“Ters uçuşlu dingin kuş
Yuva yapan havada
Toprağımızın parlamaya başladığı sınırda
Kapat ikinci göz kapağını gözünü karartıyor yer
Başını kaldırınca”
Yazıma Guillaume Apollinaire’in Tören Alayı adlı şiirinden bir bölümle başlamak istedim. Çünkü bu yazının konusu ters uçuşlu dingin bir kuşun hikâyesi. Gerçek adı Pelin… Gerçek adı derken tabii ki kurgusal bir gerçeklikten söz ediyorum. Ters Uçuşlu Dingin Kuş, namıdiğer Sakıncalı Piyade, Nilüfer Benal’ın Edisyon Kitap’tan çıkan Oyunbozan adlı ikinci romanının ana karakterlerinden biri. Her şey stajyer bir öğretmenin duvara yazdığı ‘Tek Yol D’ cümlesiyle başlar. Ters Uçuşlu Dingin Kuş o sırada odasının penceresinden dışarıyı izlemektedir. Anlamı kafasında tam olarak şekillenmese de öğretmeninin fikirleriyle özdeşleştirdiği ‘Tek Yol D’ yazısını gül ve karanfillerle süsleyerek resim defterine kondurur. Böylece zor bir gözaltı sürecinden sonra ailesi tarafından anneannesinin yanına uçurulur. Ama o ters uçuşlu bir kuş ya, adı üstünde, kendini tek perdelik bir tragedyanın içinde bulur. Ve adı bu kez de İsmene olur. Sofokles tarafından yazılmış Antigone adlı ünlü tragedyadan söz ediyorum. Yannis Ritsos bu eserden yola çıkarak İsmene adında uzun bir monolog şiir yazar. Sevgili Nilüfer Benal metinlerarasılık dozunu yükselterek kitabını tam da bu şiir üzerine temellendirir.
İsmene, kızkardeşi Antigone’un nişanlısı Haimon’a gizliden gizliye âşıktır. Pelin de tıpkı İsmene gibi, en yakın arkadaşı Kod Adı Yeşim’le birlikte talihsiz bir aşk üçgenine sürüklenir. İşin kötü yanı her ikisi de üçüncü köşeye oturttukları Serhan’ın sağlam biri olmadığını göremezler. Ve bu aşk yüzünden arkadaşlıkları sekteye uğrar. Ayrı oldukları dönemde Yeşim’in talihsiz ölümü, tıpkı Ritros’un şiirinde olduğu gibi “aşağılık bir ölümsüzlüğe” dönüşür. Bu ilk bakışta itici görünen tanımlama aslında kaybedilen arkadaşa özlemi ve yokluğuna duyulan isyanı ifade eder. Ters uçuşlu dingin kuşumuz sonraki hayatını, çözümlenmemiş çelişkiler yumağı içerisinde, yaşayan bir ölü olarak sürdürür.
90’lı Yıllara Sıkışmış Bohem Bir Kuşak
Oyunbozan’ın kurgusu 90’lı yılların Türkiye’sinde geçer. Pelin, Yeşim, Serhan, Reha, Hümeyra ve ailelerinin hayatları Büyük Madenci Yürüyüşü, Manisalı Gençler Davası, Madımak Oteli Yangını, Barış Mitingi gibi dönemin toplumsal olayları eşliğinde masaya yatırılır. Doğruları, yanlışları, eksikleri, tek tek didiklenir. Ve bütün bunlarla birlikte şiir, edebiyat, sanat ve felsefeye dair göndermeler yapılır. Turgut Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreya, Can Yücel, Enver Gökçe, Ferhan Şensoy, Yannis Ritros, Apollinaire, Sofokles, Fernando Arabal, Lao Tzu, Sartre, Camus, Kierkegaard, Sokrates, Platon, Dostoyevski şu an için hatırlayabildiklerim. Yazar bu yolla 90’lı yıllara sıkışıp kalmış bohem bir kuşağın ifadesini alır. Romandaki Yeşim karakteri kendi kuşağını şöyle savunur: “Biraz bohem bir kuşağız. Eylemsiziz ama mayalanıyoruz. Bol bol okuyoruz, tartışıyoruz. Sizler gibi toplumsal eylemler içinde yer alamıyoruz. Çünkü kafamızı çıkardık mı balyoz iniyor.” (s.169) Anlarız ki onlar darbe çocukları. Bu yüzden siyaset yerine sanata ve düşünceye meyilliler. Darbe görmüş 68’li anne ve babaların, 78’li ağabey ve ablaların ardından bu kuşağın payına da bohem bir yaşam düşer. Sonra Pelin bu düşünceyi temellendirir. “Tarihte de böyle. Almanya, İtalya, İspanya faşist iktidarlar sırasında en büyük sanat akımlarını çıkarmış mesela. Çünkü faşizm seni iç dünyana döndürür, bu da yaratıcılığı artırır.” (s.170)
