Serpil Arı Yılmaz: “Kadınların güçlü olmadığı hiçbir toplum güçlü olamaz bence”

Kasım 13, 2024

Serpil Arı Yılmaz: “Kadınların güçlü olmadığı hiçbir toplum güçlü olamaz bence”

Söyleşi: Tacim Çiçek

Bazıları için yazmak bir tutkudan da öte yaşamaktır aslında. Gabriel García Márquez, ‘Anlatmak İçin Yaşamak’ adlı kitabında “Hayat, insanın yaşadığı değildir; aslolan, hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır,” der. Öykücü Serpil Arı Yılmaz da büyüdükçe, okudukça ve gözlemledikçe farkındalık duygusunu geliştirmekle kalmaz; hem gözlemlerinin hem de büyürken etrafında tanığı olduğu gerçeklikleri yazarak görünür yapmaya çalışanlardan biri. Kurgusal ya da yaşanmışlık da olsa tanığı olduklarını, gözlemlerini ve itiraz edeceği olumsuzlukları özellikle de ülkemizdeki kadın sorunsalı penceresinden görünür yapmaya çalıştığını öykülerinden anlamak olası. İşte onunla yazma serüveni ve edebiyat, sanat üzerine yaptığımız söyleşi.

Sanırım her yazarın bir yazma serüveni, sebebi var; peki, sizin yazma sebebiniz nedir?

“Seni tanıyan son kişide öldüğünde aslında hiç yaşamamış olacaksın,” sözü beni derinden etkiler. “Öldükten sonra bu çok mu önemli!?”derseniz eğer, kişiden kişiye değişebilir  yanıtlar diyebilirim. Benim için önemli. Ölümsüz olmak istiyorum. Bedenen çürüyüp yok olsam da aslolanın düşünceler, yazdıklarımız ve yaptıklarımız olduğuna inananlardanım. Düşüncelerimi, duygularımla birleştirip olamamasını arzu ettiğim konular, hem beni sorgulamaya hem de yazmaya itti. İnsanlarımızın içindeydim ve herkes konuşuyordu, herkes bir şeyler anlatıyordu, herkes her şeyi biliyor ve kimse kimseyi dinlemiyordu, duymuyordu, hatta anlamıyordu. Garip olan da çok konuşan insanların konuştukları konularla ilgili hiçbir şey yapmamalarıydı bana göre. En azından doğup büyüdüğüm ve içinde yaşadığım yerlerin de olduğu topraklarda görebildiğim kadar böyleydi, maalesef. Kendimi dinletmenin ve karşı çıktığım her şeyi haykırmanın yolunun yazmak olduğunu düşündüğümden başladım yazmaya. “Bugün çok mutluyum,” diye başladığım bir yazım olmadı hiç. Acıların, tekrarlanmaması için unutulmaması gerektiğine olan inancımdan dolayı asıl ve gerçek edebiyat ‘olmaması gereken, acıtan şeyleri anlatır; ben de yazdıklarımda bunu başarmaya çalışıyorum.

Teşekkür ederim. Çünkü gerçekten de edebiyat özü gereği olanı anlattığı gibi olması gerekeni de içerir bence. Peki,  her ilk kitapta, bu ister roman, isterse öyküler toplamı olsun yazanından izler taşıması neredeyse kaçınılmaz bir sonuç ve gerçeklik her ne kadar edebiyata da dâhil bir çalışma olsa da; sizden ve çevrenizden kişilerin hikâyeleri var mı yazdıklarınızda? Ne kadarı kurmaca ne kadarı yaşanmışlıklar sonucu bu ilk kitabınız?  

Anadolu; ağlayan, ağlatılan analarla dolu, maalesef! Yüzyıllardır karanlık bulutların altında, tenleri grileşmiş insanlarla dolu Anadolu! Umutsuz, yoksul, çaresiz, gariban, emekçi, eğitimsiz… Ağaların, Bey olduğu adların değişip kuralların, zorbalıkların aynı kaldığı… İnsanın emeğini sömüren, konuşanı susturmaya çalışan, bilinçli şekilde cahil bırakılan insanlarımız acımasız bir çarkın dişlilerine teslim edilmiş. Ben, bir Anadolu insanıyım. Yaşadığım bölgede acıyı yalnız yemeklerde duyumsamazsınız. Acı, bu bölgenin içine işlemiş bir yaşayış biçimdir, diyorum da çoğu abarttığımı düşünüyor; öyle olmasını çok isterdim ama değil. Çünkü gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine ve ekonomi sayfalarına baktığımızda okuduğumuz, okuyacağımız şeyler hiç de iç açıcı değil ve maalesef diyeyim yine ki beni haklı çıkarıyorlar. Herhangi bir kişinin azıcık yaşam tozunu silkeleseniz, bitmez, tükenmez olaylar silsilesi çıkar karşınıza. Anadolu insanın akla gelmeyecek iyilikleri olduğu gibi akla mantığa sığmayacak kötülükleri de var. İnsanlarımıza yaşatılanlar gelişen bilincimle birlikte belleğimdedir. Güçlü bir belleğim olduğu kanısındayım. Duyduğumu, gördüğümü de unutmam kolay kolay. Yazılarımda işlediğim konuların hepsi toplumumuzda olan ve benim şahit olduğum, üzüntü ve öfke duyduğum olaylar, haksızlıklar toplamıdır. Ben olanlardan yola çıkarak hikâyemi kurgularım. Bunu daha da çok geliştirmek için elimden geleni yapıyorum, gerisi okur dediğimiz okuma sevdalısı insanlarımıza kalmış. Yazdıklarım bizatihi kendi yaşamım, yaşadıklarım diyemem ama çok uzağımda da olan yaşamlar, yaşanmışlıklar da değil. Hatta tanığı olduğum yaşanmışlıklardan, olaylardan kotardığım çalışmalarım da var.

