“Neden kendi içimize kapanıp kalamıyoruz?”
E.M.Cioran
İlmek ilmek çözülen ne, durup buna bakıyorsunuz.
Belki bir tutunamama hâli, bir nevi içkörlük durumu da diyebilirsiniz. Ama her yerde giderek gözlenen şu aslında: İğretilik! “Kök hafıza”dan yoksunluk! Hatta bunu bilememe, bunun ne menem bir şey olduğunu dahi anlamama durumu… Bu da ister istemez bir ömrün her mevsimine yansır. İşte asıl “iğretilik”, “yavanlık” ve “yabanlık” dediğiniz şey de orada başlar, sonra sürer gider.
Şunu da diyebilir miyiz diye düşündünüz: “Her aşırılık, çöküş doğurur.” Aykırı olma hâli, hadi şöyle diyelim; sıkışıp kalmışlığın getirdiği arayış…Bir yetememe, yetişememe durumu… Birine gitme telâşı! Henüz bir yerde (bile) olamadan diğer yere tıknefes koşma hâli…Yarımlık, bitmemişlik, eksiklik…Hadi bunu “olamamışlık” diye de nitelendirelim isterseniz.
Evet, Cioran da bunu diyordu. Hatta şunu da ekliyordu:
“Birlikte yaşanılamayacak durumlar ve takıntılar vardır.”
Bunu şimdi nasıl yorumlamalı? Düşünün ki, bipolar biri var hayatınızda. Ne yaparsınız onun manik hâlleriyle? Vazgeçer misiniz, yoksa onun vazgeçmesini mi beklersiniz? Peki ya onu sınıra getiren “geçmiş”i(ni) ne yapacaksınız?!
Cioran, o durumdaki okuruna şunu hatırlatıyordu:
“İnsan, güneşin altında doğan ve ölen şeylerin değerini bilmemiştir, güneş hariç; ümit içinde doğan ve ölen şeylerin de, ümit hariç. Daha ileri gitmeye yüzü olmadığından, kinizmine sınır koymamıştır. Çünkü tutarlılık iddiasında olan bir kinik, ancak lâfta böyledir; davranışları onu en çelişkili varlık hâline getirir: Bâtıl inançlarını kıyıp geçirdikten sonra hiç kimse yaşayamaz.” (*)
Onu okurken sözünün ötesine gidersiniz elbette. Şimdi, burada duracaksınız. Zira sözünü başka yere taşımak istiyorsunuz.
Yolculuğunuz; çözülmenin, vazgeçmenin iklimine dönük…
Gönülsüz bir sesle başlamıştı bu yolculuk. Uzaktan, bir kurtuluş çığlığı gibi dönmüştü yüzünü size. Oysa o, orada bir imgeydi. Suretine yansıyansa başkaydı; onun yerini alan bir imge.
Kendini hiçleştirmenin içinde debelenip dururken, bir ışık arıyordu besbelli.
Sonra yazarın kendisiyle yüzleşmesini anlattığı kitabındaki şu sözlerini hatırlıyorsunuz:
“Vicdanî çatışmalar, hayatımı belirleyen en önemli faktörlerdendir; öyle ki vicdan azabından kaçınmak için hayatımdaki her şeyden, mutluluktan, şefkatten, her türlü insan ilişkisinden, hattâ işimden ve nihayetinde hayatımdan vazgeçmeye hazırım.” (**)
İnsanı vazgeçmenin sınırına getiren nedir? Bunu düşünüyordunuz nicedir. O “vicdanî çatışmalar”, “takıntı” değil gerçekti. Şefkat duygunuz biraz da bunu öğretici kılıyordu.
Ötede, okumaya yöneldiğim Adam Phillips şunu diyordu:
“Vazgeçmek daima; bir şeyi daha iyi addedilen başka bir şey uğruna feda etmektir. Ne zaman bir şey yapmak istesek, ne zaman bir seçim yapsak, kaçınılmaz soru şudur: Vazgeçmek zorunda olduğumuz şey nedir? Seçim, tanımı gereği, dışlayıcıdır ve tercih bildirir. Demek ki işin içinde hayali bir takas vardır; karşılığında bir şey verileceği düşüncesiyle diğer bir şeyden vazgeçilir. İster kendimize güvenimizden, ifade özgürlüğünden, sosyalliğimizden, istemekten, anlamdan, ister bizzat hayatın ta kendisinden vazgeçelim… Diyebiliriz ki, müzakere edilen anlaşmanın bilincinde olmasak da aklımızda bunun bir getirisi vardır. Herhangi bir fedakârlıktan ne istediğimiz sorusu tartışmaya değerdir her zaman. Konuşulması gereken şey fedakârlık ve huzursuzluklardır. Bir şeyi ya da birini bırakmamamız gerekir ki vazgeçmemiz, ne istediğimizi düşündüğümüzü daima ortaya çıkarsın.” (***)
Sığlık, vasatlık bazen böyle durumlarda kendini gösterir. Siz, yargılamak yerine anlamaya çalışsanız da; öyle biri adeta debelenir, tepinir; edebileceği en yaralayıcı sözleri eder… Hırçınlık öylelerinin mayasında vardır, saldırganlıksa önünü alamadığı(nız) bir davranış biçimidir.
Adam Phillips’in Freud’dan aktardığı bir sözdesiniz şimdi:
“Kişinin kendine karşı tümüyle dürüst olması, iyi bir egzersizdir.”
Dönüp o hikâyenin/onun hikâyesinin kırılma noktasından bakıyorsunuz ama görüyorsunuz ki yaşattığı aldatış, bir yaşam felsefesine dönüşmüş…
Gönlü kasvetli, derdi dermansız kılan; üstelik de kendine ağıtlar yakarken başkaları için yalan kuleleri inşa edip duran biriyle karşılaşmışsanız, neylersiniz?
Başka bir göğün seyrine mi çıkarsınız, yoksa dilinize dolanmaya çok müsait şu türküye mi gönül bağlarsınız:
“Böyle ikrar ilen böyle yolunan
Mihnetli yar bana lazım değilsen
Deli gönül sevmiş vaz geçmek olmaz
Cefalı yar bana lazım değilsen…”
(*) Çürümenin Kitabı, E.M. Cioran; Çev.: Haldun Bayrı, 2024, Metis yay., 185 s.
(**) Psikolojik Otobiyografi, Hermann Broch; Çev.: Saliha Yeniyol Kerkhoff, 2013, İthaki Yay., 151 s.
(***) Vazgeçmek Üzerine, Adam Phillips; Çev.: Elif Ersavcı, Ayrıntı Yay., 143 s.
edebiyathaber.net (26 Kasım 20249