Viktorya çağının ikiyüzlülüğüne karşı bir roman | Nilüfer Kuzu

Ekim 31, 2024

Viktorya çağının ikiyüzlülüğüne karşı bir roman | Nilüfer Kuzu

Viktorya çağı, genel anlamda, Kraliçe Viktorya’nın İngiltere Kraliçesi olarak hüküm sürdüğü 1837-1901 yılları arasındaki bir dönem olarak kabul edilse de bazı tarihçiler dönemi Kraliçe Viktorya’nın tahta çıktığı 1837 yılı olarak değil de, muhtemelen politik etkisinden dolayı, 1832 Reform Yasası ile başlatır. Yüzyılın neredeyse üçte ikisini kapsayan bu dönem ülkede, tarihsel, politik, dinsel, bilimsel, kültürel ve edebi anlamda önemli olayların yaşandığı bir zaman dilimi olarak bilinir. Bu olaylar toplumsal yapıda çok ciddi ve kökten değişikliklere neden olarak adeta eski dönemin sona ermesine yeni dönemin başlamasına neden olur.

Sally Mitchell’e göre, Viktorya dönemine ciddi anlamda etkisi olan üç önemli olay vardır: Birincisi ulusal gurura yol açan Napolyon’a karşı kazanılan 1815 Waterloo zaferidir. İkincisi İngiltere’yi tarım toplumu olmktan çıkarıp endüstri toplumuna dönüştüren ve dünyanın en büyük gücü haline getiren Sanayi Devrimidir. Üçüncüsü ise insanların seçme ve seçilme haklarını düzenleyerek İngiltere’nin demokratik toplum olmasını sağlayan 1832 Reform Yasası’sıdır. Ancak şunu da gözden kaçırmamak gerekir ki dönemin toplumunu ve politik düzenini tam anlamıyla demokratik olarak tanımlamak doğru değildir. Halkın o dönemde Avam Kamarası olarak bilinen alt meclise parlamenter seçer. Ancak bu meclisin üzerinde Lordlar adı verilen ikinci ve daha etkin bir meclis vardır. Bu meclis Avam Kamarasının her kararını veto yetkisine sahiptir. Bugün bile etkili olan Lordlar Kamarası büyük oranda Kral/Kraliçe tarafından atama yoluyla belirlenir ve üyeleri babadan oğula geçen lord unvanındaki kişilerdir.

Viktorya çağı özelinde ahlak kavramının olumsuz bir karşılığı bulunmaktadır. Bu kavramın, dar kafalılık, kendini beğenmişlik, cinsel cahillik gibi aşağılayıcı ve kötüleyici bir sıfat olarak kullanıldığı belirtililir. Bu çağda toplumun farklı katmanlarının yaşam tarzlarında uçurum vardır ve bu da dönemin ‘çelişkilerle dolu bir çağ’ olarak adlandırılmasına sebep olur. Üst sınıf ile orta ya da alt sınıfların yaşam tarzı arasındaki fark Viktorya çağının ikiyüzlü bir çağ olarak betimlenmesine neden olur. Çünkü toplum üst sonuçların şatafatlı bir yaşam sürmelerine tanıklık ederken, alt sınıfların sefaletine ve yoksulluğuna karşı sessiz tepkisizdir. Yine benzer bir şekilde toplum aile kavramının kutsallığına yaparken, bir yandan da toplumda yaygınlaşan fahişeliğe göz yumar. Evlilik kurumuna özel bir yer atfeden diğer yandan da evlilik dışı ilişkileri görmezden gelen yine aynı toplumdur. Tüm bu çelişkilere rağmen Victorya toplumu, erdemli görünmekten ve namusluluk taslamaktan geri durmaz. Aile ve evlilik kurumunu yasalarla koruma altına alacak kadar kutsal kabul eden Viktorya toplumumun, toplumda saygın yeri olan kişilerin illegal ilişkilerine nispeten kayıtsız kalması ikiyüzlü bir tutum olarak kabul edilir ve bu çağın ahlak anlayışının bugün bile tartışılmasına neden olur.

