İstediğimiz hayatı özgürce yaşayabileceğimiz günlere…
Yaşamda cesaret gösterip kendisi olabilen kaç kişi tanıyorsunuz? Kendisi olabilmek konusunda toplumsal bir baskıyı üzerinde hissetmeyen kaç kişi biliyorsunuz? Her hangi bir günde her hangi bir konuda her hangi bir şeyi gerçekleştirirken bir an durup bunu yaparsam ne derler acaba diye düşünmediğiniz bir anınız oldu mu? Benim olmadı örneğin. Her zaman olmasa da zaman zaman düşündüğüm, kendimi durdurduğum zamanlar olmuştur. Belki de düşünmediğim zamanların sayısından daha çoktur bu anlar. Toplumsal rolümün etkisi vardır mutlaka bunda ama yine de tam olarak beni ortaya koyamadığım için üzülmüşümdür o esnada.
Zeynep Alpaslan’ın yazdığı, Elif Yemenici’nin desenleriyle eşlik ettiği “Kar Melekleri”ni okurken düşündüm bunları. Kitap üzerine neler söyleyebilirim acaba diye düşünürken “kendin olmak” fikri canlandı kafamın içinde. Şu yaşamda kendimiz olarak yaşayabiliyor muyuz tam anlamıyla?
“Kar taneleri gibi biricik, kar taneleri gibi birlikte” diyor kitapta. Çağrışım yaptığı dizeler aniden parlayan bir ışık gibi düştü zihnime. “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine.” Zeynep Alpaslan’ın bu sözcükleri de çok hoş olmuş ama. Çok net anlatıyor meramını.
Kitapta Ceren ve Gaye’yle tanışıyoruz. Aynı okula giden, aynı sınıfta eğitim gören iki arkadaş. İki farklı karakter. Beğenileri, ilgileri ve görünüşleri çok farklı. Ceren çizgi roman okumayı seven, utangaç, kabarık saçlı bir kız. Gaye ise okulun en popüler, en havalı kızlarından. Ceren’in saçlarının aksine onun saçları şampuan reklamındakiler gibi. Ceren, Gaye’nin hayatının deyim yerindeyse dört dörtlük olduğunu düşünüyor ve onun yerinde olmak için can atıyor. Bu sadece Ceren’in de hayali değil aslında. Bir gün olmaz denilen bir mucize gerçekleşti. Ceren Gaye, Gaye de Ceren oldu. Bedenler aynı kaldı, ruhlar yer değiştirdi. Durum böyle olunca evler de değişti tabii. Bu sayede birbirlerinin günlüklerini okuma fırsatı buldular. Gaye’nin günlüğünden Ceren okuyor: “… Birisi, sahte Gaye’nin yaşadığı sahte hayat. Bu hayatta ben okulun en popüler kızıyım, beni çok seven bir ailem ve çok iyi anlaştığım bir ablam var. Mükemmel bir hayat sürüyorum ve hiçbir şeyi kafama takmıyorum. (…) Gerçek Gaye ise gözlerden uzak yaşıyor, hatta bir hayalet kadar görünmez. Onu hiç kimse görmüyor, tanımıyor. Gerçek Gaye evde her daim çok meşgul olan annesiyle babasını rahatsız etmemek için parmak uçlarında yürüyor. (…) Biliyor musun, kafese kapatılan küçük kuşların neden kederli şarkılar söylediklerini artık anlıyorum. (…) Ceren’in çizgi romanlarını son derece sinir bozucu ve aptal buluyorum, yine de her şeye ve herkese rağmen kendisi olarak kalmayı başardığı için onu kıskanmadan edemiyorum. Ceren güçlü ve cesur bir kız çünkü ne olursa olsun asla rol yapmıyor.” Ceren’in günlüğünden Gaye okuyor: “Bir yerlerde hayatın bir tiyatro olduğunu ve bu salondaki insanların ikiye ayrıldığını okumuştum. Sahneye çıkıp kendini gösterenler ve koltuklarında oturup onları seyredenler.(…) Düşünüyorum da acaba Gaye gibi güzel ve havalı olsaydım Çınar beni fark eder miydi? Karanlıkta oturmak yerine sahneye çıkıp da oyunumu oynayabilseydim nihayet beni olduğum gibi görebilir miydi? Gaye bunu nasıl başarıyor, merak ediyorum. O asla seyirci koltuğunda oturmuyor, ne olursa olsun kendini daima sahneye atıyor ve repliklerini kusursuz bir biçimde söylüyor.”
Okudukları günlükler sayesinde anlıyorlar ki görünen yaşamlar tam anlamıyla karşısındakini yansıtmıyor. Hiç kimse kendisi değil aslında. Bize biçilen rolleri oynuyoruz sadece. Evdeki rolümüz, işteki rolümüz, ailedeki rolümüz, sokaktaki rolümüz vs. Şu rol kalıplarını kırıp kendimiz olduğumuzda çok daha farklı ve mutlu olabileceğimizden hiç şüphem yok. Ama işte o kalıpları kırma cesareti…
Yazılamayan günlüklerinizi okumaya ne dersiniz!
edebiyathaber.net (21 Ekim 2024)