Öykü: Korkuluk | Sibel Kaya

Kasım 26, 2024

Öykü: Korkuluk | Sibel Kaya

Portakal çalılarının arasında bir çift göz, vücudu karanlık. Mısır püskülünden yaptığım sigara hızla yanıyor. Boyumu aşan mısırlar, koçanlarında birkaç kararmış taneyle çizgi filmlerdeki kötü cadıların ağzına benziyor. Abim balkona çıkınca elimdekini hemen saklıyorum, çizgili pijamasının ağını sıkıyor. “Tuvalete git, hadi.” Dediğimi anlamıyor. Anneme kalsa abim her şeyi anlıyor, her şeyin farkında, bana kalsa dünyadan haberi yok. Çalıların arasından hışırtıyla çıkan bir cardın samanlığa koşuyor. Daha geçen gün kürekle birini öldürdü babam, kırmızı kuyruğu halat gibiydi. Küçüklüğümde birkaç tane ya var ya yoktu. Ben büyürken çoğaldıkça çoğaldılar. Zehir falanda kâr etmedi. “Bir kez çoğaldılar mı bahşedemezsin.” Babam büyük bir cardını öldürdüğü gün dondurmacı demişti. Belediyecilerden kaçarken bizim avluya sığınmış adam, babam da her zaman kilitlediği kapıyı açmış içeri almıştı. Motosikletinin lastiklerindeki erimiş asfalt avluya uzun kara bir iz bırakmış abim araba sesi çıkararak lastik izlerinin üzerinden gidip gelmişti. O gün abimle ben üçer top dondurma yemiştik, Salih dört top. Ne gıcık çocuk, koca kafalı. Salak da üstelik, ortaokula geçti doğru düzgün okumayı bilmiyor. Her gün annemlerle dükkâna gidiyor. Ben abimin başını bekliyorum hep. İyi ki okul var, yoksa buradan çıkacağım yok. “Salih niye dışarı çıkıyor?” demiştim de “O erkek, evde kalıp ne yapacak?” diye kızmıştı babam. Salih’te Salih başka bildikleri yok, cardınlar kulaklarını kemirse ne iyi olur.

Portakal ağacının dibindeki taşları kaldırıp böcekleri topluyorum, plastik kutuyu doldurmama çok var daha. İçindekiler yukarı tırmanmaya kaçmaya çalışıyor. Benimle “Eksik etek,” diye dalga geçmek neymiş görecek o koca kafalı. Yatağına döktüm mü böcekleri korkudan altına yapacak. Kutuyu doldurup çarçabuk abimin yanına çıkmalıyım. Evi de toplamam, silip süpürmem gerek. Döndüklerinde, “Yine mi yalnız bıraktın abini, koca kız oldun bu evin hali ne,” dırdırını dinlerim sonra. Balkondan beni izliyor, nasıl onca zaman yorulmadan ayakta duruyor anlamıyorum. “Ne doyduğunu bilir ne yorulduğunu,” demiş doktor. Annem doktora inanmıyor. Bana kalsa hiçbir şey bilmiyor. Ağzının kenarından akan salyalar çenesinin altından damlıyor. Eli yine pijamasının ağında sallanıp duruyor. Altını ıslatınca kabahatli yine ben. Bir açılsa okul, gönderirlerse tabii. Kaldırdığım taşın altındaki böcekler kaçışıyor. Zehirleri yok nasıl olsa, birer birer yakalayıp kutuya atıyorum. İşim bitsin öyle tuvalete götürürüm. Bağırıyor, “Ne,” diyorum başımı kaldırmadan, “Ne var?” Keşke hiç olmasaydı rahat rahat oynardım, sokağa da çıkardım belki. Sesi kesilmiyor, balkonun altındaki römorka çıkıp ayaklarına dokunuyorum, sakinleşiyor. Gözlerini karşıya samanlığın briket duvarına sabitlemiş. “Abi, abi!” duymuyor beni. Bahçede oradan oraya cirit atan cardınları izliyor. Sadece bahçede değil, samanlıkta, kümeste, tırmanabildiklerinde kilerde…, her yerdeler, her yerde. Kilitli bahçe kapısının altından girip çıktıkları da oluyor. Belli ki bizim ev yetmemiş, sokağa oradan tüm mahalleye yayılmışlar. Yatılı lisede de var mıdır acaba bunlardan? Pijamasının paçasından çekiştiriyorum abimi, aşağıya, gözlerime bakıyor. Kıpırtısız. “Çişin mi var, acıktın mı?” Öyle baktıkça içim yumuşuyor, avluya indirsem. “Biz olmadan sakın evden çıkarma,” demişlerdi aman ne olacak canım bir kerecik çıkarsam. Hem onun da canı yok mu? Var tabii, onun da canı var benim de. Koşup oynasa mutlu olur hem. Sakinleşir iyice. Babamın başında beklediği gibi beklerim, yanımdan ayırmam. Bir soluk çıkıyorum merdivenleri, kilitli kapının sesine geliyor. İki kez çeviriyorum kilidi tak tak, ters yöne dönünce açılıyor. “Hadi aşağıya inelim.” Elimi uzatıyorum tutuyor dizlerini bükmeden iniyor dik merdivenleri. “Kimselere söyleme, tamam mı?” Heyecandan daha çok sallanıyor.

