Suat Hayri Küçük, 1973 Hopa doğumlu. Kendini, “Nora’nın babası, “SipinozaŞürekâsı”ndan bir Marksist, okuyucu, sanat eleştiricisi, dil-metin şifacısı (editör) ve en çok da Nora’nın babası” olarak tanımlıyor ilk romanında. Çeşitli dergi ve gazetelerde editörlük yapmış. Kültür, sanat, edebiyat ve felsefe alanlarındaki makaleleri çeşitli yayınlarda yer almış. Sinema ve resim okumaları da yapan yazar, önceleri şiire yoğunlaşmış; şiirlerini edebiyat dergilerinde yayımlandığı hâldeyazmayı bırakmış. İlk romanı olanBento’nun Tuhaf Huyları, Eylül 2024’te Öteki Yayınevi’nce yayımlandı.
Her ne kadar künyesinde editör olarak adım geçmese de yayımlanmadan önce üzerinde çalıştığım kitaplardan biri Bento’nun Tuhaf Huyları. Romanla deneme melezi, çok dipnotlu ve çokça atıflı, alıntılı olması anlatıcı/yazar Bento’nun kendini ifade etmesi, âdeta küllerinden doğan Simurg gibi geçmişinden, yaşadıklarından ve peşini bırakmayan huylarından kurtulup kendini yeniden var etme çabasının edebî sonucu olarak okunabilir.
Peki, 376 sayfalık bu denemeromanne anlatır,–ki daha çok Benedictus ya da BentoSpinoza olarak bilinen– hayatını mercek yontuculuğuyla kazanıp, kısa ömrünün en yoğun yıllarını Anlama Yetisinin Düzeltilmesi Üzerine ve Ethica’yı yazmakla geçiren ortaçağ filozofu BaruchSpinoza’nın (1632-1677) henüz 45’inde yaşama veda ederken bıraktığı bilinen ama bulunamayan “Eskiz Defteri”ne, John Berger’in(1926-2017)atıf yaparak yazdığı o muhteşem Bento’nun Eskiz Defteri’yle birçok yönden benzerliği olan bu kitap?
İşte Suat Hayri’nin Bento’su da kendisi olma yolundaki çabasını okura bir tür özel günlük samimiyetiyle sunuyor. Anlatı boyunca Bento, iç çatışmalarını, hayatla, çevresindekilerle kurduğu tuhaf ilişkileri ve özellikle özgürlük arayışını, yanlışlarından arınıp kendisi olma arzusunu dillendiriyor. Roman her ne kadar yazarın kendi kişisel hayat hikâyesinden izler taşısa da, benzer başkaca kişilerden de izler taşıdığından sahicilik duygusunu okura da yaşatıyor. Bu bağlamda Bento, doğanın yalnızca fiziksel bir mekân olmadığını, aynı zamanda bir tür spiritüel yolculuğun çağrısı olduğunu da fısıldıyor tuhaf huylarıyla. Bento’nunisyanı topluma ya da düzene değil sadece, kendine de karşı. Kim olduğunu, ne olmak istediğini didiklemesi, kendi kişisel hayat hikâyesi açısından kaçınılmaz bir sonuç olarak yansıyor okura.
