Kötülüklerle kuşatılmış kurbanlarız biz. Bizi dönüştürecek kelimelere ihtiyacımız var. İyi romanların zamanı şimdi.
Kütüphanemin rafları arasında dolaşıyor gözlerim: ‘Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde’ Ne mistik bir roman ismi değil mi? Şair ve ressam William Blake’in bir dizesinden geliyor. Kitabın yazarı Olga Tokarczuk, 2018 yılında ülkesi Polonya’ya Nobel Edebiyat Ödülü kazandırdı. Aynı yıl, Flights (Koşucular) romanı da International Man Booker ödülünü aldı. Ayrıca Polonya’nın en prestijli edebiyat ödülü Nike’a layık görülmüş bir yazar ve Yeşiller Partisi’ne üye bir aktivist.
2018 yılında yaptığı Nobel konuşması baştan sona etkileyici. Küçük bir alıntı:
“Şefkat, başka bir varlığa, onun kırılganlığına, eşsiz doğasına, acıya ve zamanın etkilerine karşı bağışıklığı olmamasına dair derin bir duygusal kaygıdır.
Edebiyat, kendimiz dışındaki herhangi bir varlığa karşı şefkat üzerine inşa edilmiştir. Bu, romanın temel psikolojik mekanizmasıdır. Şefkat, sevginin en mütevazı biçimidir. Başka bir varlığa, “kendimiz” olmayan bir şeye yakından ve dikkatle baktığımız her yerde ortaya çıkar.
Sadece edebiyat, başka bir varlığın yaşamının derinliklerine inmemize, duygularını paylaşmamıza ve kaderlerini deneyimlememize izin verebilir.
Hikayeler yaratmak, dünyanın tüm küçük parçalarına bir varlık kazandırmak anlamına gelir.”
Tokarczuk ’un eserlerini benzersiz kılan unsurlardan biri duyulara dayalı anlatımı. Psikoterapistlik geçmişi, onun yazılarını şekillendiren önemli bir unsur. “Bir anlatıyı duyulara dayandırmadan kurgulamak bana mümkün görünmüyor” diyor.
2023 yılında The Paris Review dergisi için verdiği röportajda “Her iyi roman, okurunu bir şekilde değiştirir” diyor Tokarczuk:
“Yaratıcı yazarlığın psikolojisi beni büyülüyor. Farklı seslerin ve bakış açılarının nasıl ortaya çıktığı. Okurun katılımı da çok önemli. Bazen bir yazarın roman açılışını klinik psikolojinin başlangıç evresine benzetiyorum; karşılıklı bir güven oluşturursunuz. Bu bir tür katarsise yol açmalıdır, öyle ki psikoterapi gören hasta, artık başlangıçtaki kişi değildir. Bir yazarın da yaptığı budur ve kurgu okurları üzerinde böyle çalışır. Her iyi romanın okurunu bir şekilde değiştirdiğine inanıyorum.”
‘Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde’ öyle bir roman; merkezinde, emekli bir mühendis ve amatör astrolog Janina Duszejko yer alıyor. Janina, Polonya’nın uzak bir köyünde sakin bir hayat sürerken, olaylar, köydeki avcıların ve yerel otorite figürlerinin esrarengiz bir şekilde öldürülmesiyle başlıyor. Janina, bu ölümleri çevredeki hayvanların intikamı olarak yorumluyor ve insan-hayvan ilişkisine dair radikal bir duruş sergiliyor.
Polisiye türüne de farklı bir bakış açısı getiren, felsefi ve çevreci bir anlatı. İnsan-hayvan ilişkisi ve toplumun ikiyüzlülüğüne dair güçlü bir eleştiri.
“…hayvanlar yaşadıkları ülke hakkındaki gerçekleri gösterir dedim. Hayvanlara olan yaklaşım yani. insanlar hayvanlara vahşice davrandıklarında, hiçbir demokrasi biçimi onlara yardımcı olmaz, aslında hiçbir şey yardımcı olmaz.”
Kahramanımız Janina, toplumun normal kabul ettiği değerleri sorguluyor. Roman boyunca, onun doğaya ve hayvanlara olan bağlılığı, insana karşı derin bir eleştiriyle iç içe geçiyor.
