Han Kang, Nobelli Kadınlar, Kar Taneleri, Katliamlar | Sibel Mayo

Kasım 4, 2024

Han Kang, Nobelli Kadınlar, Kar Taneleri, Katliamlar | Sibel Mayo

Han Kang bu yıl Nobel Edebiyat ödülünü alan 18. Kadın yazar oldu. Doğrusu, ödülü 2022 de alan Annie Arnaux’yu tanıdıktan sonra, bu yıl da Han Kang kazanınca daha öncekiler kimlermiş diye merak ettim. İlginizi çektiyse sondaki sıralamaya bir göz atın derim. Okunacakları gözüme sokan bir liste daha. Tabii umutsuzluğa kapılmıyorum, tüketmeye de çalışmıyorum. Olsa olsa hiç bitmeyecek bir keyif deyip seviniyorum. Yapacakları biten bir insan ölmüş demektir. Henüz ölmeye niyetim yok.

Geçenlerde gecenin üçünde gözümü açtığımda, uykuya devam edemeyeceğimi hemen anladım. Baş ucumdaki ışığı açtım. Bu tip zamanlar için tedarikliyim. Elime, yastığımın hemen yanında duran Vejetaryen’ i aldım. Kitabı bitirmenin tam gecesi diye düşünüyordum. İyi ki uyanmışım. Kaldığım yerden devam ederken gözlerim her sayfada biraz daha açıldı. Han Kang’ın şimdiye kadar rastlamadığım bir soğukkanlılığı var. Sizi irkilten olayları buz gibi bir tarzla, uzak mesafeden anlatıyor, buna rağmen dehşet verici anlatılarının içinize işlemesine, gözlerinizin önünde birer birer canlanmasına engel olamıyorsunuz. Kolay kolay unutulacak cinsten değil. Üç ayrı öyküden oluşan bir roman bu. “Vejetaryen”, “Moğol Lekesi” ve “Alev Ağacı”. Bağımsız da okunabilir, fakat bir araya gelince unutulmaz karakterlerin kol gezdiği bir yaşam alanına dönüşüyor. Her bölüm ya da öyküde aynı olayları kendi yaşadığı biçimde aktaran üç ayrı karakteri tanıyoruz.

“Alev Ağacı”nı okurken Çehov’un nefis öyküsü Altıncı Koğuş’u hatırladım. Kim hasta? İçeridekiler mi, dışarıdakiler mi? Bizim gibi değil diye bir yere kapattıklarımız mı? Günlük hayatın mükemmel maskesi altında sıradan insanlar gibi aramızda dolaşanlar mı? Ağaca dönüştüğünü düşünen genç bir kadının yemek yemeyi kesip, sadece suyla beslenmeye çalışarak kendini yok edişe götürmesi. Etrafındaki insanların onu can yakıcı bir zorlamayla hayatın içinde tutmaya çalışması. “Öleceksin” diye haykıran ablasına öyle doğal şekilde “Neden? Ölüm çok mu kötü?” diye soruyor ki, hemen o anda siz de kendinizi sorguluyorsunuz: Sahiden, bu o kadar da kötü bir şey mi?

“Moğol Lekesi”nde bir kadının kendisini rezalet ama son derece artistik olduğunu kabul etmek mecburiyetinde kaldığımız bir yöntemle aldatan kocasını okuyoruz. Adamın 110 metrekarelik evde çoğu zaman banyodaki daracık küvete büzüşüp uyumasının nedeninin evin sevgiden ve sıcaklıktan yoksun olmasından kaynaklandığını kadının fark ettiği an, biz de derin derin düşünmeye başlıyoruz. Han Kang, aynı evde yaşayan iki insanın yalnızlığını, kopukluğunu,  yabancılığını öyle ustalıkla ve sakince anlatıyor ki, yerinize çakılıp kalıyorsunuz.

Hele “Vejetaryen” öyküsünde bir sahne var ki kolay kolay akıldan çıkacak gibi değil. Kızının et yememesini korkunç bir felaket gibi karşılayan ailenin seferber olup bir akşam yemeğinde bir araya gelmesi,  babanın bir tokatla kızının ağzına zorla et sokmaya çalışması… En yakın bildiklerinizden gelen ‘yola getirici’ zorbalıklar.

Vejetaryen’den bahsederken çevirmen Deborah Smith’ten söz etmemek olmaz. 2016 yılında Uluslararası Man Booker ödülünü alan romanın çevirisinin orijinalinden daha iyi olduğu, ödül almasında çevirmenin rolünün büyük olduğundan bahsediliyor. Yazar için bu söylentiler üzücü olmalı. Çeviride nelerin kaybolduğunu ya da değiştirildiğini bilmemize imkan yok tabii. Çeviri metinleri okurken başımıza gelen genellikle “yetinmek” değil midir? Yazarın bir duyguyu anlatmak için onca kelime arasından seçtiğinin hangisi olduğunu bilemeden okuduğumuz binlerce satır… Röportajlarda zaman zaman yazarların bir kelime için günlerce uğraştığını okuduğumda hep bunu düşünürüm.

Han Kang’ı okumaya son romanı “Veda Etmiyorum”la devam ediyorum. Bu sefer şiirsel bir anlatım var. Bu tür anlatımlar çoğu zaman yoğunluğuyla yorabilir  fakat Kang’ın ustalığı kar tanelerinin hafifliğinde bir okuma yolculuğuna çıkarıyor beni. Kitabı elimden bırakamıyorum.

