Öykü: Nerde başlar unutmak? Ya nerde biter? | Nilüfer Türk

Kasım 5, 2024

Öykü: Nerde başlar unutmak? Ya nerde biter? | Nilüfer Türk

Bakışları büfedeki fotoğrafa yapışmış oturuyor, kim çekti, ne zaman, hatırlamıyor, donuk donuk bakıyor sureti, acı mı var gözlerinde, halbuki hep gülümser fotoğraf çekilirken, gülmek çok yakışır herkes söyler, en çok annesi. Bakışları uzaklara alıştırmamak lazım da derdi yaşlı kadın iyice kocadığında, sık sık. Tekerlekli iskemlesine oturtup parka gittiklerinde başını eğer, yalnızca ayaklarının dibindeki toprağı, aralardan fırlamış minicik çiçekleri, karıncaları izlerdi. Anne bak karşıki meşelerin yaprakları taze taze nasıl fışırdıyor, şu beyaz elbiseli kızla delikanlının yüzlerindeki mutluluğu görüyor musun demesine rağmen yalnızca ayaklarının dibine. Gözlerini indiriyor, bakışları kucağına bırakıverdiği ellerine takılıyor, tırnakları uzamış, çatlamışlar dikine dikine, tevekkeli iplikler çekip duruyor yeleğinden, kesmek lazım, krem de sürse iyi olacak. Odada ses olsun istedi birden, belini tutarak doğruldu, köşeye sıkıştırılmış eski pikabının yanına gitti, babasından kalma yoksa doğum gününde mi hediye etmişlerdi, on dokuzuncu doğum gününde. Yok on sekizdi, gençliğe ilk adım, dudağında ilk ruj açık pembe, mineli ilk küpeler, hafif flörtler, sadece el ele tutuşmalı, yanaktan öpücüklü korka korka. Bir plak çekiyor ne olduğuna bakmadan, önemi yok ses olsun yeter, yerleştiriyor, Frank Sinatra doluyor odaya cızırtılar içinde. O cızırtılar akıp gitmiş gençliğinin izleri.

Mezuniyet balosu, işte unutmadığı tek gün, nedenini bilmiyor, oysa düğününü bile unuttu. Frank Sinatra çalıyor makaralı teypte, kızların çoğu pembe, toz pembe, çingene pembesi, birkaç tane mavi var aralarında biri kendisi. Annesiyle birlikte diktiler kabarık etekli elbisesini, hafif pırıltılı kumaş gözlerinin renginde açık mavi, altında kat kat jüponuyla tam bir peri kızı. Kardeş okulun oğlanları toplanıp hep birlikte gelmişler, birbirlerinden destek almak ister gibi dip dibe oturuyorlar, sanki kızlar bir şey yapacak. Herkes ellerinde limonata bardaklarıyla Hollywood salon filmlerini taklit ediyor. Ortak karar almışlar oğlanlarla, o yıl kızlar davet edecek dansa, çünkü şubat ayı yirmi dokuz çekiyor, dört yılda bir kızlar erkeklere evlenme teklif edebilir inancı var. Onlar sadece dansa davet edecek. Pist boş henüz, kimse ilk adımı atmaya cesaret edemiyor. Kızlar aralarında kıkırdaşıp gözleriyle seçiyorlar çocukları. Hatırlıyor, çenesi yukarda, saçlarını şöyle bir savurup kalkıyor yerinden, emin adımlarla hızlı hızlı yürüyor, oğlan kümesinden heyecanlı ‘Ooo’ lar yükseliyor, yakışıklılar kendilerinden emin gülümsüyorlar, o ise gidip en sivilcelisinin, en hindi boyunlusunun önünde reverans yapıyor, nedenini hatırlamıyor, kızlarla mı iddialaşmışlardı. Oraya kadar tamam da günün geri kalanından yalnızca bütün gece yaralı ayaklarına pansuman yaptığı kalmış aklında, bir de çocuğun sırılsıklam gömleği.

Frank Sinatra susmuş, plak bitmiş olmalı, kalkıp yenisini koymaya üşeniyor, başka bir okul anısı yok aklında, aldırmıyor iyice gömülüyor koltuğuna. Aldırmıyor ama hayatı unutmak nasıl bir şey diye de düşünüyor uzun zamandır. Mesela en son ne zaman başını göğe kaldırıp birbirini kovalayan bulutları koyunlara, ejderhalara benzetti, en son ne zaman serçelerin boylarına poslarına bakmadan ciyak ciyak kavgalarını izledi hayat gailesi sadece biz insanlar için değil diye kıs kıs gülerek. Senin şu ceylan bakışlı gözlerini görmesem ölürümlerle ruhunu fethetmiş kocasının o fettan kadının cilvelerine mecnun olup gittiğini unutabilmek güzeldi öte yandan. Belki de değersizler unutuluyordu, anasını babasını unutmadı mesela, çıkıp çıkıp geliyorlar rüyalarına. Unutmak hayattan vazgeçmek miydi yoksa. Vazgeçmedi ki o, kolunda altın bileziği vardı şükürler olsun. Dikişe gelen konu komşunun, ay bu model şişman gösterdi beni, bak kollarım pırtlıyor yandan, ay istediğim gibi olmamış, göğsünü biraz daha aç kaprislerine aldırmadan dikti durdu. Ferhunde Teyze elbiselerinin eteklerinin uzadığından acı acı şikayet ettiğinde sen kısalıyorsun canım ablam demedi hiç. Şimdi kendi etekleri uzuyor, kısaltmaya gerek görmüyor, varsın uzasınlar ne önemi var, zaten çoktan unuttu dikiş makinesini kullanmayı, birkaç kere elini yaraladıktan sonra bıraktı, attı köşeye. Parmaklarıysa çoktan unuttu nakışlamayı, oyalamayı.  

Kucağına kocaman bir tekirin atlamasıyla sıçradı yerinden, nerden çıkmıştı bu, camı mı açık bırakmıştı, onun kedisi samur tüylüm dediği sarman değil miydi, neredeydi o, kaçmış mıydı yoksa, bu mu kaçırmıştı güzelini. Olduğu yerde üç kere dönüp poposunu yerleştiren kedinin azimle yalanmasını seyre durdu, ne güzel temizliyordu kendini. Sahi en son ne zaman yıkanmıştı hatırlamadı, kokuyor muydu acaba, kolunun altını kokladı, yok, ama insan kendi kokusunu duymazdı ki. Her şeyi unutuyordu da hayatın neresinde başlıyordu unutmak ya nerde bitiyordu bilmiyordu, ne vakit iyice içine içine gömülüyordu insan ve ne gereği vardı bütün bunları düşünmenin. Huzurlu gırıltılar çıkaran kediyi yavaşça yere bıraktı, gözlerini açmadı bile hayvan, o da mı yaşlıydı, o da mı unutmuştu insana güvenmemeyi. Yatağına yatmaya üşendi yine, üstüyle başıyla kanepeye uzanıvermek kolayına gidiyordu birkaç zamandır. Zorlukla terliklerini çıkardı, ayaklarını toplayıp sol kolunun üzerine kıvrıldı, yıllar önce ördüğü tozlu battaniyeyi üzerine çekti. Dışarda sokak yaşıyor, kafeler dolup dolup boşalıyor, genç kahkahalar birbirine karışıyordu. Gözlerini yumdu, gece sesleri kafasında dolanırken bütün unuttuklarını unuttu, sabaha karşı güneşin ilk ışıklarını karşılayan serçelerin cıvıltılarıyla birlikte kalbi de çarpmayı unuttu.

edebiyathaber.net (5 Kasım 2024)

Yorum yapın