Söyleşi: Sibel Unur Özdemir
Montreal’de Yaz Tatili Bizim Çağ Kitaplığı’nın ilk kitabı olma özelliğini taşıyor. Öncelikle Bizim Çağ Kitaplığı, edebiyat dünyamıza hoş geldi. Bizim Çağ Kitaplığı’nın sizin için önemini ve en büyük hayaliniz olduğunu biliyorum. Hayaldi gerçek oldu. Bu bağlamda duygularınızı, düşüncelerinizi ve ileriye dönük projelerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Bizim Çağ Kitaplığı, Mayıs 2024’te yayın dünyasına girdi. İlk kitabı (Montreal’de Yaz Tatili) Ağustos 2024’te okurla buluştu. Orta okul yıllarında yazar olacağım diye adnı koyan, önce okumayı, sonra yazmayı çok seven bir çocuğun en uzak düşüydü bir yayınevi kurmak. Önceliği her zaman “edebiyat” olan bir ömrün geldiği son noktada “Bizim Çağ Kitaplığı” çatısı altında bulunmak beni mutlu ediyor. Yola “iyi yazarlar, kitaplar, okurlar ve iyi bir dünya” diye çıktık. Bu “iyi”nin içini doldurabilmeyi, edebiyatımıza yeni bir soluk olabilmeyi diliyoruz. Çabamız bu. Ben son yirmi yıldır ağırlıklı olarak çocuklar ve gençler için yazıyorum. Bu nedenle şimdilik çocuklar ve gençlere yönelik kitaplarla yolumuzu sürdüreceğiz. Ama bununla sınırlı kalmayacağız.
Montreal’de Yaz Tatili, ilk gençlik çağı romanı. Bir yetişkin olarak keyifle okudum. Genç okurun hatta ebeveynlerin de zevk alacağını düşünüyor ve bu roman için yaşsız bir kitap diyorum. Kahramanlarınız Candan ve Defne yaz tatili kurgusu içinde Montreal’i adım adım gezerken bizde bu güzel belde hakkında pek çok bilgiye erişiyoruz. Niye Montreal?
Kızım on yıldır Montreal’de yaşıyor. Ben de üç yıla yakın bir süre orada bulundum. Montreal yakından tanıdığım ve sevdiğim bir kent oldu bu zaman zarfında. Kenti adım adım gezdim, yüzlerce fotoğraf çektim. Yaşamlara tanıklık ettim. Tarihin izini sürdüm. Özellikle yerli halkın hikâyesi beni oldukça düşündürdü. Derken kendimi masa başında buldum. Montreal’de Yaz Tatili çıktı ortaya.
Kitabınızın kahramanı Defne, ilk kez yurt dışına çıkıyor. İstanbul ve Montreal’deki havalimanlarını karşılaştırıyor. Farklı dillerde konuşulduğunu, değişik kıyafetler giyildiğini görüyor.Çeşitli insanlarla karşılaşıyor. Farklı mekanlara gidiyor, başka başka olaylara tanıklık ediyor. Montreal’de Defne’yi en çok ne etkiliyor? Neden?
Gördükleri, tanık oldukları, yaşadıkları Defne’nin hayata bakışını etkiliyor. Yollar, yolculuklar insanı değiştirir. Ufkunuz genişledikçe insan yanınız varsıllaşır. Kanada toprakları istila edildiğinde orada yaşayan yerli halkın elinden (hep olduğu gibi) her şeyi alındı. Ailelerinden zorla alınıp kilise okullarına gönderilen pek çok yerli çocuk yaşamını yitirdi, sessiz sedasız kilise bahçelerine gömüldü. (Mezarlar yakın zamanda ortaya çıktı, basına da yansıdı.) Dilleri yasaklandı, dinleri değiştirildi. Defne’yi en çok etkileyen bu olay oldu. O çocuklarla empati kurduğunda (hepimiz gibi) kuşkusuz içinde bir isyan büyümüştür.
