Deniz Mat Artun’un ilk kitabı “Son Yüzyılın En Parlak Yazarı”, ucu iyice sivriltmiş bir kalemle yazılmış, “kadınlığın” gerçek yüzünü kemiksiz bir dille gösteren, kanlı canlı öykülerden oluşan sarsıcı bir çalışma.
Bu ülkede insan olmak, daha doğrusu insan olarak “kalmak” zor. Kadın olmak ise bin kat daha zor. Çünkü bu ülkede “insanlık meselesi” gibi bir sorun var ve bu başlığın altına çekilen ilk ok, “kadınlık meselesi”ne dayanıyor. Çünkü bu ülkenin kadınları (şanslı olanları!) yaralı. Kalpleri kırık dökük. Duyguları yarı yolda terk edilmiş. Kenara atılmış. Avazları çıktığı kadar bağırsalar da seslerini duyan yok. Bu yüzden de kendi kendilerine yetmeye çalışıyorlar. Yetemediklerinde de malum sonla ışıkları kapatıyorlar! Ancak enseyi karartarak da olsa, gözümüze soka soka kadınların var olduğunu “ispatlayacak” şeyler de karşımıza çıkıyor. Tıpkı Deniz Mat Artun’un, SRC Yayınları’ndan çıkan “Son Yüzyılın En Parlak Yazarı” kitabı gibi. Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olduktan sonra Londra’da İletişim Politikaları üzerine yüksek lisansını tamamlayan ve şu anda İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Programı’nda doktora yapan Deniz Mat Artun, ilk kitabı “Son Yüzyılın En Parlak Yazarı”ndaki öykülerinde başka mevzulara girmeden nokta atışıyla “kadınlığı” dert ediniyor.
Toplam on dört öyküden oluşan “Son Yüzyılın En Parlak Yazarı”nda en basit haliyle ölümün çevresinde dolanan, bazen bizzat içine dalan, bazen daldırılan kadınlar var. Tutunmaya çalıştıkları hayattan el çektirilen, geride bırakılan, gidenin arkasından yasın âlâsını tutan, her geceden her sabaha kekremsi tatla uyanan kadınların umarsız bekleyişleri var. Kendilerini çoktan geçip salt sevdicekleri uğruna okyanusları dolduracak kadar gözyaşı akıtan, yalnızlığı ebedi mahkûmiyet olarak yaşamak zorunda kalan veya kalacak, gözleri ya kan kırmızısı ya mosmor olmuş, ceremenin kralını sırtlarında taşıyan masum kadınlar var bu on dört öyküde.
Tıpkı kitabın arka kapağında yazdığı gibi, “Son Yüzyılın En Parlak Yazarı” kimse artık, ona verilen bir cevap bu kitap.” Ya da “İç Savaşın Sürgünü” öyküsünün kahramanının dediği gibi, “Kendi savaşımın sürgünüyüm. Yurduma dönemiyorum, o adamı yatağıma davet ettiğim geceden beri yerimi yurdumu bilmiyorum. Bu savaş bitmeyecek. Biliyorum, hep böyle kalacağım. Söyleyeceğim hiçbir şey seni geri getirmeyecek. Sen yoksan ateşkes de yok. Sonsuz ve kanlı bir döngünün içinde, hiçbir tarafa ait olmadan, boşlukta yaşayacağım. Boşlukta!” yaşayan kadınların hikâyeleri…
edebiyathaber.net (15 Kasım 2024)