Duvardaki Çatlak da sanırım tanığı olduğunuz yaşanmışlıklardan kotarılmış 16 öyküden, bana göre de bölümden oluşuyor. Üzerinde biraz daha çalışılsaymış ortaya kısa bir roman çıkabilirmiş? Bunları bir editörle çalışmadınız mı?

Haklısınız! Evet, belki de öykü değil bölüm demek daha doğru olabilir. Okuyan da kalan duygu daha çok bir roman olduğu yönünde; çünkü karakterlerim değişmiyor yalnızca olaylar değişiyor. Ayrı başlıklarla karşımıza çıksalar da ve her ne kadar öyküymüş gibi görünse de bence de bir roman bu çalışmam. Bir editörle çalıştığımı düşünmüştüm ama ne yazık ki kitabım çıktığında editörümün aslında gerçek anlamda bir editörlük yapmadığını ben de görmüş, anlamış oldum. Ama kitap çıkmıştı sonuçta. Fark edilecek ya da edilemeyecek maddi hatalar için yapacak bir şey yoktu, maalesef. Bir söz var Anadolu’da, belki de bizim bölgemize has, “Anamın ilki olacağıma dağlarda tilki olaydım” diye, işte Duvardaki Çatlak da sanırım öyle diyordur bana kendi kavlince. Sizinle çıkartacağız 2. baskısını bu yüzden de rahatlamış durumdayım.

Üstümüze düşeni yaparız elbette deyip bir başka soruya geçmek isterim izninizle. Her bölümde anlattıklarınızda, yazarlık tepe lambanızı diktiğiniz gerçekliğin ülkemizin devasa bir sorunu olan ‘çocuk gelinler’ hatta ‘çocuk damatlar’, bunun sizde özel bir karşılığı var mı?

“Çocuk Gelinler” sizce de toplumumuzun kanayan yarası değil mi? Toplumumuzda eğitim günden güne niteliksizleşse de geçmişe oranla okula giden çocuk sayısında bir artışın olduğunu da görüyoruz. Büyüdüğüm çevrede ilkokuldan sonra pek çok kız arkadaşımın, sırf kız oldukları için ortaokula göndermediklerine tanık olmuştum. Ortaokulun bahçesinde oynarken ben onların eve kapatılmasını hiçbir zaman kabul edememiştim. Üstelik benden çok daha başarılı kızlar da vardı içlerinde. Ben daha liseye geçmeden birçoğunun da evlendirildiğine tanık oldum. Bireysel haklarının tümüyle ellerinden alındıklarını, kocaları olan çocuk erkeklere teslim edilmelerini kabullenemedim. Günümüzde de aynı sıkıntının devam etmesinin pek çok siyasi-ekonomik ve sosyolojik, geleneksel nedenlere bağlı olduğunu biliyorum. Bu yüzden de toplumumuzun bilinçli şekilde bilinçsiz bırakılması siyasidir bence. Siyasi nedenler ekonomiyi ve sosyolojiyi de içerir. “Bir ekmek azalacak,” diye kızını evlendirmek isteyen bir babaya bir çocuk da az yapsaydın dediğinde olaylar vatan hainliğine dek varabiliyor.

Kadınların güçlü olmadığı hiçbir toplum güçlü olamaz bence! Olmamıştır da nitekim bizim toplumumuzda yaşanılanlara bakılırsa güçlü bir ülke değiliz. Çocuk yaşta evlendirilen kızları orta yaşa gelmeden büyük bir buhrana düşüyor, intiharlar, evden kaçmalar, kendince ama yanlış çözümler bulmalarına zemin ve ortamlar hazırlanıyor, bilerek ya da bilmeyerek… Yaşamak istiyor yaşayamadığı duyguları. Hele horlanıp, itilip bir de şiddete maruz kalmışsa eğer akşam kuşakları aldatan kadınlarla dolup taşıyor. Çocuk yaşamamış ki çocukluğunu, ilk aşkı tatmadan, sevgi nedir bilmeden, saygı duyulmadan. Saçları boyanmış ve gelinlik üzerine geçirilivermiş! Küçücük kız çocukları olmuş bize “genç kadın”  ama bunu bile kabul edemiyorum. Bu düzen değişmeli!!! Yazdıklarımda bunları dillendirmeye çalışıyorum…

Anladım, ilginç gerçekten de…  Bu dediklerinize katılmamak olanaksız… Maalesef geleceğimizi yetiştirecek güzel ve doğru şeyler yapmamız gerekiyor toplum olarak da erk olarak da… Peki, sırada ne var? Yazdığınız, yazacağınız ya da yazıp görünür yapmak istediğin neler var yazma tezgâhınızda?