 “Çağdaş ahlak çağın ölçüsünü benimsemekten ibarettir. Bence herhangi bir kültürlü kişinin çağın ölçüsünü benimsemesi en kabasından bir ahlaksızlıktır…” (sayfa 102)

“Londra ahalisi öyle dar kafalıdır ki! Burada sosyeteye ilk adımını bir skandalla atmaya hiç gelmez. Skandalları saklayıp yaşlılığında ilgi çekici olmak için kullanacaksın.”(sayfa 125)

Mîna Urgan, çelişki ve çatışmalarla dolu olan Viktorya dönemini şu şekilde özetlemektedir:

  1. Ailevi değerlere saygılı olma merakı ve bunun getirdiği ikiyüzlülük,
  2. Toplumsal durumlardan ve bireysel koşullardan aptalcasını memnunluk,
  3. Cinsel konularda yapay çekingenlik ve sevgisiz evliliklerin kutsal bulunması;
  4. Darkafalılık ve dinsel yobazlığına karşın Hristiyanlığın dibini oyan bilimsel araştırma ve gelişmeler,
  5. Para ve madde severlik ve alt sınıfların parasızların saygın bulunmaması,
  6. Plansız gelişen sanayileşme ve haksızlıklarla dolu çalışma şartları ve adaletsiz ekonomik düzen,
  7. Sanata duyulan düşmanlık ve edebiyatın salt eğlence aracı olarak algılanması.

Bu dönem sınıf ayrıcalıklarının belirgin olduğu bir dönemdir. Zenginler geleneksel Hristiyan inancının gereği olarak yoksullara yönelik çeşitli organizasyonlar düzenleyip bilinçaltlarındaki suçluluk ve sorumluluk psikolojisinden kurtarmaya çalışsalar da, özellikle zengin kadınların kendi aralarında organize ettiği yardım faaliyetleri vicdanı bir gereklilik olmaktan çok gösteriş ve toplumda daha saygın bir statüye kavuşma amaçlıdır. Zaten yardım faaliyetleri belirli aralıklarla düzenlenir ve geri kalan zamanlarda da zengin sınıflar halkın yoksulluğuna sırt çevirip lüks, gösterişli ve şatafatlı dünyalarına geri dönerler.

“Şu var ki, on dokuzuncu yüzyıl bizim anlayış ve acımamızı har vurup harman savurmamız yüzünden iflas ettiğine göre benim önerim, bizi düzeltmesi için bilime başvurmamızdır.” (sayfa 57)

Oscar Wilde, 1854 yılında İrlanda’da böylesine karmaşık bir yaşam tarzının egemen olduğu çelişkilerle dolu bir toplumda dünyaya gelmiştir. Varlıklı bir ailenin oğlu olarak seçkin eğitim kurumlarında eğitim hakkına sahip olabilmiş, ancak sıradışı bir kişilik olarak sansasyonel sayılabilecek bir yaşam sürmüştür. Cinsel tercihlerini saklama gereği duymadan, bunları yapıtlarına yansıtması sakıncalı bulunmuştur. Nitekim yaşadığı varsayılan homoseksüel ilişkiden dolayı mahkemeye çıkarılır, tutuklanıp iki yıl hapis cezasına çarptırılır.

Yazarın tek romanı olan Dorian Gray’in Portresi yazıldığı günden bu yana hâlâ tartışılmaktadır. Çalışma, Montly Magazine editörlerinden Joseph Marshall Stoddart’ın 1889 yılında kendisinden dergide yayımlanacak bir öykü talep etmesi üzerine kalem alınmıştır. On üç bölümden oluşacak şekilde tasarlanan eser İngiliz kaynak dizgesine ilk kez Lippincott’s Monthly Magazine’in 20 Haziran 1890 tarihli temmuz sayısında yayımlanarak sunulmuştur. Beu metni, eserin 1891 yılında Ward, Lock & Co. Tarafından yapılan –ve bu kez hem yazar tarafından eklenmiş bir önsöz içeren hem de 20 bölümden oluşan– kitap baskısı izlemiştir. Eser 2011 yılında ise, Virginia Commonwealth Üniversitesi profesörlerinden Nicholas Frankel’ın editörlüğünde The Picture of Dorian Grayîn Portresi: An Annotated, Uncensored Edition [Dorian Gray’in Portresi: Açıklamalı ve Sansürsüz Basım] başlığıyla Harward Üniversitesi Press tarafından yayımlanmıştır. Çalışma yayımlanma sırasıyla, ‘dergi metni’, ‘kitap metni’ ve ‘sansürsüz metin’ olarak nitelendirilebilir. Wilde’ın bu eserinin dizgideki serüvenine bakıldığında öncelikle 1890 dergi metninin, başta Stoddart olmak üzere Lippincott’s Monthly Magazine editörleri tarafından yayın öncesi sansür uygulanarak bir diliçi çeviri/yeniden yazım yoluyla üretilmiş olması söz konusudur denilebilir. Nitekim romanda en çok tartışma yaratacak öğelerden temizleme işi Lipponcott’s baskısı yapılmadan önce başlamıştır. Frankel, eserin yayın öncesi sansür sürecine dayalı yaptığı araştırma sonucunda, “İtirazlara –ya da kötü tepkilere– yol açabilecek 500 kadar sözcüğün metinden çıkarıldı”ğı bilgisini verir. Yayın öncesi süreç neticesinde romanın özellikle baş kahramanları –Dorian Gray, Basil Hallward, Lord Hanry Wotton– arasındaki eşcinsel ilişkilere ve buna ek olarak karşı cinsler arası gayri meşru ilişkilere yönelik göndermeler, Lippincott’s Monthly Magazine editörleri tarafından, Viktorya çağı ahlak anlayışı çerçevesinde “sakıncalı” bulunarak sansürlenmiştir.