La Fontaine Parkı başlığını görünce çocukken okuduğum La Fontaine Masalları geldi aklıma. Siz de karga ve tilki masalından bahsetmişsiniz. Böylece yıllar önce yaşamış bir yazarı anmışsınız. Defne’nin düştüğü yanılgının altını çizmiş, La Fontaine heykeli ve karga ile Defne’yi konuşturmuşsunuz. Tarzınız bana Çağan Irmak filmlerinde aralara serpiştirilen masalsı görüntüleri hatırlattı ve hoşuma gitti. Konuşan cansız varlıklar, hayvanlar, objelerden yola çıkarak Montreal’de Yaz Tatili’nin fantastik bir yanı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Fantastik demek tam anlamıyla yerinde olmaz sanırım. Defne, martıyla, heykellerle, çiçeklerle… söyleşiyor ama biz okurdan bunları gerçekmiş gibi algılamasını beklemiyoruz. Bu, Defne’nin düş gücü. Defne, yabancı bir ülkede; kendi yaşıtları yok çevresinde. Annesiyle geziyor ama anne-kız arasında yakın bir arkadaşlık ilişkisi yok. Annesi sürekli fotoğraf çekiyor. Kendi âleminde. Candan için eşini, Defne için babasını yitirmenin boşluğu dolmuş değil. Bu tatilin kazanımlarından biri de anne-kızın yakınlaşması olacak.
Sayfa 27’de “Turistlik yerler, bir kentin sahte yüzleri değil miydi?” diye sormuşsunuz okura. “Zevkler ve renkle tartışılmaz” diye bilinen bir tabir vardır. Bazı insanlar kafelerde oturmaktan, şezlonglara uzanmaktan, mavi yolculuğa çıkmaktan zevk alırken diğerleri doğa yürüyüşleri yapmaktan, balık tutmaktan hoşlanabilir. O zaman bu cümleniz göreceli bir kavram olmuyor mu? Bu cümle ile okura ne anlatmak istediğinizi açıklar mısınız?
Bu, renkler ve zevkler tartışılmaz olayı değil. Turist; öncelikle eğlenmek, hoşça zaman geçirmek ister. (Eğlenmek ya da hoşça zaman geçirmek kavramı elbette kişiden kişiye değişir.) Zamanı sınırlıdır. Üç günlüğüne Ankara’ya geldiniz diyelim. Nereleri görmek istersiniz? Tarihi ve turistlik yerler önceliğinizdir. Doğal güzellikler ararsınız. Bağlar Caddesi’ni bir göreyim, nasıl bir yerdir demezsiniz. Sıradan bir cadde… Ancak “Ankara’da nasıl bir yaşam var”ın yanıtını size o cadde verir. Kaleye çıkıp birbirinden güzel kafeteryaların birinde kahve içerken orada oturup bir kahve bile içmemiş binlerce Ankaralı geçmez aklınızdan. Hayat o an güzeldir. Turist için önemli olan da budur. Turizm, bir ülke için önemli bir gelir kaynağıdır. Kaynağınızı ne kadar canlı, renkli kılarsanız o kadar kâr elde edersiniz. Ben kitabımda okura Montreal’i bir turist gibi gezdirdim ancak bununla kalmadım. Sıradan insanların o kentte nasıl yaşadıklarını da anlattım. Kentin tarihine de dikkat çektim.
Egsoz dumanlarının yarattığı hava kirliliğinden, küresel ısınmadan şikâyet eden Dünya’nın sesini kimsenin duymadığından, yere atılan bir maskenin iplerinin küçük bir martının ayaklarına dolanmasından, parklarda bulunan yabani hayvanlara yasak olduğu halde yiyecek verilmesinden, gölün temiz olmamasından bahsediyor, insanların doğaya zarar vermemesi gerektiği konusunda güzel mesajlar iletiyorsunuz satırlarınızda. Ayrıca yerli halkın gereksinimlerini doğadan karşıladığını, bu nedenle kıymetini bildiklerini, bizimse doğanın bir parçası olduğumuzu unuttuğumuzu söyleyerek dikkatimizi çekiyorsunuz. Romanda Dünya sesini duyuramıyor ama biz sizin sesinizi duyuyoruz.
Sesimi duyurabiliyorsam ne mutlu bana. Umarım pek çok kişiye ulaşır o ses. İnsanoğlunun dünyaya/doğaya verdiği zararı ve bunun sonuçlarını görüyoruz. Montreal’de ya da Ankara’da olmanız sonucu değiştirmiyor. Doğanın bir parçası olduğunu unutmanın insanın hayrına olmayacağı ortada değil mi? Cennet dünyamızı, cehenneme çevirmek akıl işi midir? Dünyanın isyanına kulaklarımızı tıkadıkça kaybeden biz olacağız.
Montreal’de Yaz Tatili bir gezi kitabı gibi gözükse de katmanlı dokusuyla, ince ince düşünülmüş kurgusuyla okuruna çok şey anlatıyor. Bu romanı yazarken Sevda Yüksel nasıl bir yol haritası izledi, ne gibi bir ön çalışma yaptı? Kahramanlarını nasıl seçti? Kaju neden bir köpek değil de kedi oldu?