Oyunbozan Romanında Varoluşçuluk ve Absürdizm
Ana karakterlerden biri olan Yeşim’in ilgisi nedeniyle Varoluşçuluk ve Absürdizm, Oyunbozan romanında yoğun bir şekilde yer alır. Yeşim Sartre ve Camus’nün kitaplarını elinden düşürmez. Altını çizdiği satırları yüksek sesle okur, etrafındakilere zorla dinletir. Yeşim, tiyatroya merak sardığı bir dönemde, Fernando Arrabal’in Cephede Piknik adlı tiyatro oyununda rol alır. 2. Dünya Savaşı sonrasında yazılmış bu oyun, kara mizah yaparak savaşın acımasızlığını eleştirir. Reha oyundaki absürt ögeleri şöyle anlatır: “Oyun cephede geçiyor, bir askerin anne ve babası bir pazar günü oğullarının yanına savaşa gidiyor ve birlikte piknik yapıyorlardı. O sırada bir düşman askeri peydahlanıyor, onu da esir alıyorlardı. Ama tutsak muamelesi yapmak yerine şarap ve yiyecek ikram ediyorlardı. Aralarındaki diyaloglar savaşın çirkin yüzü hiç yokmuş gibi hissettiriyordu.” (s.85)
Yeşim kabarık bir tuvaletin altına postal giyerek bireylerin savaşa karşı duyarsızlığını vurgulamaya çalışır. Tüm oyuncular kıvrak bir Paso Doble ezgisiyle döne döne dans ederken Yeşim’in postallarının ucunda yükselip kollarını kıvırarak İspanyol raksına oyun havası yorumu katar. Tarlatanlı etekliği de neşesine ayak uydurup bir o yana bir bu yana uçuşur. Seyirciler alkışlayarak tempo tutarlar. Derken bir anda kulak tırmalayan makineli tüfek sesleri tüm salonu kaplar. Seyircilerin alkışlayan elleri ve gülen yüzleri öylece donup kalır. Tam da o an Yeşim’in eteği paraşüt gibi havalanır ve bacakları ölümden rol çalar. İkinci gösterim daha da komiktir. Oyunun tek dramatik sahnesinde oyuncular dans ederken makineli tüfeklerle taranır. Sahnedeki herkes ölür. Sahne ışıkları, müziğin hüzünlü tınıları eşliğinde kısılır. Ve Yeşim kalkıp eteğini düzeltir.
Yeşim’in Barış Mitingi’nde ölümü de absürt bir şekilde gerçekleşir. Bombaların patladığı bir mitinge gidip bombalar yüzünden değil, itiş kakış esnasında kafa üstü çakılarak ölür. Çünkü Yeşim’in varlığı zaten başlı başına absürttür. Gözaltına alınmaktan ve işkence görmekten ölesiye korkarken gidip kendini tutuklatır. İçindeki yoğun yaşam sevgisine rağmen kendini zorla öldürtür. Reha ve Pelin bir yandan çok sevdikleri arkadaşlarının ölümüyle ilgili acı çekerken bir yandan da ölüm anında olabilecek başka absürtlükleri tebessümle düşünmeden edemezler: “Kesin o uğursuz anda da mübalağalı bir reveransla kapaklanmıştır yere. Hatta berbat bir aktrist gibi elini alnına koymuş, göğe bakmış ve gür kirpiklerini ağır ağır kapatmıştır… Kesin son düşüncesi, keşke çiçekli don yerine dantelli olanı giyseydim olmuştur. Kesin kalkıp etekliğini düzeltmiştir.” (s.87)
Psikolojik Tahlil Romanı Olarak Oyunbozan
İçinde Varoluşçuluktan yansımalar taşıyan Oyunbozan, muhteşem bir psikolojik tahlil romanı olarak karşımıza çıkar. Kurgu, akşamdan sabaha dek süren birkaç saatlik bir zaman diliminde gerçekleşir. Geçmişteki olaylar geri dönüş tekniğiyle anlatılır. Pelin ve Reha uzun yıllar sonra sosyal medya üzerinden yazışıp eski günlerden konuşacakları bir buluşma plânı yaparlar. Ama bu buluşma zaman ilerledikçe bir çeşit hesaplaşmaya dönüşür. Gizlenen her şey tek tek ortaya dökülür. Gerek Pelin’in gerekse Reha’nın hayatlarına attıkları düğümler bir bir çözülür. Yapılan hesaplaşma sırasında çok güçlü psikolojik tahlillerle karşılaşırız:
“İncecik bedenin neresine sığdırdığına hayretler içinde kalınacak kadar çok yerdi. Yatılı okulun yemekhanesindeki berbat yemeklerden öç alırcasına yerdi. Yerdi ama büyüyemezdi. Sevilirdi ama sevemezdi, severdi ama sevilmezdi. Daha okula adım atar atmaz gönlünü üst sınıflardan bir hayırsıza kaptırmıştı. Sevilmeyeceğini kendine kanıtlamasının başka bir yolu yoktu ki!” (s.118)
“Yeşim’i bu kadar sevmemizin nedeni kusurlarıydı zaten. Onun gibi kusurlarını aleni yaşayan biri, bizim için bulunmaz fırsattı Reha. Her an ona saldırmak, dalga geçmek için pusuda bekleyen sırtlanlardık. Ona ‘şaşkın, budala’ diyebilirdik ama birbirimize diyemezdik. Çünkü biz kusursuz olmamız gerektiğini düşünecek, kusurlarımızla yüzleşemeyecek kadar kibirli insanlarız. Onu ezdikçe, onunla alay ettikçe ‘içimizdeki kusurluyla’ alay ettik, kendi ruhumuzu ezdik.” (s.154)
“Kendimizi başkasında sevmek için âşık olmaz mıyız zaten? Sevilmek istediğimiz gibi severiz… Aslında sen, Hümeyra’ya ve bana kahramanımız, kurtarıcımız gibi davranırken bizden de senin kahramanın ve kurtarıcın olmamızı bekliyordun.” (s.153)
Sonuç Olarak
Nilüfer Benal’in yayımlanmış iki romanı birbirlerinden çok farklı görünseler de tematik olarak belli bir paralellik içerisindedir. Yazar romanları için tema olarak iki büyük günahı seçer. Unutulan’da bir annenin çocuğunu bırakmasını, Oyunbozan’da bir kadının arkadaşının sevgilisiyle ilişki yaşamasını işler. Ama her iki romanda da bu eylemler bile isteye gerçekleşmez. Karakterleri yanlışa sürükleyen bir takım talihsizlikler söz konusudur. Ve yazar insana dair bu zaafları eşeler. Son sayfalara ulaştığımız zaman zihnimize mutlak iyi ya da mutlak kötünün olmadığı fikri yerleşir. Hatta asıl mağdurun günahı işleyen kişi olabileceğini düşünürüz. Romanların bir başka ortak özelliğiyse, her ikisine de şiirsel bir dilin hâkim olmasıdır. Yazar romanlarında son derece çarpıcı imgeler kullanır. Konumuz Oyunbozan olduğuna göre ondan örnekler vermek çok daha yerinde olur:
“Sen karın şamatasını seversin, ben sükûtunu. Sen yılın ilk nergislerini, ben papatyalarını…” (s.1)
“O fotoğraf aklına geldiğinde kirpiğinin ucuna münasebetsiz bir kelebek konmuş gibi oluyordu.” (s.4)
“Hadi gel masaya. Gökkandil oldu. (s.185)
Yine de Oyunbozan içerdiği metinlerarasılık sayesinde ilk romanı Unutulan’dan bir adım öne çıkar. Yazarın Oyunbozan’da sık sık şiir alıntılarına yer vermesi; pek çok şair, yazar, kitap ya da felsefe akımına göndermeler yapması romana tam bir karnaval havası verir.
Nilüfer Benal Hakkında:
1970 doğumlu, öykü ve roman yazarı. Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Klinik Mikrobiyoloji alanında ihtisas yaptı. İstanbul’da hayatını sürdürmekte…
Edebiyatist, Son Gemi ve Altıyedi dergilerinde öyküleri yayımlandı. Aynı Gökyüzü Altında, Düş Tıkırtıları Yazarevi Özel Koleksiyonu ve Doktor Hasta Hikâyeleri adlı kolektif kitaplarda öyküleriyle yer aldı. Unutulan (Kasım 2020) ve Oyunbozan (Haziran 2024) adında iki romanı yayımlandı.