Hollandalı (Bento) Spinoza, kısacık ömrünü yazarak geçirmiş. Resim yapmaktan zevk almış. Yanında eskiz defteri taşırmış. Ani ölümünün ardından dostları mektuplarını, elyazmalarını, notlarını kurtarmış ama eskiz defteri bulunamamış. İşte Berger, içinde ne olduğunu bilmeksizin, bu defteri bulmayı hayal etmiş. Berger’ın yapmak istediği şey, filozofu yeniden okurken, onun gözlemlediği şeylere bir de kendisifilozofun gözüyle bakabilmekmiş. Bir gün dostunun bir dostu ona boş bir defter hediye edince, “Bu, Bento’nun olmalı” demiş ve Spinoza’nın düşüncelerini izleyerek çizimler yapmaya başlamış. Çizimlerle, sözcük ve imgelerle bezeli bir araştırma kitabı olan Bento’nun Eskiz Defteriböyle çıkmış ortaya. John Berger’ın çiçeklerle, bitkilerle, hayvanlarla, çeşitli muhalif sürgünle, ArundhatiRoy, Platonov gibi yazarlarla yârenlik ederek yürüttüğü, sanatın giderek zalimleşen dünyaya bakışımızı nasıl etkilediği üzerine bir düşünme süreci. Suat Hayri de, anlatıcısı Bento da Spinozacı ve her ne kadar Berger’in bu kitabına atıf yapmasalar da kendilerini bu kitabın paralelinde ve atmosferinde görünür yapmaya çalışıyorlar, neredeyse adından başlamak üzere.Bu yüzden yazarlarla yârenlik de yapan bir tür “okumalar kitabı” çıkmış ortaya. Ama esin ya da taklit değil dediğim;nasıl ki aynı adı taşıyan iki insanın aynı karakterde ve yapıda olmayacağı gibi fark var bu iki kitap arasında. Yazarın da anlatıcı Bento’nun da muradı sadece gördüklerini, yaşadıklarını, okuduklarını, düşündüklerini anlatıp iç dökmek değil elbet. Yazar da tıpkı Bento gibi, entelektüel birikimi ve politik radikalizmine rağmen okura bir şeyler öğretmek kibrinden uzak tutuyor kendini.
Bento, yaşadığı aşkın, dünyanın dümdüz bilgisi karşısında yenik düşmesiyle intiharı düşünen genç bir Marksist. İnancını yitirmiş, davasından kopmuş biri. Âdeta ölüme sürüklenmekte… İşte Bento, tam da bu evrede, günümüzden yaklaşık üç yıl öncesinden başlar hikâyesini anlatmaya. Kendinde olanı anlamak için geriye dönüşlerle didikler kendini, oluşumundaki karşılaşmaları ve kuvvetleri. Bu bir tür duygusal tutulma, düşünsel bir travma hâlidir.Bir depremin enkazı gibidir anlamaya çalıştığı şeyin görünümü. Nasıl ki bir depremin enkazı kaldırıldığında ancak orta mı, hafif mi, şiddetli mi olduğu anlaşılırsa; okur da “Bento’nun Tuhaf Huyları”nın hangi düzeyde ve etkide olduğunu okuyup bitirdiğinde anlayabilir.İntihar evresindeyken, başta kızı Mona olmak üzere, birkaç dostu, ona kendini ve yaşamı hatırlatan bir âşık ve kendilerini “Spinoza Şürekâsı” olarak adlandıran radikal bir şebekenin İstanbul’daki hücresininvarlığıyla tutunur hayata, Bento. İntihar fikriyle cebelleşirken gerçekleşen bu karşılaşmanın açtığı sahada kendisindeki düşünsel ve duygusal yapının ardındaki toplumsal, sınıfsal, etnik ve cinsiyetli kuvvetleri, içinden geçtiği fırtınaları ve politik deneyimleri anımsarve çeşitli hakikat parçacıklarıyla yüzleşir. Bir tür “haysiyet ayaklanması” olan Gezi Direnişive ardından gelişen olaylar ve okumalar onu bir tür Simurg’a dönüştürür. Freudyen bir izlekle kendi kendine, “Sen, iki ay erken doğmuş ve doğum esnasında annesine musallat ettiği hastalık nedeniyle, yaşam oyununa katılman için olmazsa olmaz olan anne sütünü zehirlemiş bir çocuktun. Daha yolun başında kendini pusuya düşürmüşsün. Başlangıçtan önceye kök salmış bu kişisel trajik sahneyle o kuş imgesi arasında arketipsel bir örtüşme var. Seni o kuşun saplandığı kozmik bulamaca koşturan kuvvet, daha yolun başında kendini yoksun bıraktığın anne sütünden alıyor menzilini” (s.13-14) diyen Bento’nun, “Kitaplarımın arasından geçmeden beni bilemez, sevemezsiniz” (s.36) demesi bence hem sebepledir hem de yeniden var olabilmek için okumalara verdiği önem yüzündendir.