“Burası, herkesin kendini başkalarının arasında bulur bulmaz emir vermeye, eleştirmeye, küstürmeye ve şüphe götürmez üstünlüklerini göstermeye başladıkları, nevrotik egoistlerin ülkesi…”
Janina ’nın ölen hayvanlar için duyduğu empati, romanın en güçlü temalarından biri. Hayvanların acı çektiği sahneler, okuyucuda derin bir etik sorgulama yaratıyor.
“Nasıl bir dünya bu? Birinin gövdesi ayakkabı, köfte, sosis veya yatağın önüne serilen halı oluyor, birinin kemikleri çorba yapmak için kaynatılıyor… Birinin karnından ayakkabılar, kanepeler, çantalar yapılıyor, birinin kürküyle ısınılıyor, birinin eti yeniyor, küçük parçalara bölünüp, yağda kızartılıyor. Dahice felsefelere ve teolojilere rağmen, bu felaket, bu kitle katliamı, zalimce, ruhsuz, otomatik olarak, vicdanlar sızlamadan, bir an bile düşünmeden sahiden de gerçekleşiyor mu? Öldürmenin ve acının ilke olduğu nasıl bir dünya bu? Bizim neyimiz var?”
(…)
“Bankta oturan ve gazete okuyan hamile bir genç kadını görünce, birden bilinçsiz olmanın nasıl bir nimet olduğu gelmişti aklıma. İnsan nasıl bütün bunları bilir de düşük yapmaz?”
Janina ‘nın köydeki diğer insanlar tarafından deli olarak görülmesi, geleneksel normlara uymayan kadınların maruz kaldığı dışlanmayı da gösteriyor. Tokarczuk, Janina üzerinden patriyarkal değerleri eleştiriyor.
“Neyin iyi, neyin kötü olduğuna biz karar veriyoruz, kendimize anlam haritaları çiziyoruz… Sonra da, tüm yaşamımızı kendimiz için planladığımız şeyle mücadele etmekle geçiriyoruz. Sorun şu ki her birimizin kendi uyarlaması olduğundan, insanlar birbirini anlamakta zorluk çekiyor.”
Tokarczuk, “Son bölümü bitirdiğimde balkona çıktım ve birkaç sigara içtim. Duszejko için o kadar üzüldüm ki ağladım.” diyor.
Roman, 2017 yılında Agnieszka Holland tarafından Spoor adıyla beyaz perdeye de taşındı. Spoor, Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı ödülünü kazanarak, romanın uluslararası alandaki etkisini daha da artırdı.
Tokarczuk, William Blake ve Thomas Mann hayranı. Büyülü Dağ’ı en az altı defa okuduğunu söylüyor.
Dil ve çeviri konusunda söyledikleri de dikkat çekici:
“Birçok Polonyalının dillerine ulusal kimliklerinin bir işareti olarak bağlı olduğu doğru. Bu, Avrupa Romantizminin ve ulus fikrinin ortaya çıkışının uzun mirasıdır ve Polonyalılar bunu özel bir keskinlikle hissederler çünkü on sekizinci yüzyılın sonundan 1918’e kadar bağımsız bir ülke değildik. Polonyalı modernistler, sanki dilimizin güzelliği ve mükemmelliği başlı başına bir amaçmış gibi dilimizi dikkatle standartlaştırdılar. Bu kaygıları paylaşmadığımı fark ettim. Bunun yerine dili, ötesinde yatan şeyleri ortaya çıkarmak için bir araç olarak görüyorum. Okuyucularım, ‘Olga, senin düzyazılarını okuduğumda, anlattığın şeyi hemen görebiliyorum’ dediklerinde gurur duyuyorum. Jung’dan insan bilincini şekillendirmede imgelerin önemini öğrendim ve o zamandan beri yazılarımda bunları yaratmayı arzuladım.”
Tokarczuk ‘u dilimize Leh Dili ve Edebiyatı Profesörü Neşe Taluy Yüce çeviriyor. Ne şanslıyız ki onun çevirisiyle kendimizi Olga’nın kelimelerine gönül rahatlığıyla bırakabiliyoruz.
Kötülüğün kol gezdiği karanlıkta bu can alıcı kelimelerin şefkati canlandırması ne şahane olurdu değil mi? Ama biz okuyucular biliriz, mucizeler hep olur.
edebiyathaber.net (23 Kasım 2024)