Birçoğumuz bir roman ya da filmdeki bir karakterle aramız-da bir bağ hissetmişizdir: ya ona bir yakınlık duyarız ya da onunla aynı tepkiyi veririz. Bu bağı, onunla özdeşleştiğimizi söyleyerek açıklarız.
Rita Felski
Daha önce bu sitede yayımladığım “Okur ve Edebiyat Okuru” başlıklı yazımı hatırla-yanlar, “Edebiyat Okurunun Özellikleri” konusunu daha derinlemesine kavrayabilir.
Okur, kelimelerin yüzeyinde dolaşmakla yetinmeyip, onların derinliklerine inmeyi gö-ze alan bir yolcudur. Ancak edebiyat okuru olmak, sıradan bir okuma alışkanlığından çok daha fazlasını gerektirir. Bu, bir kitabın sayfaları arasında sadece olay örgüsünü izlemekle kalmayıp, aynı zamanda alt metinlerde saklı anlamları, yazarın niyetini ve eserin ait olduğu dönemin izlerini okuyabilme becerisidir.
Edebiyat okuru, okumaya başladığı anda düşüncelerini harekete geçirir; metinle kur-duğu güçlü bağ sayesinde bir kültür taşıyıcısı, bir sorgulayıcı ve her şeyden önce keşfe çıkan bir yolcuya dönüşür. Bu yolculuk, yalnızca kelimeler arasında değil, aynı zamanda kendi zihninin derinliklerinde de gerçekleşir.
Edebiyat okurunu tanımlayan belli başlı özellikler, bu dünyayı anlamlandırmanın anahtarlarıdır. Bu özelliklerin detaylı bir şekilde incelenmesi, okuma eyleminin nasıl bir sanata dönüştüğünü ve bireyin bu süreçte nasıl bir dönüşüm geçirdiğini kavramamıza yar-dımcı olur. Adnan Binyazar’ın da belirttiği gibi, bir kitabın kapısından içeri giren okur, dı-şarı çıktığında artık aynı kişi değildir. Okurun niteliklerini açıklarken, çoğunlukla bilinirliği-ne inandığım ve bizzat okurken notlar alarak derinleştiğim eserlerden örnekler seçtim. Bu eserlerin, anlatılanları somut bir zemine oturtarak okuma deneyimini derinleştiren ve zengin-leştiren mükemmel bir kaynak işlevi gördüğünü söyleyebilirim.
Edebiyat okurunun en belirgin özelliklerinden biri merak ve araştırma tutkusudur. Bu merak onun hem yazarı hem de eserin arka planını araştırmasını sağlar, merak sadece metnin içeriği ile sınırlandırılamaz. Onu yalnızca metni anlamaya değil, aynı zamanda yazarın il-ham kaynaklarını, kullandığı anlatım tekniklerini ve dönemin koşullarını öğrenmeye yön-lendirir. Örneğin, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanını okuyan bir edebiyat okuru, sadece Raskolnikov’un ahlaki çöküşünü değil, aynı zamanda Dostoyevski’nin kişisel hesaplaşmala-rını ve 19. yüzyıl Rusya’sının toplumsal koşullarını da merak eder. Aynı zamanda Dosto-yevski’nin eserlerinde sıkça işlenen ahlaki ve dini temaları araştırır. Romanın karakterleri okurun gözünde sadece birer kurgusal figür değil, dönemin felsefi ve toplumsal krizlerini yansıtan simgeler haline gelir. Merak, aynı zamanda edebiyat okurunu eserin ötesine taşıya-bilen güçlü bir duygudur; edebiyat okurunu sadece yazara ve esere değil, aynı zamanda bire-yin kendi dünyasına dair sorular sormaya da teşvik eder.
