Psikoloji literatüründe öfke; engellenme, haksızlık, tehdit edilme ile ilintilidir. İnsan türlü duyguların eteğinden düşer öfkenin kollarına. Kaç basamak öfkenin sonunda çıkar insan zıvanadan? Deliliğin eşiğine varıp varıp dönüşler hangi noktadan sonra dönülmez hâl alır? Tüm bu hâllerin kelimelerle resmedildiği, Zeynep Delav’ın yeni çıkan kitabı Çıktığım Zıvana’ dan bahsetmek istiyorum.
Eser beş öyküden oluşuyor. İnsanı etkilemek için onlarca metni peş peşe dizmeye gerek olmadığının kanıtı diyebilirim. Okuru yormayan ve tadına vararak okuyabileceğiniz, akılda kalan hikâyelerle bezenmiş Çıktığım Zıvana. Kitabı elinize aldığınızda boş bir kadın sureti size bakıyor. Evet, gözleri yok ancak kapağın ardında anlatılanlar boş surette anlam kazanıyor. Tanıdık, bilinen bir ruh konuyor kapağa. Kitabı bitirip kapattığınızda boş suretin anlam kazandığını görüyor, onunla bakıştığınızı hissedebiliyorsunuz. Karanlıkta kalan kadınlar, yaşamın sembolü olan yapraklar arasında mavinin umuduna sığınmış. Sonsuzluğu temsil eden daireye tutunarak kırmızı rengin güç arayışla bütünleşmiş ve gücün yine kadının kendi elinde olduğunu anlatıyor bize. İşin özü Çıktığım Zıvana kitabının içi de dışı da eğer kadınsan sonlara geldiğini hissetsen bile tutunacak bir yol bulursun diyor.
Zeynep Delav, Çıktığım Zıvana kitabında hemcinslerinin zorlanan sınırlarını ele almış. Mental fiillerimizden biri olan “zıvanadan çıkmak” deyimi her öykünün özüne hizmet ediyor. Eserin odak noktası kadın ve kadını zıvanadan çıkaran hâlleri. Zeynep Delav’ın karakterleri kendileri dışında gelişen olayların kendi iç dünyalarına tesirlerini, zıvanadan çıkış hâllerini anlatıyor. Hemen hepsi hayata, yaşadıklarına içerlemiş insanlar. Yazarın aldığı psikoloji ve felsefe eğitimlerinin kalemine yansıyışı oldukça etkili diyebilirim.
İlk sırada yer alan ve esere ismini veren Çıktığım Zıvana aynı zamanda kitap bütünündeki en uzun ve en çok merak uyandıran hikâye. Bir delilik hikâyesi. Esasen adım adım tutturulan düzenlerin tuzağında kıvranan akıllı deliliğin hikâyesi. Zaten ya deli olacaksın devam edebilmek için ya deliliğe vuracaksın kendini ki geri alınan tövbeler anlam bulsun tıpkı buradaki olayların kahramanı Gülseren gibi… Gülseren, karşısındaki hümanist ruhlu kadına yeminini bozmak uğruna dersini veriyor ve intikamını alıyor. Hikâye, aslında hiçbir kötülüğün sonsuz olmadığı ve bir gün acısının bir yerden çıkacağı gerçeğine götürüyor okuru. Yazar 24 sayfalık öyküde olay akışlarını Ben Tövbemi Geri Aldım ve Bildiğin Gibi Değil alt başlıklarıyla bezemiş. Meramını anlatmanın tek bir cümle ile mümkün olduğu öykü türüne yazar hakkını vermiş. Delav, olay akışının içinde toplum sosyolojisinde dedikodunun yeri ve getirisini bir cümle ile gayet net, anlaşılır ifade etmiş.
“İnsanların diline düşünce canına okuyorlar böyle işte. Bir yerde öksürüyorsun, az ilerde verem oldu o diyorlar.” (s. 19)
Antropologlar dedikodunun grup çıkarlarının korunmasına yardımcı olduğunu düşünse de günümüz toplumunda bireysel yarar sağlamaktan öteye geçmez. Kendi yargısını etrafa yayarak varlığını daha çok kabul ettirme çabasından başka bir şey değildir. Zeynep Delav zamanın nabzını tutabilen bir yazar. Dedikodunun ötesinde günümüzün mantralarına da ince bir gönderme yapıyor.
