Öykü: Psyche ve… | Tan Doğan

Kasım 7, 2024

Öykü: Psyche ve… | Tan Doğan

*“büsbütün hava imiş insan (sıklığı az veya çok); ruh havadan imiş.” / anaksimenes

“henüz sıra kendine gelmeden evvel psika, psike, psikı, psiki vardı ya, buncasının ardına  psikö, psiku ve psiküyü katmak şarttı şifâcı teyzeye göre. dileğiydi dün nasıl şamana, kâhine, bugün de inanılması kendine.

rengârenk cam cam boncukları, siyah taşları kırar, küflü ağaç kabuklarını, nemli eğik dalları, sararmış, özellikle de kızıla çalmış irili ufaklı yaprakları çatlak pirinç havanının paslı tokmağıyla unufak eder, kumları tozlara karar, tükürüğü, pek sıkıştığında gözyaşı, olmadı sidiği, son kertede de bokuyla yumuşatarak lapa hâline getirir, bir çay kaşığını aşmamak suretiyle ve hastaya şifâ niyetine yedirir, gerisini tanrı’ya havâle ettiğini söyleyip, mesûliyeti paylaşmayı ihmâl etmeden mangırları cukkalar, bir de bitkin düşme pozuyla dağ evindeki küçük kulübesinin paslı somyasının çiçekli yastık-yorgan ile bezeli kirli beyaz yatağına atarken kan ter içindeki gövdesini, çıkarken kapıyı kapatmayı ihmâl etmemeleri uyarısında da bulunurdu mırım-kırım birkaç kelimeyle çâresizlere.

‘psiko’ idi nâm-ı diğer ki, o bu adı, handiyse lâkâbı pek sever, dahası koltukları kabarır, psika ile psikünün tam on ikisinde yer almanın keyfiyle, rûhun tarihine çivileneceğine de inanırdı, üstelik altın harflerle.

değil şarlatan, kaypak, iki yüzlü, sahtekâr, düzenbaz diyen bir kişi, bir kanun görevlisi dahi olsun çıkmamıştı o güne dek karşısına onu yaka paça alıp götüren, ifâdesini alan, içeri tıkan  nasılsa! her mevkiden tanıdığı vardı haspanın son çâre diye ona gelen, şifâ dileyen hatta dilenen: çünkü randevu defteri kabarık değil, her vakit doluydu. araya birilerini sokmadan aslâ ona ulaşamaz, evine varamaz, kapısını çalamaz, ezik büzük oturamazdınız karşısına çıkıp.

‘teyze’ dediysem de öyle yaşlı falan değildi: kırk. kimine göre çingene kimine göre göçmen, birine göre derviş, bir diğerine göre ermiş; ona göre ümmî, buna göre âlim, şuna göre psikolog, psikiyatrist hatta prof; kimine göre göçmen kimine göre uzaylı, kimine göre gökten zembille inmiş hatta peygamberdi ama yalancı ama kötü biri ama üç kâğıttı aslâ ve kat’a değildi. ahlâk, erdem, onur sâhibi biri olduğundan tedâvisine cevâp veremeyip çıldıran, mâli durumuna göre köşke, villaya, yazlığa ya da çiftliğe, eve, bodruma, ağıla yâhut hastâneye ve özel ya da genel tımarhâneye kapatılan, canına kıyan biri olduğunda o kişinin yakınlarına baş sağlığı dilemekle ve de her âkıbetin tanrı lütfu olduğunu dillemekle durumu geçiştirip başından savmaz, bunun için üç gün-üç gece en fazla üç kuru ekmek ve üç tas suyla yas tutup yatağından çıkmayacağını, o dermânsız deliye ya da bî-çâre ölüye huzur duâsı okuyup rûhuna mumlar, tütsüler yakıp dumanını bulutlara gönderip, dünya’da bulamadığı iç ferâhlığını cennette sonsuzca  yaşaması için kendinin ölgün kalacağını, bu zaman zarfında hiçbir ziyâretçiyi ve hastayı kâbûl etmeyeceğini, o güne dek verdikleri her mangırı kuruşu kuruşuna geri ödemeye yeltenir, bu tavrının mütevazılığına bağlanmasıyla paraları geri almayı zül bilen acılı insanlara celallenip, ağzı açılmamış sinkaflı lâflar edip, olmadık küfürler savurup bağıra çağıra kendini yere atıp, ağaç duvarlardan pencerelere ve dahi saçını yola yola başını, yumruklarını, tekmelerini gövdesini kapıya vurup  paraladıktan sonra iki elinin dışıyla gidin, gidin der gibi yapıp, yer çekimine bırakıp kendini yere sırt üstü atar, kapıyı kapayıp da gittiklerine kâni olduğu an kısık kısık, sinsice, tuhaf bir hazla veyâhut bir bilinmez acıyla mı ne, gözlerinden yaş gelene dek gülerdi.”

