Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş, anlayacağın aşk meşk, onlar da lazım ama sen bunları çok duymuşsundur, ben başka bir hikaye anlatayım. Yok yok hemen kaçma, otur şöyle, çay kahve ne istersin? Biraz rahat et, getir oğlum çayları. Böyle lezzetli çayı Silivri’ye kadar bulamazsın, Silivri’de Hikmet Usta vardır, bak onunki de en az bizimki kadar lezzetlidir. Bizde yalan yok. Yalan delikanlılığın adabına yakışmaz. Değil mi gençler? Eyvallah, çok seviyorum bu çocukları. Her biri aslan parçası maşallah. Ustam, çocuklara da çay ver abim. Afiyet olsun canlar. Ha, ne diyordum, benim memleket Kırklareli’nin Pınarhisar kazası, bizim oralar başka güzeldir. Havasını bir içine çektin mi, ciğerlerin bayram eder, suları, temiz mi temiz, cam gibi. Evet, bizim memleketten Adem, bu Adem Karabıyıklı’lardan. Varlıklı bir aile. Sen nerelisin, kimlerdensin? Anladım İstanbul’da doğmuşsun da annen, baban nereden? Ha öyle desene be oğlum, Bursa’dan diye.
Bursa’ya gitmişliğim var. Bizim hanım kaplıca da kaplıca diye tutturduydu. Eklem ağrılarına iyi gelir diye duymuş. Hanımla birlikte gittik. Yedik, içtik, suya bandık bandık geldik. Var mı akraban orda, gidip gelir misin? Git, git, İstanbul’un havası insanı hasta eder. Bak betin benzin bembeyaz. Haa, akraban yok demek. Olsun, sen gene de git, atalarının taşını, toprağını gör. Ya ne anlatıyordum ben, Adem, evet evet Adem.
Tabii varlıklı dediysem, buralardaki gibi yalılarda, konaklarda olmasa da bizim oraların en güzel evinde otururlardı. Kocaman bahçesi, armudundan elmasına meyve ağaçları, üzüm bağları, anlayacağın, halleri vakitleri yerinde. Bir kız kardeşi bir de abisi vardı. Adem ortanca. Senin kardeşin var mı? Tek çocuksun, olmamış demek ki, ne yapacaksın, Allah vermezse vermez. Yalnız olmaz, bir an önce evlen, çocuk yapar çoğalırsın. İnsan hayatta bir yaren istiyor. Eh, kız arkadaşın var mı? Yok mu? Olur olur, eli yüzü düzgün çocuksun. Okulu da bitirince, bir iş tutarsın. Dert etme, sana kız vermeyecekler de kime verecekler. Herkesin evi mi var, kiraya çıkarsın. Şimdilerde kadınlar da çalışıyor. Geçinip gidersiniz. Bi söyle bakayım, ne olacaksın, mektebi bitirince. Eczacı demek, maşallah, maşallah. Bizim yeğen de üniversite okuyor, Allah izin verirse doktor olacak. Eczacı da doktorun yarısı sayılır. Bak, böğrümün tam şurası ağrıyor. Nasıl anlatsam, iğne iğne oluyor, sancı da var kahretmesin. Ne yapsam? Bi ilaç söylesen. Haa, sen daha reçete yazaman, olsun, sıkılma, sıkılma. Ben bizim Fikret’e sorarım.
Neyse uzatmayayım, bu Adem, bizim oraların en güzel kızı Fatma’ya sevdalanıyor. Fatma, selvi boylu, siyah, iri zeytin gözlü, saçları beline kadar, bir içim su anlayacağın. Fatma’ya bir bakan bir daha bakmaya kıyamıyor, Adem de eh işte, çirkin diyemem. Yani bir çirkin Bekir değil. Çirkin Bekir’in suratına çocuklar bakmaya korkar. Koca bir burun, ama kocaman, yüzünü nerdeyse kaplıyor, biçimsiz, dağ yolları gibi kıvrık, alçaklı yüksekli. Gözleri zannedersin uyuyor, kapalı, abartmıyorum çizgi, saçı dökük. Anlayacağın düpedüz çirkin. Ama adamın bir yüreği var, altın mı desem, pırlanta mı desem…Pınarhisar’da cümle alem sever sayar onu.
Yani Adem, senin, benim gibi bir adam. Şimdi benim göbeğime, ağarmış saçlarıma bakma, ben de gençliğimde, çıta gibiydim. Yaşımızı aldık şimdi, Allaha şükür sıhhatimiz yerinde, bir şikayetimiz yok. Adem diyordum, Adem Fatma’ya haber uçuruyor. Bizim oralarda, oğlanlar, kızlara kumaş mendil gönderirler, sana sevdalıyım, evlenmek isterim diye. Eğer kızın da niyeti varsa, kız oğlanın isminin ilk harfini işler geri gönderir mendili. Adem bekliyor, kuzular doğuyor, bekliyor, üzümler toplanıyor, bekliyor, buğday kalkıyor bekliyor. Ne mendil geliyor ne kızdan bir haber. Çayın bitmiş, ya lafa daldım, fark etmedim. Ustam, çayları tazele, bi de tost söyle. Hizmette kusur etmeyelim, benim misafirim bilesin. Afiyet olsun, ne demek, ye, gençsin yakarsın. Yeme, içme zamanınız şimdi. Ah, ah, gençlik bir başka. Ne ağrın sızın olur, düşünmezsin, şekermiş, tansiyonmuş. Gençlikte, şeker, baklavada, tansiyon maçta. Dedim ya keyfini çıkart. Günler vız vız. Evlendin mi, zaten, çocukmuş çolukmuş, evmiş, barkmış derken bir bakmışsın, benim gibi olmuşsun. Torun tosuna karıştık. Biraz ağrımız, sızımız da olsun, ne yapacağın. Dedim ya, yine de Allaha şükür, beterin beteri var. Evlerden uzak, Selim abi ne ismini biliyor ne çocuklarını, adamcağız, Ne diyorlar, alzemer mi, ha, ondan alzaymır olmuş. Yazık ya, çok acıdım, duyunca. Dağ gibi adamdı. Cin gibiydi cin, hesabı, kitabı, öyle sizin gibi, telefondan değil, kafasından yapardı. Vah ki vah.
Ne dedin? Doğru, Adem’i anlatıyordum. Ya, işte, Adem beklemiş de beklemiş. Baktı ki ses seda yok gidip Dudu Nene ’ye danışayım, bilge kadındır, bir yol gösterir demiş. Adem derdini uzun uzun anlatmış. Nene de bizimkinin kalbine elini koyup. Buradan konuşacaksın. Sevdalına, gönlünden bir ses ver diye nasihat etmiş. Hâlâ gönül sesini arıyor saf oğlan. Aşıklar delidir diye boşa dememişler.
Bir çay daha iç sonra yoluna selametle gidersin. Kusura bakma, hanım arıyor. Ha zeytin gözlüm, evimin sultanı. Söyle, güzeller güzeli. Alırım. Tabii, tabii, Kerem Kasaptan, bilmez miyim? Sen merak etme.
Hadi sağlıcakla kal, yolun düşerse bir çayımızı içersin yine.
edebiyathaber.net (30 Kasım 2024)