Bento, âdeta bir spiritüel yolculuğa çıkmar gibi bir yandan özeleştiri yapıp kendini didiklerken, bir yandan da okuduğu kitapların dünyasına yaptığı katkılarla kendini kavramaya çalışır, tıpkı bir kavramın nesnesini sarmalayışı gibi. Okumanın bilinciyle düşünmeye başlamanın verdiği hazla okura anlattıklarını bir yandan da yazmaya başlar, Bento. Sevdiği şeyleri ve kişileri, kitapları, yazarları, resimleri, şiirleri, eylemleri, rüyalarına giren kuşları, üstüne tırmandığıağaçları, beli bükük yaşları, çimenleri, anıları, yaslandığı “Şeref Dağı”nı, uçsuz bucaksız doğayı,hayvanları, kısacası insanla ilgili ne varsadüşünür ve anlatır.
Bento’nun bir eli ve bir gözü toprakta, doğada. Öteki eli ve gözüyse sanat, edebiyat ve felsefede… Spinoza eşliğinde Çehov’dan Dostoyevski’ye, Marks’tan Deleuze’e kadar pek çok yazara, aydına, düşünüre, şaire dünya üzerinde tanıdığı pek çok muhalife uzanır oluşumunun kuvvetlerince esneyen düşünsel evreninde. Onları birbirine bağlar ya da yeri geldiğindeçözer, ayrıştırır. Yazarın anadili Hemşince (Homşesnak) başta olmak üzere, doğup büyüdüğü Makriyal’in (Kemalpaşa) bir dağ köyüne ait şeyleri (hayvanlar ve bitkiler, çocukluk aşkı Eva, pagan/şamanik bir arketipi andıran Peruze vb.) bir örüntüye dönüştürüp metne dâhil etmesi işçiliğin, emeğin, hünerin ve sabırlı çalışmanın sonucu. Romanın kurgu estetiğinde direniş sürecindeki sınıfsal birikintiye, sokağı maçizme terk etmeyen kadın hareketine, ekolojistlere, özgürlükçü Kürt hareketine, anarşistlere ve komünistlere de yer verilmesi Bento’nundediğim gibi üç yıl öncesinden anlatının finaline kadarki zamanın ve onun yaşadığı, kendini sorguladığı dönemin ama hâlen de süren gerçekliklerin es geçilmek istenmemesinden olsa gerek. Sona doğru Bento, yenilmiş sevgiden, yitirilmiş aşktan, düşünsel ve ruhsal çöküntüden bir Spinozist olarak çıkar. “Spinoza Şürekâsı” adlı küresel radikal şebekenin Türkiye’deki hücresiyle kurduğu bağla tutkulu bir hayatın ve yeni bir kavganın neferi olur,böylece kendini dinleyenlere özetle “Yılmayın, örgütlenin”der kendince.
Berger, “Bir hikâyenin peşine düştüğümüzde, hikâye anlatıcısını izleriz; daha doğrusu anlatıcının dikkatinin rotasını, neyi fark ettiğini, neyi görmezden geldiğini, nerede oyalandığını, neyi tekrarladığını, neyi önemsiz bulduğunu, nereye varmak istediğini, neyin etrafında dolandığını, neyi toparladığını izleriz. Bu tıpkı bir dansı izlemeye benzer; ayaklarımız ve bedenimizle değil, gözlemlerimiz ve beklentilerimizle, yaşadığımız hayatın anılarıyla” der. Suat Hayri, bunun farkında bir yazar ve kendi kişisel macerasından kotardığı Bento da sanki örtülü hâli değil de ta kendisidir.
Bento’nun Tuhaf Huyları, bana Berger’in Bento’nun Eskiz Defteri’ni ve LaurenceSterne’inTristramShandy, Beyefendi’nin Hayatı ve Görüşleri adlı muhteşem romanlarını anımsatsa da kendine özgü ve gerçekten de eline alacak olana kendini okutturacak bir deneme-roman diyebilirim.
edebiyathaber.net (27 Kasım 2024)