Daha önce söylediğim gibi son on yılda üç kez gittiğim Montreal’de üç yıla yakın yaşadım. Kitap kafamda bu süre zarfında oluşmaya başladı. Bilgisayarın başına geçip yazmaya başladıktan bir yıl sonra kitabın ilk taslağı ortaya çıktı. Eleştirilerine güvendiğim arkadaşların önerileri ve benim üzerinde çalışmalarımla iki yıl da olgunlaşma süreci yaşadı. Kahramanlarım, Montreal’de tanıdığım insanlardan izler taşıyor. Özellikle kızım Türkü, arkadaşları Şima ve Deniz (Kitabı onlara ithaf ettim zaten.) Burcu’nun, Candan’ın, Defne’nin kişiliklerine yerleştiler. Kaju’ya gelince (benim tatlı oğlum) o da kızımın ve arkadaşı Şima’nın kedisiydi. Yaşamımızın ayrılmaz bir parçasıydı orada. Kedilere elini bile süremeyen ben, Kaju sayesinde tüm hayvanlarla barıştım. Bir romanın kahramanı olmayı fazlasıyla hak etti.
Romanda muhtelif yerlerde geçen siyahi küçük kız, Asyalı çocuk, ataları Fransa’dan gelen Patrick, Burcu vb… Montreal göç alan bir yer mi?
Kanada, ekonomisi göçmenler üzerine kurulu bir ülke. Çok fazla göç alıyor ama bu, beraberinde pek çok sorunu getiriyor. İlk gençlik çağına yönelik bir romanı bu sorunlara boğmak doğru olmayacaktı elbette. Doğup büyüdüğün, köklerinle bağlı olduğun toprakları terk etmek hiç kolay değildir. Bazen davulun sesinin uzaktan hoş geldiğini unutuyoruz. Özellikle gençlerimizin yurtdışında yaşamaya özendirilmesine üzülüyorum. Bunun nasıl bir çözüm olduğu üzerinde tartışılmalıdır.
Yerliler topraklarını korumak için -haklı olarak- Fransızlara karşı koyuyorlar. Yeryüzünde hepimize yetecek toprak varken savaşı aklım almıyor. Barış içinde yaşamak en güzeli kısacık hayatımızda. Büyük Montreal Barışı’nın mimarlarından biri olan Huron Şefi Kondiaronk’ da analım burada. Günümüzde de ne yazık ki savaşlar oluyor. Sayfa 101’de sizin okura yönelttiğiniz soruyu yöneltmek istiyorum size “Barış uzak bir düş müydü?”
Korkarım ki öyle. Tarih sayfaları biliyoruz ki savaşlarla dolu. İktidar/güç ve para sahibi olmak isteyenlerin sarıldıkları silahlar hiç susmadı. İlkel insandan günümüzün (sözde) modern insanına kadar, dünyayı paylaşma savaşı bitmedi gitti. Savaşların ardında insanın acımasızlığı, açgözlülüğü, bencilliği… kötü yanlış olan her ne yönü varsa o yatıyor. Bilimkurgu filmlere, kitaplara bakın; orada da insanlar birbirlerini yok etmeyi sürdürüyor. İktidar ve para hırsı üzerine kurulu bu düzen değişmeli ki barış, düş olmaktan çıksın. Yine de barış umudumuzdur, diyelim.
Gezip görülen yerlerin anıları insanın belleğinde ve fotoğraf karelerinde korunduğu için mi yoksa Burcu’nun düşündüğü gibi Candan acısını (eşini kaybetmesi) sağaltmak, hayata tutunmak için mi eşinin fotoğraf makinesini kullanarak fotoğraf çekiyor?
Sorunuzu Candan adına yanıtlayayım. İkisi de doğrudur. Candan acısını sağaltmak istiyor. Çektiği fotoğraflardan oluşan bir gösteri sunmayı planlarken de fotoğraf karelerine emanet edilenleri insanlarla paylaşmayı diliyor. Sanırım Candan, fotoğraf çekmiyor olsaydı bu geziden aynı keyfi almayacaktı. Ben ekleyeyim, fotoğraf başlı başına bir mutluluktur.
Barbie (Bebek) Müzesi’ndeki bebekler ünlü moda tasarımcıları tarafından giydirilirken yerli halkın genç kızlarının hiçbir zaman ünlü moda tasarımcıları tarafından giydirilmediğini, giysilerini annelerinin ya da kendilerinin diktiğini öğreniyoruz. Kendi kendine yeten bir halk mı yoksa müzedeki bebeklerin kıyafetlerine, lükse özenti, imrenme var mı?
