Eskiden yazılmış seyahat kitapları; ulaşım araçlarının, fotoğrafların olmadığı zamanlarda bazen yalın çizimlerle kimi zaman gravürlerle yüzlerce yıl öncesinin kentlerini günümüze, âna taşırdı. Sıkı okurların kimi zaman karşılaştığı kitaplardan bazıları Doğu’nun Altın Şehirlerini anlatan kitaplardır. Okuru alır uzak diyarlarda düşsel seyahate çıkarır. Başka bir coğrafyanın, farklı mekânların işlendiği gezi-anlatı kategorisinde yer alan kitaplardır bunlar.
Kadir Işık’ın İthaki Yayınları’ndan çıkan kitabı Yolda Olmak, haleflerinin gittiği güzergâhlardan geçerek Tiflis, Bakü, Tebriz, Tahran, İsfahan, Persepolis, Şiraz, Kirmanşah, Süleymaniye, Erbil ve Midyat’ta görünenin ötesini yansıtıyor. Binlerce yıldır mitolojiye, inançlara ve günlük uğraşlara yön veren güneş, bir başka karakter olarak yolculuğa adeta eşlik ediyor.
“İnsan kendisini yalnızca insanda tanır.” diyor Goethe. Yolda Olmak’ı okuyunca, insanın şehrini, ülkesini en çok başka şehirler, ülkeler üzerinden tanıyabileceğini düşündüm. Kadir Işık; şehirleri, caddeleri, sokakları, bozkırları gezerken içinde bulunduğu mekânın ruhuna dokunuyor. İnanç, toplumsal doku, tarihsel ilişkiler ve bireylerin davranışları kitabın geneline bakıldığında, bir bütünlük oluşturuyor. Anı ve gezi kategorisinde yer alan kitap, içerik bakımından kimi zaman sınırlarını aşıyor. Kurgusal öğeler ve hikâye dili, türler arası geçişi daha da muğlaklaştırıyor. Yazarın iç dünyası, bulunduğu mekânlarla bütünleşmesi, yaşadığı olaylar, gördüğü yeni yerler karşısındaki tutumu, geleceğe ilişkin yorumu kitabın içeriğiyle paralel bir yol anlatısına dönüşüyor.
Binlerce yıldır seyyahların aldığı yolda ilerliyor Kadir Işık. İnsanların arasına karışıyor, onları yaşadığı coğrafyayla bir bütün olarak, tarihsel geri planı da göz önünde bulundurarak anlatıyor. Anlatıcı yazar, bir başka karakter olarak anlatılanın içinde yeniden var oluyor. Şehirlerin ıssız sokaklarında kayboluyor ve rehber olarak yerel halkı seçiyor. Durum böyle olunca metnin doğallığı ve samimiliği daha da artıyor.
Gezi turlarıyla yapılan ve kentlerin lüks mekânları ve yapay misafirperverliği yerine yazar; izbeleri, arka sokakları, resmi yönetimlerin ısrarla sakladıklarını görünür kılıyor. Sadece fiziki betimlemeler değil, izlenimsel bir yol hikayesinde duygu ve düşünceler metnin içeriğiyle okura farklı bir bakış açısı sunuyor.
Yazarın amacı bize gittiği yerlerin albenisini yansıtmak değil, gerçeği apaçık etmektir. Gezilen yerlerde, karşılaşılan yüzlerce insanda ve gidilen binlerce kilometrelik yolda yansıtılan hâkim duygulardan biri de, insanların kendi başlarınayken ötekine iyilikle yaklaşımları ve yardımseverlikleri. Kimisinin hayranlıktan kimisinin de inançtan kaynaklandığını anladığımız bu iyi olma halinin bireylerin kendi topluluklarına yansıtmayışı, egemen olanların topluma dayattıkları yasaklar olduğunu görüyoruz. Baskılanan, sınıfsal gruplara ayrılan ve dışlanan kitlelerin kendi toplumsal özlerinden uzaklaşıp grileşmesi kitabın hâkim duygusu olarak çıkıyor karşımıza. Azerbaycan’daki sınıfsal ayrım, İran’da kendini sınıfsal ve dinsel ayrıma bırakıyor. Irak’ta ise Saddam öncesi dönemin tanıklığını yapan mekânlar geçmişin izlerini günümüze, sonraki nesillere aktarıyor. Savaş döneminden kalan yapılar, hiç bir acının bitmediğini, hep yeni baştan, hep yeniden karşımıza çıktığının bir göstergesi.
İnsanların duygularını, düşüncelerini öteki üzerinden anlatmaları ve özlemlerinin, sınırların öte yakasında karşılık bulması, bize uzak dediğimiz diyarların aslında ne kadar yakın olduğunu gösteriyor. Ülkeler farklı olsa da bireyin yaşadığı ânın ve geleceğe dair umutlarının benzerliği şaşırtıcı. Sınırların her iki yanında, ülkelerin hakim kültürü değil de geleneksel benzerlikleri insanın merakını uyandırıyor. İki yakada ayrı düşmüş köylerin, kentlerin ve coğrafyaların hâlâ sırt sırta nefes aldığına tanık oluyoruz.
Egemenlerin duygu ve düşünceden öte, şehirlerin meydanlarını, caddelerini ve hatta evlerin pencere yüksekliklerini değiştirdiğini görüyoruz. Yüzlerce yılda oluşan dilsel ve kültürel motiflerin nasıl tek bir kararla geçmişlerinden koparıldığına şaşırıyoruz. Ama gördüğümüz bir diğer şey, zoraki değişimlerin halk tarafından dirençle karşılandığı ve insan yaşamına nüfuz edemediği. Halk, haklılığından, davranışlarına sirayet eden direngenliğinden kolay kolay vazgeçmiyor.
Gezilen şehirlerin çoğunda kamusal alan, özel alan ve bir bütün olarak yaşam alanı arasındaki derinlik kitabın en çarpıcı yanı olsa gerek. Radikal görüşlerin baskılandığı toplumların evden ya da gözden uzak yerlerde özgürce zevklerini doyuma ulaştırdığını görüyoruz. Bunu doğu toplumlarında yönetenle yönetilenlerin dünyaya farklı bakış açıları olarak yorumlayabiliriz. Anlatıcının bulunduğu coğrafyada en çok dikkatimizi çeken, bireylerin Türkiye hayranlığı. Oysa her ülkenin kendi içinde derin düş kırıklıkları var. Yakın olmayan göze her zaman güzel görünüyor.
Işık; gezdiği, gördüğü, yaşadığı yerlerle bütünleşmiş. Mekâna farklı bir gözle, bir yazar gözüyle bakarak duygularına, aklından geçenleri de katarak ortaya farklı bir metin çıkarıyor. Yazdıklarıyla bulunduğu kentlere yepyeni bir görünürlük katıyor. Her günün bitiminde yaşadıklarını, düşüncelerini damıtıp kaleme alıyor. Aslında biz gezi yazısının yanında hem bir anı hem de deneme kitabı okuyoruz. Yazar ayrıca kitabın içeriğine dinleri, mitolojiyi, sosyolojiyi ve bireylerin davranışlarını betimlerken insan psikolojisini de katıyor.
Yolda Olmak zengin içeriğinin yanı sıra yalın ve akıcı diliyle modern bir seyyah kelâmı olarak her daim okunacak, zaman zaman başvurulacak kitaplar arasında yerini alıyor.
edebiyathaber.net (1 Kasım 2024)