“Eller dokunarak görür ve beyin de görülmeyene biçim verir.” Faulkner
Zamansal geçişlerin allak bullak olduğu, çağrışımlarla, hatırlamalarla, çıkarımlarla yüklü belleğin anlatıya taşındığı metinlerde “şimdi ve burada” dan ziyade “her an, her yerde” sinizdir. Zira anlatı, karakterlerin, içinde bulunduğu “an” itibarıyla işleyen zihninin kelimelere dökülen sesi olur. Bilinç, anlatıcının kendi zamanının sınırlarını aşar. Bu aşkınlık hali metni okurken bizim de belleğimizi harekete geçirir. Önümüzde katmanlı, akışkan düşünce ağları belirir. Belki de bu türden metinlerin içimizde sonsuzluk duygusu uyandırmasının bir nedeni de budur. Öte yandan, karakterlerin zihinlerinin işleyiş biçimi -özellikle bilinç akışına dayalı anlatımın öne geçtiği metinlerde-anlatının hızına da büyük ölçüde yön verir: Örneğin William Faulkner’ın Ses ve Öfke adlı romanındaki gibi kimi kez karakterlerin düşüncelerine yetişmeye çabalarken nefes nefese kalırız ama sonra bir bakarız ki alışılagelmedik ölçüde yavaşlamışız. Dolayısıyla Faulkner’ın anlatısı, hangi bölümde hangi karakterin iç dünyasına süzüldüğümüze bağlı olarak ritmiyle, rengiyle, dokusuyla devinir durur. Yazar koca bir aileyi, onların yaşamında dört günde olup bitenlerle, dört bölümde anlatır. Roman kişilerini ailenin bireylerinden seçer ve onların ruhsal gelgitleri/ çalkantılarıyla düşüncelerinin biçiminin, yoğunluğunun eşleştiği bir dil kurar.
Ayşegül Kopdagel’in geçtiğimiz günlerde Oğlak Yayınları’ndan çıkan ilk öykü kitabı Burada Ejderhalar Var’ı okurken yukarıda andığım yanlarıyla Ses ve Öfke’yi hatırlayıp durdum. Faulkner’in eserinde karakterler arasında sevgiye dayalı eyleme pek rastlanmaz. Kopdagel’in öykülerindeki ana gerilim de bireylerin bırakılmışlıkla, sevgisizlikle iç içe geçen içsel çatışmalarından doğuyor. Üstelik bana kalırsa Kopdagel’in ürkek, tedirgin, kalpleri parçalanmış karakterlerinin ruhlarının öykülerin neredeyse tümüne yaydığı kesif atmosfer Ses ve Öfke’nin atmosferiyle fazlasıyla benzeşiyor.
İçsel yıkım
Kopdagel yirmi üç kısa öyküden oluşan eserinde kadın-erkek ilişkilerinden/ aile içi ilişkilerden hareketle ana karakterlerinin iç dünyalarında neler olup bittiğine yoğunlaşmış. Ayrılığın, ağıtın, keder ve acının, bazen yoksulluğun fakat illaki sevgisizliğin, bırakılmışlığın hikâyeleri bunlar. Bir nebze ışığın bile düşmediği hikâyeler. Hayata karışamamış, dolayısıyla kendi varlığı iyiden iyiye silikleşmiş bireylerle dolup taşan hikâyeler.
Tolstoy’un ünlü İvan İlyiç’i, ölümcül hastalığını öğrendiğinde, ancak o zaman, o güne değin yaşadığı hayatı sorgulamıştı. İvan’ın boşa harcanmış ömrü yaşamın değeri üzerine düşünmemizi sağlıyordu, dahası nasıl iyi bir yaşam sürebileceğimiz üzerine düşünmemizi. Ivan ölüme yaklaştıkça kâbus da büyüyordu. Kopdagel’in öykülerinde ise genç/ yaşlı/ çocuk/ kadın/ erkek tüm bu insanların kâbusu erken çocukluk dönemlerine uzanıyor. Örneğin yazarın sembolik anlatımının ağır bastığı Rüyamda Seni Gördüm adlı öyküsünde ana karakter Rüya hayatta kalabilmek için uykularını satılığa çıkarır. Çocukluğundan beri böyledir bu ve daha büyüme çağından başlayarak sürekli uykusuz kaldığından bedeni dış dünyanın üzerinde bıraktığı hasarı onaramaz: Saçları beyazlar, yüzünde kraterler oluşur.