Çok doğru bir noktaya dikkat çektiniz. Barbie Müzesi, elbette ünlü moda tasarımcıları aracılığıyla şıklığa, lükse özenti ve imrenme yaratıyor. Barbie bebek diye bir bebek modeli yaratmak da zaten kapitalizmin işi. Çocukken hepimiz Barbie bebeklerimiz olsun istemedik mi? Günümüzde de aynı popülerliğini koruyor mu, bilmiyorum doğrusu. Candan, müzenin gezilmesini kızının ilgisini çekeceği düşüncesiyle öneriyor. Keyifle gezebilirsiniz müzeyi. Eğlenceli bir ortam. Defne, (sizin de altını çizdiğiniz gibi) asıl sorulması gereken soruyu ortaya atıyor. Kendi kendine yeten bir halktan lüksün ardına takılan insanlara mı dönüşeceğiz? Yerli genç kız belki bundan, giysilerini kendilerinin dikmelerinden, hayıflanıyordur. Yüzlerce Barbie’nin arasında belki de aklı karışmıştır. Gerisini okura bırakalım.
Grafiti sanatçıları, sokak müzisyenleri, hokey öğretmeni, festivaller, çeşitli yiyecek isimleri, meydanlar, heykeller, göller, dağlar, müzeler, yığılmış taşlardan yapılmış insan figürleri (Inuksuk), totem direkleri, parklar, kütüphaneler, kanallar, köprüler, sirk, BİXİ istasyonu… Kitabınızda geçen bazı öğeler. Bir beldeyi yiyeceği içeceği, tarihi mekânları, meslekleri ve daha pek çok şeyi ile anlatmak kolay değil. Bu bize gözlem gücünüzün büyüklüğünü gösterirken bu romanı Montreal’i gezerken yazmaya başladığınızı fısıldıyor kulaklarımıza. Ne dersiniz?
Kesinlikle öyle. İyi bir gözlemci olmak, başarılı bir yazar olmanın da ilk adımı değil midir? Ben görmeyi, fark edebilmeyi, sormayı, araştırmayı, kafa yormayı çok önemserim. Bakıp geçmek istemem. İnsanların çoğunun ne yazık ki çevresinde neler olduğundan, yaşandığından doğru düzgün haberi bile yok. İlgisizler. İnsan insanı önemsemelidir. Eninde sonunda yine birbirimize tutunmuyor muyuz?
“Women are persons.” / “Kadınlar kişidir.” (sayfa 119) Every child matters.” / Her çocuk önemlidir. (sayfa 160) Romanda Kanada’nın muhtelif yerlerinde bu şekilde sloganlara rastlanıyor ve protestolar olduğunu öğreniyoruz. Çocuğa ve kadına karşı olumsuz davranışlar dünyanın öncelikli sorunlarından biridir, diyebilir miyiz?
Kadın hakları savunucusu “The Famous Women” diye anılan Kanadalı beş kadın, 1927’de kadınların senatör olma hakkını elde edebilmeleri için bir mücadele başlattılar. Mücadeleleri “Women are persons” kararıyla sonuçlandı. Bu, Kanadalı kadınlar için eşitliğe atılan ilk adım kabul edildi. Ottowa’da bu kadınları konu alan bir heykel var. Candan, heykelin fotoğraflarını çekerken Defne bu ünlü kadınlarla söyleşiyor. Elbette kızların bilinçlenmesi adına Defne aracılığıyla okurlarıma bir mesajım var. “Kadın sorunu”nun hiç bitmediği, artarak sürdüğü bir ülkede kadınların bilinçli olması çok önemlidir. Kadını kurtaracak olan yine kadındır. Önce kadın olarak kendimize, aklımıza, bilincimize, gücümüze güveneceğiz.
“Every child matters.” (Her çocuk önemlidir.) söylemi yukarıda sözünü etttiğim kilise okullarının bahçelerine gömülen yerli çocuklarla ilgili. Bu ortaya çıktığı zaman Kanada’nın her yerinde protestolar yaşandı. Defne de böyle bir protestoyla karşılaşıyor. “Her çocuk önemlidir” zihinlerimize kazınması gereken en önemli düşüncelerden biridir. Çocukları baştacı ettiğimizde dünyanın yüzü güler. Çocuklar mutluysa mutluyuz. Ne yazık ki ülkemizde “Kadınlar, çocuklar ve hayvanlar kırmızı çizgimizdir” noktasına geldik.
Defne yalnız annesiyle değil konuştuğu heykel, tavşan, karga gibi kahramanlarla da inatlaşıyor, agresif davranıyor. Yaz tatilinin sonlarına doğru Defne’nin daha yumuşak bir tabiata büründüğü ve anne-kız ilişkisinin sıcaklığı dikkatimizi çekiyor. Bu davranışında Montreal’de yaşadıklarının payı var mı?