‘git buna işte!’
kime?
‘tefrikadan bir bölümü sana okuduğum şu ünlü kadına.’
zevzeğe!
‘zevzek mevzek ama şifâcı.’
ya tımarlanayım tımarhânede yine ya da gebereyim bir lâhzada ha?!
‘az insanı iyileştirmemiş.’
şans oyunu…
‘dene.’
idrar içip pislik yemek kâr!
‘belki yarar.’
belki de tam yerim boku.
‘oğlum! gitmediğin hekim kaldı mı dünya’da?
hiç değilse hekim.. bu ne?
‘psiko ama…’
aması çukkacı.
‘ya yararsa?’
soytarı!
‘dün de vardı yarın da…’
istemez.
‘dellen dur o vakit!’
içeri düşmesem.
‘kâtildin az kalsın!’
araya girmesen.
‘al sana alternatif tıp.’
öldürürüm o kadını ben.
‘ben de gelirim.’
ulan seni de…
‘o ha!’
bir anda geliyor bana.
‘gazeteye çıktı kadın bak.’
ünlü orospu!
‘dur bakalım, henüz gitmedik.’
siktir et.. ben böyle iyiyim.
‘hiç de iyi miyi…’
bi kadeh daha yuvarlayayım…
‘da sapıt!’
kafam kıyakken…
‘nara, küfür, karakol!’
evde zıbarırım.
‘yarın gidelim.’
torpilin mi var?
‘buluruz adamını.’
gazteciye itîbâr kaldı mı?
‘aşağıla, aşağıla!’
alınma da…
‘o işi bana bırak.’
lan okulda da böyleydin.
‘yâni ne?’
başkan falan.
‘eee?’
her iş sende.
‘eee?’
e, e, e’sinden sıkıldım!
‘ebenin…’
tamam.. hadi kalkalım.
‘yarına söz… ‘
veremem.
‘hapse düş de gör.’
ölürüm de…
‘atma ya!’
iyi lan.
‘kalktık.’
hesap benden.
‘mirasyedi puşt!’
fenâ mı!
‘hadi öde de rahatla!’

buz gibiydi ev. yorganın içinde titreyen şeyin üstüne bir yorgan artıp,
neden koca yâdigârı şömineyi yakmadın, dedim, hafif öfkeli ve alaycı kıyak kafayla.

‘hâlim yok.’
hasta olsan daha mı iyi?
‘az hasta olmadım’ deyip, başını gömdüğü yataktan hafifçe sıyırdığını gördüğümde onun,
yine mi hasta olma niyetindesin diye, daha da tatlı sert çıkıştım.
‘yine yatırırsın hastâneye!’
uykum var.
‘öleyim de…’
babam kurtuldu.
‘kurtulursun benden de!’
nerdeee o günler? diye geçirsem de içimden,
‘odama geçiyorum’ demekle yetindim.

tavana diktim yine deli gözlerimi. ev babadan yâdigârsa hastalık annedendi hatta onun annesi ve onun da annesinden: ırsî. bir ara aynı tımarhanede tımarlandıkları da olduydu babası hayattayken. ayrı odalarda kalmışlıkları, özel muâmele görmüşlükleri, otelde yaşar gibi yaşamışlıkları yok değildi, kuyrukları birbirine değmeden. mal-mülk, para-pul sâhibi olmasaydı rahmetli, böylesi bir hasta sefâsı süremezler, ya birbirini gırtlaklar ya da canına kıyardı ya ikisi birden, duâ etsinlerdi ona hâlâ hayatta oldukları, karşılıklı lâf sokmakla yetinip ilâçla, bıçakla, gazla, iple bin bir intihârdan ve de yalandan denemenin sonucunda ölmedikleri için. yurtdışında tedâvi gördükleri yıllarda yiyip içip sürtmekten, dahası zevk-ü sefâ içinde zamparalık yapıp düşüp kalktıklarına dünya kadar servet akıtmaktan değil pişmân olmak, hiç yüksünmemişler, kimi vakit aynı otellerde kuyrukları değer gibi olsa da, hep kaçmışlardı birbirinden, adamcağız tedâvi gördüklerini sanırken bu iki deli zibidinin.