Bu evden, bu aileden, bu mahalleden, bu şehirden gitmeli
Bireylerin benlik arayışlarına müdahaleleri içeren çok çeşitli tahakküm biçimleri Kopdagel’in öykülerine her yandan sızıyor. Üstelik bu tahakküm biçimlerini sürdürmede kurumlar şöyle ya da böyle hatırı sayılır bir rol oynuyor (psikiyatri kliniğinde, okulda). Hal böyle olunca toplumsal açmazları derinleştiren tüm bu konular günümüz öykücülüğünün de ana temaları arasında elbette. Fakat Kopdagel’in öykülerinde, bireylerin ruhlarındaki sakatlanmalar çocukluklarının erken dönemlerinde ortaya çıkıyor ve öykülerin kurgusal yapısı bu sakatlanma süreçlerinin anlatımına dayanıyor (Küçük Kuşlar, İpin Ucu, Erik Ağacının Altında, Dikenli Teller, Organik Uyku Satıcısı, Rüyamda Seni Gördüm). Dahası, ülkemizdeki toplumsal kurumların, bireylerin “iyi olma” haline, yani “kendini yeterli ve değerli hissetme” haline katkı sunacak biçimde işlemediğini göz önünde tutarsak (diğer bir deyişle elverişsiz koşulları bertaraf edebilecek kurumsal müdahaleler devreye girmediğinden), benlikleri ağır hasarlar almış bu kişilerin gündelik yaşamlarında bir nebze olsun düzelme göremiyoruz. Gerçi heyecanlar, umutlar, hayaller bir anlığına ortaya çıkıyorlar ama hemencecik de kayboluyorlar (Kime Çektim Ben, Bir Çuval Patates, Keçi). Kimi öykülerde ise yaşamlar tamamen kâbustan ibaret (Direniş, Taşınamıyorsun, Hic Sunt Dracones, Organik Uyku Satıcısı, Rüyamda Seni Gördüm, Ölmeme Günü). İnsan Kopdagel’i okurken dinginlik, huzur, dayanışma gibi olumlu hisleri kitabın ilk öyküsü Yabancı ve sondaki öykü Kirazcının Kızı’nda duyumsayabiliyor; birazcık da Bin Bi Kurdun Sırtına öyküsünde.
Sorular
Benliğin inşasına/yıkımına dair anlatılar en güçlü ifade biçimlerini sanat eserlerinde bulur. Daha çok da (ve bana kalırsa) sonsuz çeşitlilikteki dil ve anlatım olanakları sayesinde sinema ve edebiyatta. İrili ufaklı trajediler her yerdedir. Yaşayan herkes bir biçimde kendini anlatabilmemin, ifade edebilmenin fakat bir yandan başkalarını ve dünyayı anlayabilmenin yollarını arar ve tüm bu arayışlarını sürdürürken yapıp ettikleriyle de görülmek ister. Yaşama anlam katmak böyle bir şeydir. Aksi halde -yani dayanışma yoksa ve toplumsal kurumlar/örgütler çalışmıyorsa-biriken öfkenin ruhta açtığı yaraları onarmak zordur. Zira insan hayata dair anlam yitimine kapıldığında nasıl ve ne yaparak yaşayacağını bilemez.
Ayşegül Kopdagel, Burada Ejderhalar Var adlı eserinde çöküşü, o bir şeyler yapamama halini çok güçlü bir biçimde anlatıyor ve olan bitenlere tersinden baktığımızda da bizi ister istemez şu esaslı sorulara cevap aramaya götürüyor: İnsanı hayata bağlayan, yaşama sevinciyle dolduran nedenler nasıl bir çevrede veya hangi toplumsal koşullarda mayalanır? İnsan bu nedenleri kendi benliğinde nasıl çeşitlendirebilir?
edebiyathaber.net (25 Kasım 2024)
Açıklama:
Yazının ana başlığı kitaptan alıntılanmıştır. Burada Ejderhalar Var, Kopdagel, Ayşegül, Oğlak Yayınları, 2024, syf. 27.
Epigraf için bkn: Ses ve Öfke, Faulkner, William, syf.139.
Ara başlık yine eserden alıntıdır: “Bu evden, bu aileden, bu mahalleden, bu şehirden gitmeli. Çok uzaklara gitmeli.”, Burada Ejderhalar Var, syf.58.
edebiyathaber.net (25 Kasım 2024)