Ayşegül Kopdagel ve Oğlak yayınları tarafından basılan ilk öykü kitabıyla Tüyap Kitap Fuarı’nda tanıştık. Kitabın adının değişik bir hikâyesi var. Yazar bir gün sahaflarda dolaşırken bir kitapta bir haritaya rastlar. Ortaçağ haritacılarının, tehlikeli ve keşfedilmeyen bölgeleri göstermek için; ejderhalar, deniz canlıları ve diğer mitolojik yaratıkların resimlerini koyduğunu öğrenir. Bundan esinlenerek, öykülerden birine ve kitabına bu ismi verir.
Kısa öykülerden oluşan bu kitapta 23 öykü yer alıyor. Öykülerinde irdelediği birey, aile ilişkileri, kadınlar, erkekler, gençler, çocuklar, geçmişe ve çocukluğa dair hatırlananlar. Hayat mücadelesi veren analar babalar arasında sıkışan çocuklar, kalabalıklar içinde yalnız büyüyen ergenler kısaca büyüme hikâyeleri diyebiliriz. Toplumun içinden farklı sınıflardan, kimliklerden, yaşlardan gelen insanları konu edinen çok sesli bir orkestra korosu gibi. Özellikle büyüme hikâyelerinde, hüznü, neşesi çalınan çocukluğu, iyileşmeyen yaraları, nelerin saklı olduğunu hissediyorsunuz. Her kim üstü örtülmüş geçmişine yaklaşmak isterse toprağı kazan bir kişi gibi hareket etmesi gerekir der Walter Benjamin. Öykülerin, duygularla yüzleşerek, kazarak yazıldığını anlıyorsunuz. Kitabın pek çok öyküsünde görsel dil kullanılır. İlk öykü Yabancı’da ev ve ev sahibi kadının yaşantısının tüm ayrıntıları duru bir anlatımla sanki bir film sahnesini andırmaktadır. Bir yalnızlık, yabancılık hikayesi okuyacağınızı düşünürken kötüye evrilmeyen, iyicil duygularla tamamlanan bir öyküdür bu.
“İki göz bir ev. Oturma odasında iki divan, sac soba. Duvarda karlar altındaki nehrin kıyısından iki dağ geyiğinin hoş geldin yabancı, biz de seni bekliyorduk dercesine baktıkları kırmızı kadife halı. Yanında tüfek asılı. Yerde eli belinde desenli kilimler. Uzaklardan çekimine kapıldığım sarı ampul. Çıplak. Diğer odanın kapısı kapalı. Mutfak tezgâhı beton. Ustası işi yarım bırakmış olmalı. Ocak da yok. Sobanın üzerinde emaye tencere…”
Öyküleme genelde iki tür yapılır ya eyleme ve olaya dayalıdır ya da iç eyleme. İç eyleme dönüklük niçin önemlidir diye sorduğumuzda buna Semih Gümüş, “Öykünün Bahçesi”adlı kitabında şöyle karşılık veriyor: İç dünyaların çözümlenmesi önemlidir, öykülemeyi kuvvetlendiren öğelerden biridir karşılıklı konuşmalar, günlük konuşmalar öyküyü gerçekliğe yakınlaştırır. İç dünyalar ve kişilikler arasındaki çatışmalar kısa öykünün güç kaynağı, kaldıracıdır”.*
Hikâyelere baktığımızda çoğunda karakterler ve cinsiyetler farklı ama anlatım ben anlatıyla örülüyor. İç konuşmalar ve günlük konuşma diyaloglarında yazarın iç dünyasının da sesini duyuyoruz. Bu anlatım tarzı aynı zamanda okuru da iç dünyaları anlamaya, çözmeye ortak ediyor. Kimi öyküdeyse iç dünyaların derinliği yerine yaşantıları yani durumları aksettiriyor yazar. Hic Sunt Dracones adlı öyküde hem gerçek hem düşsel karakterle karşılaşıyoruz, bu da postmodern öykü anlayışının özelliklerinden biri. Gerçek ve gerçek dışının iç içe geçmesi, öyküdeki ben anlatının sürmesi, hikâyeyi çarpıcı kılıyor. Organik Uyku Satıcısı’nda ve birkaç öyküde daha karşılaştığım muğlaklık, gerçek dışılığa rağmen kurgudaki rahat ilerleyiş, dili akıcı kullanması nedeniyle tekrar okunası öyküler. Öykülerde birden fazla kez yer alan sembol ve simgelerden bazıları, rüya, uyku, ejderha, çürümüş ya da taze meyveler; söylenmeyen, susulan, küle çevrilen sözlerin, hayat ve varoluşun, tükenmenin ve yenilenmenin, doğumun ifadesi olarak karşımıza çıkıyor.
Farklı kişilikler ve iç dünyaların derinliğiyle, dip akıntısı çok olan bir nehrin denizle buluşması elinize alacağınız kitap. Ayşegül Kopdagel’in öykülerinde işte o işaretlenmiş yerleri, Hic Sunt Dracones’ları keşfettiğinizde, ejderhalarla siz de karşılaşıyor, sizin de içinizdekileri küle çeviriyor.
*Öykünün Bahçesi, Semih Gümüş, Adam Yayınları.
edebiyathaber.net (16 Kasım 2024)