“Yaptığına inan, işe yarayacağına emin ol. İstemenin istikametinden şaşmazsan her şey ayağına gelir, buna adım gibi eminim.” (s. 20)
Sayfa 31’de “İyi ki bu nasihatler alınıp satılabilen şeyler değildi” cümlesini okuyunca ise zihnim beni Şair İsmail’in Bin Akçeye Bir Söz Satın Alan Adam ile Ömer Seyfettin’in Üç Nasihat öykülerine götürdü. Tabii ki her metin kendi dönemi içinde değerlendirilir. Şair İsmail’in tespit edilen el yazması eserleri Ankara Milli Kütüphanesinde yer almaktadır ve eserleri bu güne ulaşsa dahi yaşadığı zaman ve hayat hakkında bir bilgiye ulaşılamamıştır. Tahmini 17. yüzyılda yaşadığı varsayımıyla o dönemde nasihatlerin önemli ve dikkate değer olduğunu söyleyebiliriz. Aynı benzerlik Ömer Seyfettin’in Üç Nasihat’inde de vardır. Öyle ki her ikisinde de olay akışında tüm varlıklarını verir, nasihat satın alır ve bu sayede birçok zarardan kurtulurlar. Nihayetinde edebiyat bir kültür taşıyıcısıdır. Dönemin gerçeklerini barındırır. Yazarın sadece ismi kalsa da zaman yazdıklarından bu güne yansır. Bundan yola çıkarak baktığımda yarına kalacak olan gerçeklerimiz düşündürdü beni. Yarının insanı bir cümleye takılır mı bilmem ama benim içimi sızlattı diyebilirim.
Çıktığım Zıvana’da Zeynep Delav’ın karakterleri oldukça sahiciler. Yazarın kurguladığı hikâyeyi kelimelere dökerken çektiği sancıyı muhatabı da okurken çekiyor. Öylesine gerçek öylesine inandırıcı diyebilirim. Tarafsız bir anlatımı var Delav’ın. Diyorlar ki Sen Delisin isimli öyküde tüm karakterlerin penceresinden görüyoruz yaşananları. Tanrısal bakış açısıyla yazılmış olması her birinin yaşadıklarını hissetmemizi sağlıyor.
“Hapisteki hiç göremediği kocasının gölgesini bırakamayan, imam nikâhına bile, ‘Hiçbir akrabam duymasın, aman ha!’ diyerek tedirgin olan bir kadını bir erkek sökerek almamalı.” (s. 42)
Hatırım İçin öyküsünde ise anne karakteri konformizmin içinde bir yaşama mecbur kalırken zaman zaman sapmalar yaşıyor ve onun hâllerini anlatıcı olan kızından, rahatsız olduğu hislerle okuyoruz. Hayatın yükleri ağrı yapıyor da ağır değilmiş havasını yaşamaya mecbur bırakıyor bir anneyi.
“Annem sessiz bir kule gibidir. Fırtına olur, kar olur, güneş yüzüne vurur ama o hiç istifini bozmaz.” (s. 47)
Yarısı Kış Yarısı Yaz isimli öyküsünde Delav’ın kara mizah yaptığını görüyoruz. Hem gülümsüyor hem hüzünleniyorsunuz. Kullandığı leitmotivler “ İkinci karım –onu da zar zor buldum-” metine can katmış.
Kırmızı Balık, kitabın son öyküsü. Zeynep Delav, bir toplum gerçeğine daha kalemini değdirmiş. Ataerkil zihniyet, geleneksel kabuller, sosyo-kültürel unsurlar bütününde evlilikte kadının erkekten büyük oluşu kabul edilebilir bir durum görülmemektedir. Tüm ön yargıları yıkıp mutlu olan bir çiftin hazin sonunu okuyoruz son öyküde. Son pişmanlıklar ne zaman fayda etti ki zaten…
“Bırakmadılar kimseyi. Bırakmazlar. Uzun yaşatmadılar. Yaşatmazlar…” (s. 68)
Yazarın lirik dili ve öyküleri yoğun hisler barındırmasına rağmen sayfa sayısının bu ağırlığı kaldırabilecek güçte oluşu eseri tekrar tekrar okunmaya itiyor. Edebi tada vararak lezzetli bir okuma yapmanızı sağlıyor. Tüm bu bütünlüğün bilinçli tercih edildiği bariz. Bu noktada son zamanlarda maruz kaldığım yoğunluğunda boğulduğum kadın temalı öykü kitaplarından sonra nefes aldığımı söylemek isterim. Bu yüzden yazarı ve yayınevini tebrik etmek gerektiğini düşünüyorum. Benim için kitabın altın cümlesini yazarak bitireyim ki koşup kitabı almak için en etkili bahaneyi sunmuş olayım. Çünkü ben şu cümleyi nerede görürsem göreyim o eseri okumak için can atardım.
“İnsanın en büyük hikâyesi ellerinde sanki.” (s. 35)
Peki ya siz?
edebiyathaber.net (28 Kasım 2024)