Yara gibi açılmayan bir şiir olmaz. Aynı zamanda yaralamayan şiir de yoktur. J. Derrida
Mustafa Baydar’ın Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar adlı eserinde, 1954 yılında Ziya Osman Saba ile yaptığı röportajı okuyup bitirdiğimde, röportajın sonuna bir dipnot olarak onun “O”NSUZ şiiri eklenmiş. Saba’nın daha önceleri birçok şiirini okumuştum, adı geçen şiiri de okuduğumu hatırlıyorum. Ancak şiiri bu defa tekrar okuduğumda bende çok farklı duygular, düşünceler oluştu, şiirin anlattığı ya da benim hissettiğim bir atmosfere girdim. Eliot’ın “Bir şiir farklı kişilere farklı anlamlar ifade ettiği gibi, bu anlamlar şairin kasdettiğinden çok farklı da olabilir” düşüncesini hatırladım. Hatta aynı şiirin farklı zamanlarda aynı kişi tarafından okunmasıyla da farklı duygular, farklı anlamlar çağrıştırabileceğini de düşündüm. Şiiri tekrar okuduğumda bir iç sesim sanki bir nakarat gibi “hüzün bu şiire yakışıyor” deyip durdu.
Bunun üzerine Atatürk’ün ölümünün 86.yılını anacağımız şu günlerde bu şiirin; hem şiir hem de hissettirdiği duygu ve düşünceler yönüyle okunduğunda çok zengin anlamları ve çağrışımları olduğu da anlaşılacaktır.
Ziya Osman Saba’nın, henüz 28 yaşında, Atatürk’ün ölümü üzerine yazdığı bu şiir, derin duygularla örülmüş, oldukça az kelimeyle çok şey anlatan bir eser. Şairin bu şiirinde yasla birlikte gelen hüzün dikkate alındığında bile onun hem duygusal, hem de bilişsel ve davranışsal tepkileri hep birden gösterdiği anlaşılmaktadır. Ama bu tepkilerin tamamını hüzünde toplamıştır. Saba, şiiri yazarak davranışsal, şiire duyarlılıklarını yansıtarak duygusal, şiirde niçin üzüldüğünü, derin hüzün duyduğunu işaret ederek de bilişsel tepkisini ortaya koymuştur. Şair, bu tepkilerini şiirinde birleştirdiğinde “hüzün bu şiire yakışıyor” cümlesinin samimiliği de okura yansıyor.
Ziya Osman Saba, Yedi Meşaleciler olarak bilinen Sabri Esat, Cevdet Kudret, Yaşar Nabi, Vasfi Mahir, Muammer Lütfü, Kenan Hulusi gibi şairler arasında en gençleri olarak bilinir. Saba, kendine özgü bir dil kullanarak yazmış olduğu adı geçen şiirde aynı konuda yazan şairlerden ayrılmaktadır. Benzetmeler, değişik bağdaştırmalar, hüznü/yası şiire giydiren anlatım biçimi, ses açısından şiiri kendine özgü konumlandırması bu özellikleri arasında sayılabilir. Saba, öyle bir şiir dili kullanmıştır ki kendisinin/şairin hissettiklerini okuyucuya hissettirerek aynı zamanda şiirin işlevini de yerine getirmektedir. Onun nasıl söylediği de neyi söylediği de bir anlam ve duygu bütünlüğünü oluşturmuştur. Fakat bu konuda hüznünü o kadar kuvvetle söylemektedir ki okuyucuya verilmek istenen duygu doğrudan öne geçmekte ve etkisini artırmaktadır.
Saba, şiirini sunarken, şiirinin özündeki duyguyu (yası-hüznü), düşünceyi (Ata’nın güven ve sevgi sembolü olmasını), imge ve tasarımları şiir dilinde anlatım bulurken, şiirin sözcüklere dökülerek okuyana iletilecek bir biçim almasına önem vermesi de dikkat çekicidir. Şiirde ses ve anlam arasında bağlantı kuran şair bu şekilde seslerin yarattığı müzikle hüznünü daha kuvvetli duyurmak için en uygun sözcükleri seçmiştir. Öyle ki ancak bu şekilde duyduğu hüznün okuyucuya da dokunacağını varsaymıştır.