ikisi de aynı dertten muzdarip olduğundan ve bağırsaklarının ne yöne döndüğünü bilecek kadar anne-oğul olarak kırık kişiliklerini yakinen tanıdıklarından, bugüne dek ayrılmayı hiç dile getirmediydi birinden biri olsun. deli ama akıllıydılar bir de, mirâsı bölüşmek yerine ortak keyif çatmayı yeğleyerek. ama o tavana göz dikmeleri aslâ düşsüz kalmamıştı hiç, ölüm senaryoları yazarken annesine.

rehâveti çökmüş olsa gerek içkinin, tam sızacaktı ki bir çığlık duyduğunu sandı, ‘çok alkolden’ diye geçirirken yarım aklından. yine aynı çığlık kulak ve rûh zarını üç-beş yâhut on-on beş kez daha şiddetle gerince, zar zor da olsa kalkıp yatağından, söylene-küfrede salona geçti ayak sürüye sürüye. yerdeydi annesi!

n’oldu?
‘zıkkımın körü… ‘
ne işin var orda?
‘postta yatasım tuttu.’
şömine başı keyfi ha?
‘yaktın mı ki?!’
elin ayağın yok mu?
‘düştüm.’
keşke kafasını çarpsa, tası çatlasa, beyni kanasa, kan kaybından geberip gitseydi de kurtulsaydım hâlâ taş gibi hayatta olan o dillidüdükten.
‘kaldır beni.’
kendin kalk.
‘başım dönüyor.’
geçer.
‘vicdansız!’
kendine de bunu.
‘insan annesine…’
anneymiş!
‘ben olmasam…’

işte en güzel cümleydi ağzından dökülen: o olmasaydı ya doğmaz ya da düzelmişti çoktan da, nerdeee?! yine de, zorlanarak da olsa yatağına yatırıp, yorganı, battaniyeyi atıp ruhsuz kadının üstüne, çekip gitti odasına, aklından boğmak geçerken çift kişilik yastıkla.

iki derin pişmânlık duydu rûhunda: ilki neden boğmadığıydı şu ömür törpüsü, ayak bağı, mendebur şıllıkla, ikincisi de neden böyle şeyler düşlediğiyle ilgiliydi annesi olacak şu kadın hakkında.

sarhoş bile olmama fırsât vermese de bu pespâye şey, iyice bitkinleşmiş olsan gerek, sızmışım.

‘alo!’
ne var?
‘yüz kere aradım sabahtan beri!’
akşamdan.. hatta geceden kalmayım ya!
‘öğlen oldu oğlum, öğlen!’
annem olacak oros…
‘n’oldu ki?’
düştü salondaki yataktan.
‘bir şeyi yok ya?’
bi bok olmaz ona, bilirsin.
‘eski toprak.’
toprağa giresice!
‘öyle deme.’
bin yaşında oldu kahpe!
‘annendir.’
şeytândır şeytân!
‘hadi boş ver de, akşama tamam.’
ne?
‘psikoyu bağladım.’
hiç çekemem.
‘kaç kişi soktum araya bir bilsen.’
iki psiko karı üst üste…
‘söz verdiydin.’
söz möz vermedim.
‘neyse.. altıda alırım seni.
bakarız.

baktım bizimki mutfakta tıkınıyor.
günaydın.
‘tünaydın beyim, tün aydın.’
ne zıkkımlanıyorsun demek varken, çay var mı? dedim.
‘yerini biliyorsun!’
sen ne içiyorsun?
‘sana ne?’
soranda kabahat!
‘he şunu bil…’
alkol kokuyor bura!
‘akşamdan kalmasın ya!’
hayır.. tâze alkol.
‘hep sen mi götüreceksin?!’
erken değil mi?
‘kime göre?’
ilaçlarınla etkileşir.
‘sende bi bok olmuyor da…’
çıkıyorum ben.
‘kafa çekmeye mi?’
cehennemin…

