Bugün yaşadığımız düzenin içinde hiçbir sözcük yok ki anlamı boşaltılmamış, kapitalizme ve sömürüye hizmet etmemiş olsun. Sistem, hedefleri için ya belirli sözcükleri ilgi odağı haline getiriyor ya da ne ilgi çekiyorsa onu alıp kendi hedefleri için dönüştürüyor. Doğa da o sözcüklerden biri. Son on-yirmi yıldır insanlar kendilerini doğadan uzaklaştıran sistemin açmazlarının farkına vardı, özellikle covid süreciyle birlikte, doğayla yakınlaşmanın yollarını aramaya başladı. Sistem bunu da ranta çevirmeliydi. Gökdelenlerin, süper lüks rezidansların, kıyı kasabalarını beton yığınına çeviren dairelerin reklamlarında anlatılan doğayla yakınlık meselesi hepimize normal gelmeye başladı. Çünkü aslında doğada ne olup bittiğini bilemeyecek kadar uzaklaştık ondan.
Deniz Gezgin’in Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanan Doğa Defteri isimli kitabı, doğayla kaybolan bağımızı yeniden kurma yönünde bir kılavuz olabilir. Deniz Gezgin, yazılarını ve kitaplarını yazım sürecine doğayı ortak ederek üreten çok özel yazarlarımızdan biri. Bitki Mitosları, Hayvan Mitosları ve Su Mitosları derleme kitaplarıyla başladığı yazarlık yolculuğunda doğa, Ahraz, YerKuşAğı ve Gözler Kanatlar Çiçekler Kuyruklar isimli romanlarında sıra dışı ve özgün biçimde varlığını sürdürdü. Daha önce ajanda olarak ve kuşlar üzerine hazırladığı Doğa Defteri çalışmaları son olarak Eylül ayında Gündönümleri Fırtınalar Uçanlar Çiçek Açanlar alt başlığıyla yayınlandı.
Doğa Defteri, oldukça yoğun bilgi içeren incecik bir kitap. Unuttuğumuz ya da unutturulan doğayla yeniden buluşmak için bir kılavuz dememin nedeni bu. Kitapta sözü geçen kuşlar, çiçekler, diğer bitki ve hayvanlara dair daha geniş okumalar yapmak için bir yol gösterici diyebiliriz. Bilgi vermesinin yanı sıra çok keyifli bir kitap çünkü antropoloji, mitoloji, edebiyat ve tarih gibi farklı disiplinlerin doğaya dair söylediklerini buluşturan bir metin.
Kitap kısa bir giriş bölümünden sonra İlkbahar, Yaz, Sonbahar ve Kış olmak üzere dört ana bölüme ayrılıyor. Ayrıca kitabın sonunda Sondeyiş ve bir yıl boyunca gerçekleşen doğa hareketlerini içeren Yerden Göğe Doğa Takvimi bulunuyor. Doğa Takvimi bölümünde gün gün fırtınalar, yağmurlar, göçler, ağaçlara suyun yürüyüşü, bülbüllerin ötmesi gibi doğada gerçekleşen tüm hareketler kronolojik olarak sıralanıyor. En sonda da oldukça zengin bir kaynakça ve okuma listesi var.
Bölüm içerikleri okuru bilgilendirdiği kadar şiirsel hikâyelerle de dolu. Anlatıma Deniz Gezgin’in edebi dili de eklenince çok keyifli bir okuma yolculuğuna başlıyorsunuz. Her mevsime ait bölümde o mevsimin doğa hareketleri, kuşların göçü, rüzgâr ve fırtınalar, ağaçların ve çiçeklerin isimleri ve özellikleri anlatılıyor. Kitabın başında kısacık bir giriş var ve şöyle başlıyor:
“Ağır tohumları taşıyan kim, ökse otlarını ağzında yaşatan?
Ağaçları dünyada dolaştıran kanatlılar bütün canlılarla aynı sulardan doğmadılar mı?