Bu açıklamalardan sonra doğrudan şiire, şiirin içeriğine yönelik de bazı tespitler, değerlendirmeler yapıldığında konu daha iyi anlaşılacaktır:
Başlıktaki “O’nsuz” ifadesi, Mustafa Kemal Atatürk’ün yokluğunu işaret eder. Öncelikle dikkat çekmek gerekir ki şiirde “O” olarak tanımladığı liderin, bir milletin her zaman başvurabileceği biri olduğunu hatırlatıyor. “O” ile Saba, Atatürk’ün adını bile anmadan, onun sevilen, çok iyi tanınan biri olduğunu gösterir. Şaire göre nasıl bir evin direği olan bir baba ya da anne kaybedildiğinde evde toplu bir şekilde yas tutuluyorsa, Atatürk’ün ölümü de bütün bir ülkede böyle bir duruma sebep olmuştur. Şiir, Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün ardından halkın yaşadığı derin acıyı, yası ve onun yeri doldurulamayan varlığının kaybolmasıyla gösterilen etkileyici bir eser olarak ortaya çıkmış. Eksiklik ve boşluk duygusu hüzne sarılarak hissettirilmiştir. Çünkü Atatürk’ün kaybı, sadece bir bireyin ölümü değil, bir ulusun atasından yoksun kalmasıyla yaşadığı derin duygulardır. Saba’nın kaleme aldığı bu dizeler, toplumun Atatürk’e gösterdiği sevgi, minnet ve bundan sonra onsuzlukla başlayacak yıllarla baş etme çabasını en içtenlikle ifade eder.
Şiirin ilk dizesi “Ah işte duyuyorum mesut günler içinden” der. Atatürk dönemindeki güzel günlerin özleminin onun ölümü ile başladığını, bunu şimdiden hissettirdiğini vurgular. Hemen ardından gelen dizelerde, “Sana ‘sevimli yüzün asla solmasın’ diyen,/ Bütün adınla dolu o coşkun şarkıları…” ifadesiyle, geçmişteki mutlu günler ve Atatürk’ün ülke için yaptıklarına, çabalarına göndermede bulunarak, onun kahramanlıkları hüzünlü bir sevgi ile anılır. Atatürk’ün insanlara ilham veren, umut dolu biri olarak halkın gönlünde yer aldığını anlatır. Burada Atatürk’ün yalnızca siyasi bir sembol değil, herkesin içinde sevgi ile yer alan, aynı zamanda halka umut ve mutluluk veren bir dost olduğu hatırlatılır. Bunun sebebinin de onun halkla olan kuvvetli bağı gösterilir. Atatürk, insanların bir güven kaynağı, bir ilham perisi gibi, yalnızca ülkeye değil, düşünceleri ve fikirleriyle dünyada bağımsızlık özlemi çekenlere de bir örnek olduğu ifade edilir.
Şiirin dördüncü dizesi hem can alıcı hem de sarsıcı bir şekilde ulusal düzeydeki yası, hüznü işaret eder. Şair, “Sen öldüğün için mi şimdi bayraklar yarı?” dizesinde, Atatürk’ün kaybıyla oluşanları, yaşananları derin bir şok olarak betimler. Bayrakların yarıya inmesi, yalnızca devlet geleneklerine uygun bir adet değil, aynı zamanda tüm ülkeyi kapsayan hüzün çökmüş bir hayatın sembolüdür. Ülkede bayrakların yarıya inmesi ulusal bir yasın, genel bir hüznün çok açık bir şekilde yansımasıdır.
”Görüyorum ilk defa seni gördüğüm günü;/ Altından, alkışlarla geçiyorsun bir takın” diye başlayan ve “O gün bana gelmiştin babamdan daha yakın” dizesiyle devam eden şiirde şairin ve halkın Atatürk’le ilk karşılaşma günü insanlar üzerindeki etkileyici ortam anlatılıyor. Şair için bu an, halkın alkışları içinde Atatürk’ün onları selamladığı, halkın ona ailesinin yaşlı bir ferdi gibi saygı duyduğu muhteşem karşılaşmalar hatırlanıyor. Atatürk, şair için bir “baba” sembolü haline gelmiş; babasından bile daha yakın biridir. Dolayısıyla duyulan hüzün de bu yakınlığa uygun derinden olmuştur.
