, zayıflara yardım eder ve diktatörlerle yüzleşir.

-Ama Nazilerin Belçika’yı işgali sırasında… kaldı.

Hergé çalışmaya ve yayınlamaya devam etmek istedi ve Belçika’da kaldı, bu doğru. Ama yaptığı iş haysiyet ve asaletle dolup taşıyor.

-Kaptan Haddock belki de ahlaki açıdan biraz daha kınanması gereken biri…

Bu “pürüzlülük”, onun öne çıkmasının bir kısmını çalan kontrasttır. Ve köpek Milu zayıflıkların vücut bulmuş hâli: başı dönüyor, korkuyor…

-Ve Hernández ve Fernández.

İnsan saçmalığını temsil ediyorlar.

-Dalí’nin Tenten’den hoşlandığı doğru mu?

Evet! Hergé ve Dalí birbirlerine hayran kaldılar ve birbirlerini tanıdılar. Tenten ve Arte-Alfa’da tunikli bir ressam beliriyor, çok Dalinian… Ve Miró da Tenten’i seviyordu.

edebiyathaber.net (18 Ekim 2024)

Yorum yapın