Tabii ki hepimiz sorunlarımızı çözebilmek, aşabilmek ve geleceğimiz olan çocuklarımızı kız ve erkek ayırımı yapmadan çağdaş, onurlu ve güzel, sağlıklı, mutlu bir düzende yaşatmak için güç birliği yapıp çaba göstermeli ve üstümüze düşeni de yapmalıyız bir an önce.

Duvardaki Çatlak kitabımdan sonra öykü yazmaya yoğunlaştım. Bu yıl dört kolektif kitapta dört öyküm yayımlandı. Bu kolektif çalışmalarda bulunmamın nedeni öykü gelirinin kız çocuklarının eğitimine ve hayvan barınaklarına bağışlanacak olmasıydı. Geçen sene başlayıp yoğunluklarımdan dolayı bir türlü tamamlayamadığım bir roman yazmaya çalışıyorum. Yine toplumcu gerçekçi bir bakışla varoluşsal sancılar içerisinde yaşama tutunmaya çalışan bir karakteri yazıyorum.  Çünkü Türkiye’de insan olarak yaşamanın zorluklarını iliklerine dek duyumsayan bir erkek karakterle yola çıktım. Doksanlı yıllarda doğuda çocuk olmak! Büyük bir coşku var içimde hikâyem gerçeklere yaslansa da karakterim bütünüyle kurgu ama derinliği beni bile sarsıyor zaman zaman yazarken.

Kolaylıklar olsun o vakit değerli dost. Son olarak merak eden, Serpil Arı Yılmaz’ı tanımak isteyen olabilir diye; öz yaşamınızı anlatır mısın?

Almanya’da gurbetçi bir ailenin çocuğu olarak 9 Aralık 1983’de doğmuşum. Daha ben bebekken ailem yurda dönme kararı almış ve memleketimiz olan Gaziantep’e yerleşmişiz. İlk, orta ve lise öğrenimini Gaziantep’te tamamladıktan sonra yine Gaziantep Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarı, Türk Sanat Müziği, Ses Eğitimi, bölümünü kazandım. Beş yıl süren konservatuar eğitimini başarılı biçimde tamamladıktan sonra İstanbul Yeditepe Üniversitesinde Eğitim Bilimleri alanında yüksek lisansımı tamamladım. Mardin Kızıltepe’de öğretmenliğe başladım. Burada iki yıl görev yaptım. Bu sürede yöre halkın yaşamını ve coğrafi koşullarının zorluğunu gözlemleme fırsatı buldum. Yaşamında Kızıltepe halkının ve orada şahit olduğum olayların bendeki etkisi büyüktür. Coğrafyanın yazgı olduğuna inanlara inat; yazgının ayağa kalkıp, devinime geçmeyen hiç kimseye yardım etmeyeceğini düşünüyor ve savunuyorum. Öykülerimde sıklıkla toplumsal konuları ele alıyor ve bu konuda yaşanan haksızlıkları, eşitsizlikleri, hukuksuzlukları, törelerin tutarsızlıklarını, yoksul halkın sömürülmesini, eğitimsizliğin; bireyler üzerindeki ağır hasarının, topluma nasıl yansıdığını, cinsiyet eşitsizliğinin toplumda kadınları, bir alt sınıf gibi göstermesinin kadınlar üzerindeki ağır etkilerini dile getirmeye çalışıyorum.

Küçük yaşlarda başlayan okuma alışkanlığım, ilerleyen yıllarda da benle büyüdü. Kitap okuma, zamanla ben de tutkuya dönüştü. Kitap okumadan geçirilen bir günün, yaşamımda bir kayıp olduğunu düşünüyorum. Sonsuz yaşam hakkına sahip olmadığımız bu dünyada zamanımız kısıtlı ve de çok değerli. O nedenle yapmamız gereken çok iş ve okumam gereken çok kitap var. Toplumumuzda yaşanan olay ve gelişmeleri en iyi anlatan dönemin Cumhuriyet öncesini ve sonrasını yaşama fırsatı bulan yazarlardan okumalıyız bence. Öykülerimde Türk Dilinin duru ve anlaşılır olmasına özen göstermeye çalışıyorum. Yaşadığım toplumda asi bir duruş sergiliyorum ve kendi doğrularımı yaşamaya çalışıyorum.

Evliyim, biri erkek biri kız iki çocuk annesiyim. Gaziantep’te öğretmenlik yapıyor, yazıyor ve yaşıyorum.

edebiyathaber.net (13 Kasım 2024)

Yorum yapın