”Meğer duyacakmışım bir sabah öldüğünü”…ifadesinden anlaşıldığı gibi şairin duyduklarına bir türlü inanası gelmiyor. Ancak şiirin devamında onun son yolculuğa çıkışına tanıklık ettikten sonra ölümünün bir gerçek olduğunu; “Meğer görecekmişiz bir sabah gidişini/
İstanbul’un önünden son defa geçişini” dizeleriyle derin hüznünü betimler. İstanbul halkı, atasını son bir kez görme fırsatını bulur ve bu vedalaşma, toplum için hem özel hem de çok hüzün dolu bir andır. Şairin bu dizelerinde, halkın Atatürk’e olan sevgisini ve onun ardından bütünleşmiş bir hüzün havası oluşturduğunu yine onun eski günlerini anarak hatırlatılır.
”Bizler seninle nasıl, ne kadar beraberdik,/ Bizler ki az sıkılsak “O başımızda” derdik;” dizeleri halkın ona güvendiğini, beklentiler içinde olduğunu yansıtır. Şaire göre o varken halk için gam keder yoktur. Bu dize, Atatürk’ün halk için bir koruyucu, sorun çözücü ve yol gösterici olarak ne kadar önemli bir yere sahip olduğunun göstergesidir aynı zamanda. Öyle ki halkın, onun varlığını bir rehber ve güven kaynağı olarak hissettiğini, “o başımızda, derdik” ifadesinin içinde vurgulanmaktadır.
Ortak sıkıntılarda, başarılarda bir olmuş, birbirini çok iyi anlamış, birlikteliğin gerçek anlamda özünü yaşamış olanların ayrılıkları, kayıpları kabullenmeleri çok zordur. “Nasıl yok bileceğiz o güzel güneş yüzü?” dizesi de, Atatürk’ün yokluğunun halk için ne kadar acı verici olduğunu ortaya koyuyor. Şair, Atatürk’ü yakın tarihteki başarılarıyla, daha sonra kısa zamanda ülkenin sosyal ve ekonomik alanda yaptıklarıyla onu bir “güneş” olarak simgeleştirir ve onun halkın üzerinde bir ışık gibi parlayıp karanlıkları aydınlattığını belirtir. Bu metafor, halkın Atatürk’e olan hayranlığını, samimi sevgisini, bağlılığını ve şimdi onun yokluğunda yaşadığı derin üzüntüyü, hüzünle gelen çaresizliği çok güçlü bir şekilde ifade eder.
Kaybedilen büyüktür ama şaire göre yas/hüzün de büyüktür. Bunun için hüznün büyüklüğü“Ana, baba değil bu, bizler Ata öksüzü / Tatmadık, bilmiyoruz bu bambaşka yarayı” dizelerinde, herkesin Atatürk’e olan derin duygusu ve onun yokluğuyla gelen tarifsiz acı hissedilir. Atatürk, halk için sadece bir anne ya da baba gibi değil, ulusun atası olarak kabul edilmiş biridir. Saba, bu kaybın farklı bir boyutta ve doldurulamaz olduğu, halkın kendisini bir “Ata öksüzü” olarak tanımlamasıyla ortaya kor. İster istemez ölüm kabullenilmek zorundadır ama bundan sonra Onsuz, yani Atatürksüz yaşama kaygısı hayatlarına yer ettiği için hüzün yakışan bu şiirini bir yakarış ile bitirir ve ”Öğret bize yarabbim ah O’nsuz yaşamayı!” der.
Şiir, Atatürk’ün ardından hissedilen özlemin, bir lidere veda etmenin, ayrılığın, bir rehberin kaybının nasıl algılandığını derin bir duyarlılıkla yansıtıyor. Saba’nın sade ama dokunaklı anlatımı, Atatürk’ün halka ilham veren kişiliğini ve onun halkının üzerinde bıraktığı güveni gözlerin önüne seriyor. Bu dizeler, Atatürk’ün anısını yeniden canlandırıyor, onun ilkesi ve değerlerinin toplumda yaşayan bir miras olarak devam ettiğini, edeceğini de hatırlatıyor.
Saba, Türk milletinin Atatürk’e olan sevgisini ve onun kaybıyla gelen derin acıyı, herkesin anlayabileceği bir sadelikte ve samimiyetle kaleme almıştır. Şiir, büyük bir lidere bağlı bir milletin kenetlenerek yaşadığı hüznü, toplumsal belleğe kazınacak bir ağıt olarak sunmuş ve zamana dayanıklı bir iz bırakmıştır.
edebiyathaber.net (11 Kasım 2024)