Bu hafta okuduklarım arasında Pınar Eğilmez’in Karakarga Yayınları’ndan çıkan Gece Geçen Gemi’si de var.
Büyük aşkların ve acıların hikayesi bu. Gece geçen gemi bir metafor. “Tekil olaylar üzerinden tepki vererek yatışabilmek, bizi genel çerçeveye körleştiriyor. Bir gözlemciden yoksun, kendi öznel acılarının içinde yitip giden herkes, bizler uyurken gece geçen birer gemi.” diyor bir röportajında Eğilmez.
Yazar, dört farklı karakter üzerinden aşkı ve kayıpları işlerken, aynı zamanda “ziyan olmak” kavramını da sorguluyor. Üçüncü bir gözün tanıklığından uzak, bir başına yaşananların zihinde çöreklenen, paralize eden acısı. Bu ağırlıkla, yerinde çakılı kalan, “ziyan olan” binlercesi.
Romanda etkileyici bireysel hikayelerin ötesinde yoğun bir toplumsal eleştiri de var: Ensest, göçü zorunlu kılan ortam, iletişimsizlik, ötekinin acısına duyarsızlaşma.
“Çünkü hiçbir şey uzun süre görmezden gelen acılardan daha güçlü değildir.”
“Kendi hislerine temas edemeyen bir insan başkasına ne kadar temas edebilir?”
Eğilmez’in anlatım tarzı, sade ama etkileyici bir dille örülmüş. Duygusal yoğunluğu yüksek olan diyaloglar ve betimlemeler, okuyucunun karakterlerle bağ kurmasını sağlıyor. Yazarın seçtiği semboller ve imgeler, metnin derinliğini artırarak okurun zihninde kalıcı izler bırakıyor.
“Sokaklarda yaşamanın kendisi zaten bir yüzün olmadan hayata devam etmek demekti. İnsanlığın en dibine iner, yaşayabileceğin en keskin şeyleri yaşarsın ama insanların hafızasında bir yüzün yoktur…”
“Bu yaşamda ansızın ölmek diye bir şey var. İşlerini tamamlamadan, sevdiklerinle vedalaşmadan ölmek diye bir şey. Dümdüz var, bütün çıplaklığıyla var. Bu yaşamda ziyan olmak diye bir şey var.”
Füsun, Arif Dede, Cihan ve Hikmet. Birbirinden çok farklı karakterler. Füsun, bağımsız, hayatındaki baba figürü eksikliğini sağlıksız ilişkilerde kendini sabote ederek doldurmaya çalışıyor. Hikmet, yetiştirme yurdundan on sekiz yaşına gelince sokaklara salınan güzelim çocuklardan biri. Arif Dede, kendini tanımayı da, sevmeyi de çok geç öğrenmiş bir karakter ve Cihan, sanatçı, duyarlı, sevmeyi, de görmeyi de bilen tanışır tanışmaz ısındıklarımızdan.
Her birinin Pınar Eğilmez aracılığıyla dünyaya söyleyecek sözü var:
“Öğrendim öğreneceğimi ve bir daha iflah olmadım. Nar ağacında bir nardım. Silkelediler dalımı. Yere düştüm. Göbeğimden çatladım. Yarıldı karnım. Kıpkırmızı tanelerim saçıldı her yere. Kuşlar yesin artık beni.”
“Kök saldığım bir yer yok benim anne. Kökümü kendi içime saldım ben”
“Oysa aşık olunca özgürsün Cihan. Dünyanın künt karanlığından, acıdan, sefaletten, zulümden özgürsün.”
“Büyük laflar etmeyi benden ala bilen olmaz ama aslında layıkıyla feminist olamayacak kadar konformistim. İnemezsin benimle meydanlara”
“Tüm hayatı dudağının köşesinden ciğerlerine mutlulukla çeken, bir tek beni dışarıda bırakan bir gülümseme bu”
Gece Geçen Gemi, Uçan Tabut ve Tanık ile devam eden serinin üçüncü ve son kitabı. Birbirlerinden bağımız ve istenen sırada okunabiliyor. Karakterlerin farklı dönemlerini merak edenler, serinin diğer kitaplarını okuyabilir.
Eğilmez, bu son romanıyla kendi okur kitlesini yaratacak gibi görünüyor. Hikmet’in sözüyle bitirmeli:
“Arif Dede’nin fokur fokur kaynattığı ot çaylar, şırıl şırıl başımdan döktüğü ılık sular gibi güzeldi. Bir kabustan uyanır ‘Oh be rüyaymış’ dersin ya, öyle güzeldi…”
edebiyathaber.net (29 Kasım 2024)