Onların tarihi doğanın da tarihi, bulutların, rüzgârların ve mantarların, bütün yağmurların, denizlerin ve yürüyen otların, sesin ve ilk nidanın.”
Doğada olduğu gibi kitapta da kuşların yol göstericiliğiyle ilerliyoruz. Dünya kuşlar sayesinde yaşanacak bir yere dönüşmüş. Bütünüyle su olan dünya akkuyruksallayan kuşunun kuyruğuyla suları dövmesi, açılan yerlerde adaların oluşmasıyla yaşanır hale gelmiş. Yelkovan kuşlarının İstanbul’un en eski sakinlerinden olduğunu öğreniyoruz.
İlkbahar her şeyin canlandığı mevsim. “Yangın görmüş ormanlar dahi ertesi bahar deniz gibi köpürür,” diyor Gezgin. Cemre vakti geldiğinde “dünyanın karnı ısındı” derlermiş. Guguk kuşunun dağ ve orman perilerinin tekrar ortaya çıkışlarını yani ilkbaharın gelişini bir kayın ağacı dalına konarak müjdelediğine inanılırmış. Kızışma zamanı gelen kurtların çiftleştikten sonra suya girip çıktıklarında sırt tüyleri hemen kuruduysa yıl boyu iklim ılık geçermiş. Araya bir Paul Celan dizesi giriveriyor: “İlkbahardı ve ağaçlar kuşlarına uçuyorlardı.” Leyleklerin gelişini görmek müjde oluyor, kırlangıç ve leylekler görüldüğünde o yılın bereketli olacağına inanılırmış. Ama “Bir kırlangıçla yaz olmaz,” demiş Aristotales. İlkbahar Nevruz ve Hıdırellez zamanı.
Yaz bölümü bir Hitit atasözü ile başlıyor:
“Ağaçlar uçlarını kırar,
çalı çırpı yapraklarını bağlar,
geyik yavrusunu öldürür mü hiç.”
Yaz aylarında ağaç kesmek büyük belaya neden olurmuş. 21 Haziran yaz gündönümü, yılın en uzun gündüzü. Bu gün yeryüzünün en eski canlılarından biri olan eğreltiotunun şarkısını duymak için ormana yürünür, diyor Deniz Gezgin ve sözü Ursula K. Le Guin’in Karaeğreltiotunun Şarkısı’na bırakıyor: “Yürü burada şimdi, yürü burada. Şimdi burada yürümenin zamanı.” Yaz gündönümü şifalı otların etkisinin en yoğun olduğu zamanmış. Kötülükleri kovduğuna inanılan, yaraları iyileştirip ruha dinginlik veren sarı kantaron, bir diğer adıyla binbirdelik otu da yaz gündönümünde toplanırmış. Ağustosun yarısı yaz meyvelerinin olgunluk zamanıymış. Bolluk ne kadar çoksa yaklaşan kışın da o derece uzun ve çetin geçmesi beklenirmiş. Göçler ağustos sonu başlarmış. Leylekler mevsimi de alıp götürürmüş.
Sonbahar yaz yorgunluğunu alıp yerine taze bir heyecan bırakırmış. Mezapotamya’da eylüle arınma ayı derlermiş. Eylül ölmez ağaç zeytinin hasat mevsimi. Daha bol yağ beklentisi olan hasadı kasımda yaparmış. Toplanırken birlikte düşen zeytinler eşinden ayrılmazmış, zeytinin ağacı da meyvesi de hisli olurmuş. Eylül pekmez ayı. Eylülün rüzgârları cevizleri ağacın dibine düşürürmüş. Ekim ise tohum ayı. Bu ay yağan yağmura darus denirmiş. Bu ay yağmur yağmazsa kurbağaların sırtına su dökülürmüş çünkü kurbağa sesi bulut çağırırmış. Bitkiler mevsimleri duymak, hissetmek isterlermiş. Sonbaharda soğuk getiren rüzgarların ve ilk yağmurların dokunuşunu beklerlermiş. Yaprak dökümü fırtınası ile ağaçların yapraklarını dökmeleri hem de kendilerine hem de diğer canlılara birçok fayda sağlamak için. Yağmurun yaklaştığı bitkilerin ve hayvanların davranışlarından anlaşılırmış. Güz defne mevsimi.