Kahramanımız, en yakın arkadaşının ricası üzerine onun Jeju Adası’ndaki evine gitmek üzere Seul ’den ilk uçağa atlıyor, adaya vardığında beklenmedik korkunç bir havayla karşılaşıyor. Kar fırtınasının ortasında cehennem gibi bir yolculukla o gün son seferini yapan otobüsten iniyor. Karanlık havada, tipide neredeyse donarak ölecek. Tüm bunlar evdeki papağan yalnız başına geçirdiği ikinci günde susuzluktan ölmesin diye. Çünkü arkadaşı beslediği bu kuşun gözünün içine bakıyor. Kendisi bir kaza geçirip hastaneye yatınca onu yalnız bırakmak zorunda kalıyor. Kang bu hikâyeyi muhteşem yalınlıkta, geçmişe gidip gelmelerle insanın içine işleyen bir dille anlatıyor.

Arkadaşlık, kayıp, yalnızlık, sevgi, ağaçlar, kuşlar, kar taneleri… Bu kısacık metinde hayatın kendisi var. Derinlerde de çocuk, kadın, sivil demeden “kızıl” oldukları gerekçesiyle üç yüz bin kişinin vahşice öldürüldüğü, ülke tarihinin unutulmaz katliamlarından biri usul usul anlatılıyor. Göze sokmadan, ajitasyon yapmadan. Katledilen insanların korkuları, geride kalanların trajedisi. Her şeyden bağımsız sadece vicdanla görülebilecek şekilde. Romanların gücü yine devreye giriyor.  Anlatılanlar, tarih kitaplarının ruhsuz satırlarından çıkıp okuyanların zihnine nakşediliyor.

Nobel Ödülü Alan Kadın Yazarlar:

1. 1909 – Selma Lagerlöf (İsveç)

İlk Nobel Edebiyat Ödülü alan kadın yazar. İsveç’in milli kimliği ve halk masallarını edebi anlatım tarzına dahil etmesiyle bilinir.

2. 1926 – Grazia Deledda (İtalya)

İtalya’nın Sardunya Adası’ndaki yaşamı anlatan eserleriyle tanınıyor.

3. 1928 – Sigrid Undset (Norveç)

Ortaçağ Norveç’ini anlatan tarihi romanları ile bilinir. Özellikle “Kristin Lavransdatter” adlı eseriyle ünlü.

4. 1938 – Pearl S. Buck (ABD)

Çin’deki yaşamı konu alan romanlarıyla tanınıyor. “The Good Earth” (İyi Toprak) en ünlü eseri.

5. 1945 – Gabriela Mistral (Şili)

İlk Latin Amerikalı kadın Nobel ödülü sahibi. Şiirlerinde aşk, kayıp ve annelik temalarını işler.

6. 1966 – Nelly Sachs (Almanya/İsveç)

Yahudi soykırımı üzerine yazdığı eserlerle tanınır. Şiirleriyle ve oyunlarıyla Holokost’un acılarını yansıtır.

7. 1991 – Nadine Gordimer (Güney Afrika)

Apartheid karşıtı çalışmaları ve Güney Afrika’daki sosyal adalet üzerine yazdığı romanları ile bilinir.

8. 1993 – Toni Morrison (ABD)

Afrika kökenli Amerikalıların kültürünü ve tarihini konu alan eserleriyle ünlüdür. En bilinen eseri “Beloved”‘

9. 1996 – Wislawa Szymborska (Polonya)

Kısa, sade şiirlerinde insanlık durumunu derinlemesine incelemesiyle bilinir.

10. 2004 – Elfriede Jelinek (Avusturya)

Cinsiyetçilik ve kadınların baskı altına alınmasına karşı yazdığı sert ve karanlık eserlerle tanınıyor.

11. 2007 – Doris Lessing (Birleşik Krallık)

Feminizm, sosyal adalet ve insanlık durumunu inceleyen eserleriyle ünlüdür. En tanınmış eseri “The Golden Notebook” (Altın Defter)

12. 2009 – Herta Müller (Almanya/Romanya)

Diktatörlük, totaliter rejimler ve baskı temalarını işleyen, Romanya’daki Çavuşesku dönemini konu alan eserleriyle biliniyor.

13. 2013 – Alice Munro (Kanada)

Kısa hikayelerin ustası. Günlük hayatı derinlemesine ele alan minimalist yazılarıyla tanınır.

14. 2015 – Svetlana Alexievich (Beyaz Rusya)

Sovyetler Birliği ve sonrası dönemde yaşanan bireysel trajediler hakkında yaptığı belgesel nitelikli yazılarıyla tanınır.

15. 2018 – Olga Tokarczuk (Polonya)

Eserlerinde tarihsel olayları ve insanlığın sınırlarını konu alan Polonyalı yazar, “Flights” ve “The Books of Jacob” gibi eserleriyle tanınır.

16. 2020 – Louise Glück (ABD)

Amerikalı şair Louise Glück, kişisel deneyimleri ve evrensel temaları işleyen şiirleriyle bilinir. “The Wild Iris” (Yaban Zambağı) en ünlü eserlerindendir.

17. 2022 – Annie Ernaux (Fransa)

Otobiyografik anlatılarla toplumsal sınıfları ve kadınlık deneyimlerini ele alır. Fransa’daki orta sınıf yaşamı detaylı bir şekilde betimler.

edebiyathaber.net (4 Kasım 2024)

Yorum yapın