bu kadını kesin gebertmeliyim. mîâdı çoktan doldu da uzatmaları oynuyor ve çok uzatıyor zehir dilli lâflarını rûhuma. çocukluğumdan beri böyle: zulüm kovanı! babamda başarsa da, aklımı-fikrimi, beynimi ve dahi ömrümü yedi bitiremedi direnmesem kendimce. ne dünüm var ne bugünüm bunun yüzünden.. yarınımsa zâten şüpheli. sülâle boyu hasta bunlar.. benim de düştü payıma  densizlik! yakınında, uzağında fark etmez.. her anımda var bunun deli hâlleri. sırf bende mi.. büyük büyük ninemde, büyük ninemde, ninemde, teyzemde.. kalıtsal, ırsî ya da soy boyu.. ne denirse densin, soysuzluk hep varmış, hep var! okulumdan arkadaşlarıma, yediğim içtiğimden gezip dolaşmalarıma, konuşmama, oturmama kalkmama, nefes alıp vermeme kadar karıştı faşo! kala kala elimde bir başkan kaldı. onunla da arkadaş, fost kalmamız şüpheli. boğmadan beni dün boğmalıydım, geciktim, çok geciktim! kalp yetmezliği, ayak kayması, dengesizlik ya da yaşlılık falan, düşüp ölmedi de! alkolüne zehir ya da duvara çarpsam? kıtır kıtır doğrasam şu şiddet düşkününü yâhut yolda giderken bir çelme, otobüsün altına da, evden çıktığı yok son zamanlar! sürterdi, üç-beş deli ahbabına giderdi; kuaförüne, terzisine falan. tıkanıp kaldı koskoca evde.. o da salonda: yatağını bile şömine yanına taşıttıydı bana. artık temizlikçi, hizmetçi, aşçı, bahçıvan da gelmiyor. gelenleri ya kovdu ya kaçırdı. buna sabır, buna tahammül, buna can mı dayanır? çivilendi kaldı dört duvarda. başına mı yıksam evi ne? iki odun atmaktan âciz, kürkle dolaşıyor haspa ateş yakmak yerine. donmuyor da üstelik! ateşe mi versem yoksa evi? cayır cayır yansın orospu, şömineyi yakarken yandı sanılır. külü bile kalmaz ömrümde. bankalar para dolu, yazlık, kışlık, arabalar da var. çeker giderim cehennemin dibine. hem buralardan hem bundan hem de dünümden kurtulurum belki. psikoya falan da ne hâcet.


‘alo!’
ne var başkan?
‘izin aldım.’
eee?
‘psiko kadının o saatte başka randevusu varmış da…’
n’apayım?
‘ikide olacağız orda’
daha kahvaltı yapmadım.
‘yolda atıştırırsın.. geliyorum almaya.’
evden çıktım.
‘nerdesin?’
sokaklarda.
‘bir yerde dur da alayım seni.’
simit-cafeye gel.
‘ayrılma ordan.. ha bana da bir şeyler al.. yolda…’
tamam.. uçma.

şıllığa bak, sabahın köründe alkol! zıkkımın kökünü içesice. ulan anne mi bu? bir gün kahvaltı hazırlasın, bir yemek pişirsin, sofra kursun ya da iki lokma… hazır gıda hep. babam olmasa ne sebze ne et ne meyve… ah ne büyük adammış! bu haspaya yıllar yılı nasıl katlanmış? gençmişmiş, güzelmişmiş, eğitimlimişmiş de miş miş kahpe. az çektirmedi bize, mahvetti ömrümüzü kalıtına sıçtığımının karısı. kaprisi, cakası, pis dili de cabası. yaşlandı da ölemedi bir türlü hâlâ! ama yakındır.. ben ona n’apacağımı biliyorum da, elim varmıyor. şu psikoyu bi göreyim de başkanın hatrı için, sonrasını görür o.