Elbette. Bu tatil Defne’yi de annesini de olumlu etkiliyor, değiştiriyor. Önemli olan da bu değil mi? Yaşadıklarımızdan öğrenemiyorsak onların bir değeri var mıdır?
“Konukseverlik” kavramı birkaç yerde geçiyor. Konukseverlik Türk kültürünün önemli örf, adet ve geleneklerindendir. Burcu da misafirlerini en güzel şekilde ağırlıyor. Öte yandan sosyal ve duygusal, sevgi ve anlayışa dayalı bir bağ olan “arkadaşlık” gibi bir tema Burcu ve Candan / Burcu ve Patrick üzerinden veriliyor okura. Geleneklerimiz önemli. Edebiyatımızda gelenekçi yazar, çağdaş yazar, geleneğe bağlı çağdaş yazar gibi söylemlere rastlıyoruz. Bu konuda ki düşünceleriniz nedir?
Konukseverliği, korumamız gereken bir değer olarak görüyorum. Özünde insana verilen önem, duyulan saygı vardır. İnsanları birbirinin uzağına iten bir düzen içinde yaşıyoruz. Birbirimize yabancılaşıyoruz. İnsan insana iyi gelmeli. Tek başınalık, insanı tüketen bir duygu. Kitabımda buna dikkat çekmeyi önemsedim. Göçmenliğin en önemli açmazlarından biri yalnızlık. Burcu konuklarını baştacı etmeyecek de kim edecek?
Gelenekçi ya da çağdaş kavramlarını açmadan sorunuza yanıt vermek zor. Sırtımızı elbette geçmişe dayayacağız ama yüzümüzü de geleceğe döneceğiz. Yaşam yerinde saymıyor, onunla birlikte biz de ilerleyeceğiz ama bu arada doğrularımıza sarılmayı da ihmal etmeyeceğiz. Yazar olarak benim doğrularım ne derseniz insanların insanca yaşayabilecekleri, birbirlerini ezip sömürmedikleri, bilim ve akıldan yana, adil bir dünyayı özlüyorum. Bu dünyanın kurulmasında küçük de olsa bir payım olabilirse bundan mutluluk duyarım.
Yazarın gezip gördüğü yerleri ve o yerlerle ilgili izlenimlerini gerçeklere bağlı kalarak aktardığı metin türlerine gezi yazısı (seyahatname) dendiğini biliyoruz. Siz kurmaca bir metnin içine Montreal’i yerleştirmişsiniz. Yani hayal ile gerçeği birlikte ele almışsınız. Böylece romanınız anlatısal metin türünden çıkmış hem sanatsal hem de öğretici bir metin niteliği almış. Bu eylemi bilinçli olarak mı yaptınız?
Yapmak istediğim tam da buydu: kurmaca bir metnin içine Montreal’i yerleştirmek. Bunun okuru sürükleyip götüren bir macera romanı olmasını öncelikli görmedim. Edebiyatımızda böyle örnekler çok. Eğlenelim elbette ama görelim, duralım düşünelim, sorgulayalım da istedim. Kitabım hakkında ilk kez siz böyle yerinde bir belirleme yaptınız. Beni mutlu ettiniz.
Teşekkür ederim. Ben de mutlu oldum. Montreal’i biz de Candan, Defne ve Burcu ile gezdik. Sizin ilmek ilmek dokuduğunuz satırları okuyup da Montreal’i merak etmemek, gidip görmemek mümkün değil. Sayenizde nerelere gitmemiz, ne yiyip içmemiz gerektiğini, neleri görmemiz gerektiğini öğrendik. Montreal’de Yaz Tatili’ne gezimize rehberlik edecek bir kitap diyebilir miyiz?
Montreal, aslında turistlik açıdan çok öncelikli bir kent değil. Size daha çok hoşça zaman geçireceğiniz alanlar sunuyor. Kitabımı bir tür rehber olarak kabul edebilirsiniz. Bunu gözettim. Montreal’i gezerken bize rehberlik etsin, yerli halkın hikayesine dikkat çeksin, göçmenlik üzerinde düşündürsün, insanın her yerde aynı insan olduğunu gözler önüne sersin ve elbette Kaju’yla yüreklerimizi ısıtsın istedim.
Bu güzel söyleşi için teşekkürler.
Kitabımı çok doğru okumuş ve değerlendirmişsiniz. Emeğinize sağlık. Bana güç verdiniz.
17.10.2024 / ANKARA