Mert Arık, günümüz çocuk ve ilk gençlik edebiyatının en üretken yazarlarından biri. Kitaplarında seçtiği ilgi çekici konular ile okurlara üzerinde düşünülmesi gereken alanlar açmayı başarıyor. Kendisi aynı zamanda bir öğretmen olduğu için de çocukların ilgisini çekecek konuları bulmakta ve onların dikkatini çekmekte başarılı. Bunu yaparken öğreticiliği de elden bırakmıyor tabi. Özellikle atasözleri ve deyimleri eğlenceli şekilde öğrettiği Ayvayı Yedik Müzesi, Naneyi Yedik Lokantası gibi kitapları son zamanlarda büyük ilgi gördü. Genellikle erken çocukluk dönemine hitap eden yazarın kitaplarına bir yenisi eklendi: Robonlar: Bir Kaçış Operasyonu. İlk Genç Timaş Yayınları etiketiyle minik ve yetişkin okurlarıyla buluşan kitabın içindeki çizimler ise Zehra Marvasti’ye ait.
Kitabını “şimdiye kadar hayatımı kolaylaştıran tüm teknolojik ürünlere” şeklinde ithaf eden Mert Arık, Robonlar’da robotların da insanlar gibi duyguları olabileceğine, üzülüp sevinebileceklerine ve hatta ağlayabileceklerine dair bir fikir öne sürüyor. Robot deyince yakın bir zamana kadar evlerde ve hayatın içinde olacağını hayal edemediğimiz; insan gibi yürüyen, konuşan robotlar gelirdi akıllara. Tam bir bilimkurgu ürünleriydi yani robotlar. Jetgiller çizgi filmini izleyenler ne demek istediğimi anlayacaklardır. Ancak günümüzde robot denen şeyin öyle bir şey olmadığını, aksine hayatımızı kolaylaştıran her türlü teknolojik olabileceğine kâni durumdayız. “Mutfak robotu” denen küçük ev aletiyle aslında buna ikna olmaya başladık sanki. Türk Dil Kurumu’nun Güncel Türkçe Sözlüğü’nde de “robot” sözcüğü için çıkan birincil anlam da şöyle: Belirli bir işi yerine getirmek için manyetizma ile kendisine çeşitli işler yaptırılabilen otomatik araç. Bu bilgi de az önce söylemek istediğimi doğrular nitelikte. Bu bilgilerden hareketler diyebiliriz ki robotlar hayatımızın her alanında bizim yanı başımızda; evlerimizde, iş yerlerimizde hatta ceplerimizde. Kitaptaki robonlar ise bu çoğu ev işlerinde yardımcı olan minik robotları üreten bir firmanın ürünleri. Ancak çoğu, yeni bir versiyonu üretildiğinde ya da ihtiyacı karşılayan bambaşka bir robot üretildiğinde kanara atılmış, atıl bir hâlde hurdalıkta bekliyor. Kimisi yıllar önceden kaldığı için hepsinin görevini üstlenen çok daha iyi bir robot var. Zamanında kullanılıp bir kenara atılmaktan muzdarip bu robotlar bir araya gelirse peki, ne olur? Elbette “Bir Kaçış Operasyonu” olur!
Robonlar’ın çocuk kitaplarında pek aşina olmadığımız bir teknikle kaleme alındığı dikkati çekiyor. Çünkü romanın ilk kısmı 3.tekil kişi ağzında ve hakim bir bakış açısıyla anlatılırken kısa bir süre sonra anlatıcı değişiyor ve roman 1.tekil kişi tarafından, kahraman bakış açısıyla anlatılıyor. İlk anlatıcı, okurlara sonradan anlatımı devralacak olan robotu anlatıyor ve aslında bir tür girizgâh yapıyor. Anlatıcının değiştiği, ikinci katman denebilecek kısımda ise bir robot ve onun gibi hor kullanılan, bir kenara atılan başka robotlarla tanışması ve aralarında kurulan dostluk anlatılıyor. Yani, yetişkin romanlarında sıkça kullanılan “roman içinde roman” denen “üst kurmaca” tekniğinin minik okurlara uygun bir versiyonu göze çarpıyor. Bu bölümde robotların da insanlar gibi bir duygu dünyalarının olduğu özellikle vurgulanıyor. Hurdalıkta bir araya gelen ve aslında biraz bakımla ilk günlerindeki gibi çalıştıklarını fark eden bir grup robot -Kıtır Kıtır, Ebro, Çırpıcı, Külüstür, Tokyo- birbirlerine hem teknik olarak hem de duygusal olarak destek olurlar. Hepsinin uyanışı bir ağlama ile başlamıştır çünkü: “Hepimiz Ebro’nun anlattıklarını can kulağıyla dinlemiştik. ‘Çok ilginç, arkadaşım.’ dedim. ‘Demek ki ortak yanımız var. Benim de uyanış sürecim ağlayınca başlamıştı.’ Kıtır Kıtır cızırdayarak ‘Benim de öyle!’ dedi. Çırpıcı heyecanla ‘Benim de, benim de!’ diye atıldı. Külüstür hırıltılı sesiyle ‘İlk ağladığım gün hâlâ aklımda.’ dedi. Tokyo, ‘Pupuk! Pupuk!’ diyerek ortalıkta zıp zıp dolaşmaya başladı. ‘Evet.’ diye devam etti Ebro, gözlerindeki hüzün yerini parlak bir umuda bırakmıştı. ‘Eşyaların bir ruhu vardır. Biz robotların uyanışı hep ağlayarak başlar. Ağlamak dediğimiz şey, aslında sistemlerimizdeki bir aşırı yüklenme sonucuydu.”(s.93-94) Görüldüğü üzere bahsi geçen robotlar bile olsa onların da bir ruhu ve amaçları var. Bunun sonucunda da her varlığa aşırı yüklenildiğinde olan şeyi yaparlar; bir kaçış planı!
Yazarın küçük yaştaki okurlara eşyaların da bizden tamamen bağımsız olamayacağını, onların da bir ruhu, çalışma sistemi olduğunu anlatmak için seçtiği eğlenceli yollardan bir tanesi bu kitapta. Biz insanlar, robot denen aletlerin elbette insanlar gibi bir duygu dünyaları olmasa da onları kullanıp işimiz bittiğinde bir kenara atıp koskocaman bir hurdalık yaratmaktansa onları daha adil ve uzun süreli kullanıp belki de eşya ömürlerini tamamlamalarını sağlamayı seçebiliriz. On yaş ve üzerindeki okurlara hitap eden bu romanı, teknolojik aletlere pek çok şeyi borçlu olduğumuz için özellikle de yetişkinlere öneriyorum. İyi okumalar!
edebiyathaber.net (5 Aralık 2024)