Yanıma alçak iskemleye oturtuyorum, uzun bacaklarını bükünce dizleri omuzlarının hizasına geliyor. Uyku mahmuru böceklerin etrafa kaçışmalarını hayretle izliyor. Ben de nadiren beliren mimiklerini izliyorum. Yeniden hamile kalınca ben de böyle doğacağım diye çok korkmuş annem. Mimiksiz, kelimesiz. Ne olurdu sanki abim de Salih gibi olsaydı, hep birlikte gidebilseydik dükkâna. Annem yufka açarken biz de paketleseydik. Belki arkadaş edinirdim. Bu gidişle liseye de göndermezler beni. Yatılı okursam kim bakacak abime? Bari Salih kız olsaydı, ben gidince o bakardı. Kemikli parmaklarıyla toprağı karıştırıyor, ilk kez dokunmuş gibi, parmaklarının arasında iyice ufalıyor. Böceklerden biri ayağına tırmanınca korkuyor, ayağa fırlayıp tepinmeye başlıyor. Cardınlara aldırış etmeyip ne diye şuncacık böcekten korkuyor. Elimdekini bırakıp durdurmaya çalışıyorum, beni de kenara savuruyor. Kutum da nasibini alıyor bu tepinmeden, tekmeyle ters dönüyor, kapağın açılmasıyla tüm böcekler kaçışıyor. Düştüğüm yerden bakakalıyorum. Kalktığım gibi hızla itiyorum göğsünden, kuru gövdesini yere yapıştırmak zor olmuyor. Üstüne çöküp yakasına yapışıyorum. “Canavarsın sen, canavar! Senin yüzünden okula göndermeyecekler beni. Senin yüzünden kapana kısıldık.” Kımıldamadan buğulu gözlerle bakıyor, yağlı saçları darmadağın, elbiseleri toz içinde. Üstünden çekiliyorum, kalkıp kaçıyor. Kollarıyla bacakları bedenine bağlı değilmiş gibi savruluyor koşarken. Oturduğum yerden su tankerinin arkasından kayboluşunu izliyorum. Başımı dizlerime dayayıp hıçkırarak ağlıyorum.

Ağlamam geçince üzerimdeki otları silkeleyip kalkıyorum. Nereye saklandı kim bilir, önce su tankerinin arkasına sonra tarlaya susam destelerinin arasına bakıyorum, yok. Eve çıkmıştır diye yukarı koşuyorum, kapıyı açabilir mi ki sanmam. Ya açtıysa bir de açık bıraktıysa cardınlar girmiştir eve. İçeriye girip odaları geziyorum, yok. Diğerleri dönmeden bulup üstünü başını temizlemeliyim. Nereye gidecek, avludadır, bahçe kapısı da kilitli, kaçamaz bir yere. Bizimkilere kalsa fırsat bulup kaçar kaybolur. Bana kalsa bir yere gideceği yok. Evden çıkarken aynadaki yansımama bakıyorum. Kısa kıvırcık saçlarım ter içinde. Gözyaşlarımın tozlu yüzümdeki izleri kaşınıyor. Telaşla aşağı iniyorum, samanlığın kapısı kapalı, etrafını dolanıyorum. İçeriye saman atılan muşambalı pencere yırtılmış, başımı içeri uzatıyorum. Yüzüme saman kokusuyla birlikte serin bir hava dokunuyor. Gövdemi sarkıtıp bakınıyorum, karanlıkta bir şey göremiyorum. İçerisi cardın doludur kesin. Geri çekiliyorum, parlak ışık gözlerimi acıtıyor. Kapının kirişindeki uzun paslı anahtara uzanıyorum. Kilidi çevirince kapı havada sallanarak açılıyor. Hızla duvara çarpıyor, irkiliyorum.  Samanların üzerine yumurtlayan tavuğu çıkarmak için girmiştim bir kez. Babam yanımda olduğu için bu kadar korkutucu gelmemişti. Adımımı dikkatle boşluğa atıyorum, ayağım yere değene kadar kapının çerçevesini bırakmıyorum. Vücudumun bir parçasının aydınlıkta kalması korkumu bastırıyor. “Abi,” önce alçak sesle daha sonra yüksek sesle çağırıyorum, “Abi!” Olduğum yerde bekliyorum, sesime karşılık gelmiyor. Gözlerim karanlığa alıştıkça duvara dayanmış küreği ve yabayı seçiyorum. Sağ tarafımda üst üste istiflenmiş elma kasaları, duvardaki kalın çiviye asılmış zincir, tavandan sarkan örümcek ağları. Sol tarafa, daha karanlık olan saman yığılı odaya doğru iki adım atıyorum. Kırmızı gözleriyle etrafımı saracak cardınları düşünüp geriye çekiliyorum. İçerden tiz bir çığlık ve hızlı soluk alıp verme sesleri geliyor. Kapıya yakın olmak için iyice geriliyorum. “Abi,” uzun ince bedeni görünüyor. Korkum geçiyor o anda. “Hadi gidelim.” Geliyor peşimden. Çıkar çıkmaz içerdeki canavarların üstüne kilitliyorum kapıyı. Arkamı döndüğümde bir koluyla gözlerini kapatmış korkuluğa bakıyorum. Benden daha kötü halde, terlikleri yok, çıplak ayakları üzerinde sallanan garip birkorkuluk abim.  Silkelense üzerinden bir çuval saman dökülür. Arkasındaki elini yavaş yavaş öne çıkarıyor. Kırmızı kalın kuyruklu ölü bir cardın tutuyor. Gözleri pörtlemiş, bedeni pelteleşmiş halde ama ön dişleriyle hala korkunç. Elindekini bana doğru sallayıp gülümsüyor. Bilmiş bir adama benziyor bu defa. Hem korkuyor hem iğreniyorum elindekinden. “Hadi,” diyorum “Atalım şunu.” Portakal çalılarına fırlatıyoruz cardını, gözlerini çalılardan ayırmıyor. Kolundan tutup çekiştiriyorum, merdivenleri çıkarken duruyor. Eli pijamasının ağına gidiyor, “Az kaldı, dayan,” dememe kalmıyor.

edebiyathaber.net (26 Kasım 2024)

Yorum yapın