Romana getirilen eleştirilerden biri de Wilde’ın Joris-Karl Huysmans’ın A Rebeours adlı romanı taklit ettiği yönündedir. Poteet (1971), Dorian Gray and Gothic Novel başlıklı çalışmasında romanın Graham Hough’un A Rebeours adlı romanın kötü taklidi olarak değerlendirilmesinin yanlış olduğunu, her iki romandan alıntılarla açıklar. Benzer şekilde Peter Ackroyd da Dorian Gray’in Portresi’ne yazdığı önsözde Wilde gibi bir yazarın başkasını taklit etmesinin söz konusu olamayacağını, ancak her iki yapıtın arasında benzerlikler olduğunu ve Wilde’ın bu yapıttan esinlendiğini söyler.

Oscar Wilde Dorian Gray’in Portresi’nde Victorya çağının ahlak anlayışını ve ikiyüzlülüğünü eleştirmekle kalmayıp aynı zamanda birçok psikolojik öğeyi de edebi bir uslüple harmanlanmıştır. Romanda, Sigmund Freud’un ego, süperego ve id kavramlarına rastlanır: Lord Henry ego, dürtüsel, ilkel ve haz odaklı olan Dorian Gray id, Basil Hallward ise süper ego olarak ahlaki yönümüzdür. Oscar Wilde bu konuda şöyle der; “Basil Hallward, olduğumu sandığım kişidir. Lord Henry, insanların ben sandığı kişidir, Dorian ise belki başka çağda benim olmak istediğim kişidir.”

Küçük yaşta annesini ve babasını peşi sıra kaybeden Dorian’ın sert ve zalim olan dedesinin yanında sevgisiz büyümesinin, Freud’ın psikanaliz kuramı açısından bakıldığında hayatının her döneminde olumsuz izleri görülmektedir.

Yazarın torunlarından birinin deyişiyle, Oscar Wilde; “Krallık, çağının ikiyüzlülüğüne meydan okumaya cesaret etmiş parlak ve öfkeli bir hayatın yirmi yılını sembolik olarak kendisinden koparmıştı.”

Ve Dorian Gray’in Portresi’nde Wilde’ın şu sözlerini eleştirilere cevap olarak da değerlendirmek mümkündür; “Toplumun ahlaka aykırı saydığı kitaplar topluma kendi ayıbını gösteren kitaplardır.”

Kaynakça:

  • Şahin Kızıltaş – Dorian Gray’in Portesi Romanında Victorya Çağı Ahlak Anlayışı ve Yaşam Tarzı (Makale)
  • Oscar Wilde – Dorian Gray’in Portresi, (Çeviri: Nihal Yeğinobalı) Can Yayınları
  • Vikipedi, Viktorya Dönemi
  • Hülya Boy, Ayşe Banu Karadağ – The Picture of Dorian Gray’in Kaynak Edebiyat Çizgisindeki Serüveni Üzerine Betimleyici Bir Çalışma (Makale)
  • Volkan Arslan – Dorian Gray’in Portresi’nin Psikanalitik İncelemesi
  • Ceylan Bilgili – Dorian Gray’in Portresi: Kişilik Kuramları Açısından İnceleme (Makale)
  • Makbule İncedal – Dorian Gray’in Portresi Romanına Eleştirel Bir Bakış

edebiyathaber.net (31 Ekim 2024)

Yorum yapın