Karakış çekilme durma zamanı. Su bile uyurmuş. Kışın karlar toplanır depolanır, yazın kullanılırmış eskiden. Karcıbaşılar yaparmış bu işi. Meşelerden sarkan ökse otunun tohumu ne suda ne toprakta filizlenirmiş, ancak bir kuşun gagasında ağaçtan ağaca taşınırmış. Soğuğa aldırmayan kızılgerdan öteki kuşların yavrusunu kendi yavrusundan ayırmazmış, öksüz kuşları korur kollarmış, solucan sevdiğinden bahçıvanlarla dostmuş, bahçe kazanların ayaklarına dolanırmış.
Her mevsim için kitaptan seçtiğim birkaç söylemi paylaşmaya çalıştım. Okurken doğaya hayranlığım katlanarak çoğaldı. Ondan kopuşumuzun hüznü de çoğaldı elbet. Okurken doğaya ne kadar acımasız davrandığımızı tekrar tekrar düşündüm. Oysa doğaya yaptığımız her şey doğanın içinde yaşayan onun bir parçası olan kendimize. Doğanın aynı zamanda bizim bir parçamız olduğunu unutarak/unutturularak yaşıyoruz nice zamandır.
Sondeyiş bölümünde, bir zamanlar nasıl yaşayacağımıza doğanın yön verdiğinin bir kez daha altını çiziyor Deniz Gezgin. Öyle güzel özetlemiş ki şu satırlarda:
“Bitkiler her yıl farklı kararlar alır, onların davranışını etkileyen de iklimdir. Öyleyse mevsimlerle varlıkların ilişkisidir iklim, dışardan bir şey gibi uğrayıp geçmez, soluk gibi içeri alınır yani sonuçta dünyanın kendinden bir şeydir. Ölümcül bir yangın sonrası küllü yamaçları sığır kuyrukları basıyorsa bu ne büyü ne rastlantı, bilişsel bir kararlılığın eseridir.”
Dil, toplum düzeninden yaşam biçimlerimize her şeyi etkileyen önemli bir olgu. Doğayla ilişkimizi de iktidarlar tarafından yönlendiren en önemli araçlardan biri. Vahşi ve yaban gibi doğaya, bitki ve hayvanlara atfettiğimiz tüm tanım ve sıfatlar insana özgü, doğayla hiç ilgisi olmayan şeyler. Deniz Gezgin dilin bu hükmeden, baskıcı ve müdahaleci özelliğinden uzak duran, bu özelliğini yansıtmadan üretmeye çalışan, bu konuda çok hassas ve titiz davranan, tam da bu nedenle çok özel bir yazar. Onun dili doğaya yakın bir dil. Huzur veren, eleştirirken bile canlı cansız hiçbir varlığı kırıp incitmeme çabasında bir dil. İnsanın doğanın bir parçası, doğanın da insanın bir parçası olduğunu her satırda hissettiren bir dil. Doğa Defteri, bu zarif ve incelikli dilden alıyor gücünü. Bu yazıyı yine kitaptan, Kış bölümünden bir alıntı ile kapatmak yerinde olacaktır.
“Ağaçlar kışı bilir, 27 Kasım doğa takviminde ağaçların suyunun çekildiği zamandır. Buna ağaçların uykusu da denebilir. Onlar karanlığı sayarak mevsimi takip ederler. Olgun bir ağacın zamansız sıcaklara, kış ortası baharlarına aldanmayışı bundan, bir çiçekle yaz gelmeyeceğini defalarca tecrübe etmiş olmalı. Yabanıl ortamdaki canlıların bu günlerde kendi içlerine çekilişleri tabiatın bir gereği. Çünkü canlılık hisli olmaktır, bu iyi ya da kötü olmanın ötesinde sahici bir hayat bağıdır.”
edebiyathaber.net (6 Aralık 2024)