“4 Şubat 1974’te 70 şair ve yazarın ilk toplantısıyla Türkiye Yazarlar Sendikası kuruldu. Sendika’nın ilk amacı, yazarlığı iş edinmiş kişilerin emeğini sermayeye karşı korumak ve hukuki, sosyal, kültürel, ekonomik temel hak ve özgürlükleri savunmaktı” diye yazıyor TYS’nin internet sitesinde. (Türkiye Yazarlar Sendikası Tarihçesi — Türkiye Yazarlar Sendikası).
İki darbe arasında kurulmuş bir sendika. 12 Mart Darbesi ardından aydınlar, şair ve yazarlar gözaltına alındı, tutuklandı, işkencelerden geçirildi, kurulan sıkıyönetim mahkemelerinde saçma gerekçelerle yargılandı. Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşu bu darbe sonrasına rastlıyor.
Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Bekir Yıldız, Adnan Özyalçıner, Leyla Erbil, Tomris Uyar, Turgut Uyar, Orhon Murat Arıburnu, Adalet Ağaoğlu, Nihat Behram ve Ali Özgentürk “Kurucu Kurulu”nu oluşturmuş. İlk genel kurulda Yaşar Kemal Genel Başkanlığa, Bekir Yıldız İkinci Başkanlığa, Adnan Özyalçıner de Genel Sekreterliğe seçilmiş. Bir yıl sonra yapılan 2.Genel Kurul’da ise Genel Başkanlığa Aziz Nesin getirilmiş. İlk günlerde Sendika’nın kalıcı bir yeri yokmuş, dost sendikaların salonlarında toplantılarını yapıyorlarmış ve gerekli evrak genel sekreter Adnan Özyalçıner’in çantasında saklanıyormuş. Bu nedenle TYS’ye “çanta sendika” diyenler de varmış.
Tüm olumsuz şartlara rağmen TYS oldukça büyük işler yapmış. Bir yandan örgütlenme çalışmaları sürer, üye sayısı artırılırken diğer yandan yıllarda dünya yazar örgütleriyle ilişkiler kurulmuş. İstanbul’da Balkan Ülkeleri Yazar Örgütleri Toplantısı yapılmış. Önemli toplantılar, şenlikler gerçekleştirilmiş. İzmir Fuarı’nda kitap şenlikleri, İstanbul’da ilk imza günleri yapılmış. Diğer işçi sendikaları ile ilişki kurmuş, grevcileri ziyaretler etmişler. Sendika, yerini bulmuş, Beyoğlu’nda tarihi Union Française binasına taşınmış. Ama hiçbir zaman uzun süreli bir mekan sahibi olamamış. Sürekli yer değiştirmeler var.
Union Française binası, 12 Eylül döneminde “anlaşılmaz bir yangın” geçirdi, diye anlatıyor Adnan Özyalçıner. Sendika’nın da belgeleri yangınla yok olmuş. TYS’nin faaliyeti diğer kitle örgütleriyle ilişkileri öne sürülerek ve Nâzım Hikmet Gecesi düzenlemesi gerekçe gösterilerek durdurulmuş, ardından da kapatılma davası gelmiş. 3,5 yıllık yargılamadan sonra 18 yöneticisi aklanmış. TYS 1987 yılında Aziz Nesin’in çağrısı ile yeniden kurulmuş. Elli yılda Aziz Nesin, Oktay Akbal, Ataol Behramoğlu, Cengiz Bektaş, Enver Ercan ve Mustafa Köz TYS’nin başkanlığımı yapmış. 2019’dan beri de başkanlığı Adnan Özyalçıner yürütüyor. Yani sendika kurucularından birinin, uzun yıllar sendikada görev almış Adnan Özyalçıner’in başkanlığı döneminde ellinci yılını kutluyor.
Türkiye Yazarlar Sendikası ellinci yıl için bir belgesel ve bir kitap hazırlamış. “Düşünmenin Soyağacı” adlı kitapta ve filmde TYS’nin elli yıllık öyküsü belgelerle, fotoğraflarla desteklenerek anlatılıyor. Çok şey yapılmış. Tabii en önemli ve değişmeyen sorun, düşünce ve ifade özgürlüğü. Yayınlama özgürlüğü mücadelesini gündeminden hiç düşürmese de TYS bu konuya saplanıp kalmamış. Yazarların sorunları hakkında eylemler, etkinlikler yapmış, bildiriler yayınlamış, diğer yandan da bir edebiyat derneği gibi edebiyat etkinlikleri yapmış, toplum içinde edebiyat sevgisinin artması için uğraşmış. Toplumsal ve siyasal sorunlarda tavır almış. Birçok dergi ve kitap yayınlamış. Yani çalışmalarını kalıcılaştırmış. Bununla da yetinmemiş edebiyat müze ve belgeliğini hayata geçirmiş. TYS 1345 üyesi ile bugüne gelmiş.
Bir yazar örgütlenmesini elli yıl boyunca sürdürmek kolay değil. 2024 yılı boyunca, Adana, Bursa, Eskişehir, Samsun ve İstanbul kitap fuarlarında Adnan Özyalçıner’le TYS’nin elli yılını konuştuk. Bu toplantılara TYS’nin o illerdeki temsilcilikleri de destek verdi. TYS 19 il ve ilçede temsilciliklere sahip. Toplantılar da iyi duyuruldu. Buna rağmen katılımın çok düşük olduğu 15-20 kişi civarında gerçekleştiğini gördük. En çok üyenin yaşadığı İstanbul’da da bu durum değişmedi. Toplantıları izleyenlerin yaş ortalaması da 60.
Bu manzarayı görünce insan “Yazarlar örgütlenmeyi neden sevmiyor?” diye sormadan edemiyor. 1980’den sonra hemen her meslek örgütsüz bırakılırken belki bu soruyu sormak çok anlamlı gelmeyebilir. Bizleri yönetenler biraraya gelmemizi, haklarımızı savunmamızı istemiyor. Bu çabalarında da başarılı oldular. Herhangi bir işkolunda çalışanların haklarını koruyabilen örgütler kalmadı. Yazarların da farklı durumda olması beklenemez. Ama diğer yandan toplum içinde “öncü” konumda olduğuna inanılan yazarların örgütlenmede de öncülük yapması, “yazarların toplumun vicdanı, sözcüsü olarak öne çıkmak gibi bir mesleki etik ilkesi olması” beklenir. Böyle bir öncülük bir yana başta yayınlama özgürlüğü ve telif hakları olmak üzere yazarların büyük çoğunluğunun kendi sorunlarıyla bir ilgileri yok. Ama başları derde girince de yazar örgütlerinin yanlarında olmasını istiyorlar. Mahkeme kapılarında yalnız kalmamak, hapishanede unutulmamak istiyorlar. Üyesi olmaya gerek görmedikleri yazar örgütlerinden böyle destek beklemek de garip bir paradoks.
edebiyathaber.net (13 Kasım 2024)