teyze!
‘aaa! sen!’
ne işin var burda?
‘burda yaşıyorum.’
kentten dağa!
‘iş işte.’
hocalıktan otacılığa.
‘ot bok geçiniyoruz.’
okudum durumunu.
‘eh işte.. ya sen?’
serseri.
‘annen?’
baş belâsı.
‘ya baban?’
öldü kurtuldu.
‘arkadaşın mı?’
o getirdi.
‘sana şifâm yok.’
biliyorum.
‘ot çayı ikrâm…’
bok çayı!
‘abartıyorlar.’
gazte öyle demiyor!
‘her okuduğuna…’
inanmam da…
‘e niye geldin?’
gideriz artık.
‘bunu boynuna tak.’
tüylü kolye de ne?
‘hâtıra.’
çarpılmayayım?
‘deli annen nasıl?’
senin, benim gibi deli.
‘az doktorda sürtmedi!’
doğuştan sürtük
‘değişmedi di mi?’
sana getireyim mi?
‘evlerden eksik olsun.’
kardeş şifâsı.
‘aman sakın ha!’
hayrın dokunur.
‘tam bir belâ.’
abla-kardeş kalın.
‘bir an dahi…’
hep ben mi delireyim?
‘annen o senin.’
senin de ablan!
‘çoktaaan düştüm nüfustan.’
paran da, var, bakarsın.
‘o bin kat benden zengin.’
sen de az cukkalamamışsın hani!
‘hayır kurumlarına…’
hadi ordan!
‘dağ başında para ne?’
in kente!
‘kafam burda iyi.’
koca hocaya bakın!
‘geç bunları.’
prof. doktor…
‘çok oturdun, git.’
psyche uzmanı…
‘hadi ordan!’
psikiyatrist…
‘al oğlum bunu götür.’
kıyâfet süper ama.
‘rahat.’
tam şaman hâli.
‘kapı orda.’
ablanı getiririm haaa!
‘geberttirme bana onu.’
otlu bok yedirirsin.
‘ömrümü zehretti oros…’
sıra sende işte.
‘delirdin mi sen?’
üçümüz de deliyiz.
‘arkadaşını al da…’
çocukluğumdan beri…
‘benim de öyle.’
e öldürelim bunu?
‘hapis çekemem yoksa…’
bin kez öldürmüştün ha?
‘zor kurtardım yakamı.’
babam kurtaramadı.
‘az çekmedi rahmetli.’
şimdi zulmü bana.
‘başka yere çık.’
teyzeciğime gelsem?
‘hadi ordan densiz.’
şurda bir kulübe de bana…
‘git de başka eve…’
ateş yakar, dans ederim.
‘benimkisi tıbbi iş.’
tabiî, tabiî.. tıbbî kâtil!
‘benle alâkası yok.’
az hastan canına kıymamış!
‘şifâm yüzde yüz değil.’
yüzde sıfırlar gebermiş!
‘yüzde doksan beş iyileştirdim.’
sana göre öyle.. bak gazteye.
‘okumuyorum.’
ünlü kâtilsin.
‘hadi ordan deli!’
kaç cana kıydın?
‘ne diyor bu oğlum? al git.’
dağ mezarlık ha?
‘çizmeyi aştın!’
er geç sonun hapis.
“hadi gidelim.”
bak başkan, bunlar fenâ.
“çıkalım da dışarı…”
sülâlece deli, kâtil.
“yolda anla…”
zengin ve nüfuz sâhibi…
“yeter artık!”
bak seni de…
“ben arabadayım.”
dur, dur.. tamam başkan.
“hadi o zaman.”
teyze! ben de mi böyle…
‘böyle ne?’
zamanla gizli kâtil.
‘hadi ordan.’
ünsüz psiko.
‘güle güle, güle güle.’
seni ihbâr etcem.
‘çok eden oldu.’
dağı-tepeyi kazıtcam.
‘durma, dene!’
ölüleri çıkartcam.
‘koş hadi!’
abla-kardeş hapiste…
‘hastalık ilerlemiş!’
çürüyeceksiniz.
‘hadi yallah! ‘
orospulaaaar!
‘siktir git!’

meğer ne belâya dalmışım da… itirâf etmese… deligiller familyası… verilmiş sadakam… neyse.. güç belâ dışarı çıkarıp, arabaya atıp, evinde silkeleyip kaçtıydım. sonra musallat oldu bana ne kadar köşe bucak kaçtımsa da tam yarım yıl! başkan yukarı, başkan aşağı… yakamı henüz kurtardım: doğu’ya tâyin.. yerel bir gazeteye! hem düzenim değişti hem çevrem kayboldu hem de şeflik gitti bu deyyusun yüzünden, hayâllerim dâhil! neyse.. az da olsa huzur buldum ya, yeter. yoksa kim bilir neler neler…  yine de korkmuyor değilim bir gün burada da bulur diye beni mahalle, okul, gençlik  arkadaşım ve ‘dostum’, deli herif!

* antik felsefe – metinler ve açıklamalar, walther kranz, türkçesi: suad y. baydur, sosyal yayınlar, istanbul, 1984

şerh: her dost ‘dostdoğru’ dost değilmiş.. aman dikkat!
hamîş: annesi de, teyzesi de ertesi yıl ölmüş. ilki aşırı ilaç, ikincisi kimyasal zehirlenmedenmişmişmiş!
not: gazetenin tefrikaları artık sürmüyor, acar meslektâşımın röportajını romanlaştırma hayâlim de güme gitti elbette.. heyhât ve iyi ki!
dip not: ondan haber yok.. bu iyi.
soru: psikoluğunu psikologluk ya da psikiyatrislikle gizleyen en az bir kişi hiç olmuş mudur acep dünya’da?
bir bilgi: üçünün tanısı aynıymış: paranoid şizofreni.
bir söz: “îtirâf edilmemiş hiçbir his aslâ ölmez.” / freud
bir dize: “olmaya devlet cihânda bir (psyche) nefes sıhhat gibi.” / muhibbî

edebiyathaber.net (7 Kasım 2024)

Yorum yapın