Edebiyat okuru, metni sorgulamayı bilen kişidir. Bir yazarın bakış açısını körü körüne kabul etmek yerine metni kendi zihinsel filtresinden geçirir. Eleştirel düşünce onun yalnızca okuduklarını anlamasına değil aynı zamanda dünyasıyla ilişkilendirilmesine de yardımcı olur. Yani bu durum hem metni hem de dünyayı anlamlandırmasına olanak tanır. Örnek. Al-bert Camus’un Yabancı eserini okurken romanın ana karakteri olan Meursault, tam bir vur-dumduymaz, dertsiz ve belki de dünyanın en duyarsız biri oluşu ve topluma uyumsuzluğu, eleştirel bir okurun dikkatinden kaçmaz. Bu duyarsızlığın, yazarın varoluşçuluk felsefesine olan katkısını anlamaya çalışırken aynı zamanda eseri kişisel bir perspektiften değerlendire-rek şu soruyu sorar, “toplumun dayattığı normlara karşı duran bir birey gerçekten özgür mü-dür?” Eleştirel düşünce, aynı zamanda okurun metni tarihsel, sosyal ve felsefi bağlamlarda değerlendirebilmesini de içerir. Örneğin, George Orwell’in 1984 romanını okuyan bir okur, sadece distopik bir toplumun hikâyesini değil, Orwell’in totaliter rejimlere karşı bir eleştiri sunduğunu fark eder.
Edebiyat, yazarın seçtiği kelimelerde, betimlemelerle ve sembollerle saklıdır. Dikkatli bir edebiyat okuru bu detayları fark eden ve onların anlamlarını çözümlemeye çalışan bir dikkat ustasıdır. Düz bir okuyucunun fark edemeyeceği gizli anlamları ortaya çıkarır. Örne-ğin Franz Kafka’nın Dönüşüm adlı eserinde Gregor Samsa bir sabah uyandığında böceğe dönüşmesi, yüzeyde fantastik bir olay gibi görünse de, dikkatli bir edebiyat okuru için bu bir metafordur. Gregor un ailesi ve toplum tarafından dışlanması, modern insanın yalnızlaşması-nı ve toplumla olan bağlarının kopmasını anlatan güçlü bir metafordur.
Bir yazar, belirli kelimeleri seçerken ya da belirli bir anlatım tarzı kullanırken mutlaka bir amaç güder. Dikkatsiz bir okuyucu bu detayları fark etmeyebilir, ancak dikkatli bir okur, bu seçimlerin ardındaki anlamı sorgular. Örneğin, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madon-na eserinde geçen doğa betimlemeleri veya Raif Efendi’nin günlüklerine yansıyan duygusal yoğunluk, dikkatli bir okurun gözünden kaçmaz.
Edebiyat okuru, metni hem duygusal hem de entelektüel bir çerçevede değerlendirir. Okuduklarından etkilenir karakterlerle empati kurar. Aynı zamanda hikâyeyi akıl süzgecin-den geçirerek, analitik bir değerlendirme yapar. Örneğin, Sabahattin Ali’nin çok iyi bilinen Kürk Mantolu Madonna romanını okuyan bir edebiyat okuru, Raif Efendi karakterinin yal-nızlığından duygusal olarak etkilenir. Ancak bunun ötesinde, yazarın bu karakter aracılığıyla 1930’lar Türkiye’sindeki bireyin varoluş mücadelesine ve duygusal dünyasına dair önemli bir eleştiri sunduğunu da fark eder.
Entelektüel bir okur, karakterlerle empati kurmada ve metni analiz etmede daha bilinç-lidir. Çünkü bu tür okur metnin yüzeyindeki olay örgüsünün ötesine geçerek, alt metinlerde gizlenen anlamları ve yazarın niyetlerini çözümlemeye çalışır. Bu bakış açısı, okurun metni tarihsel, toplumsal ve felsefi bağlamlarla ilişkilendirmesine olanak tanır. Bu tür bir entelek-tüel sorgulama, okuma eylemini derinleştirir ve metni daha geniş bir bağlama oturtur.
Edebiyat okuru okuduğu eserlerin ait olduğu kültürel bağlamını anlamaya çalışır. Ta-rih, sanat, felsefe ve diğer disiplinler bu bağlamı zenginleştirir ve derin bir kavrayış sağlar. Bu kavrayışın oluşmasında bir bakıma kültürel birikime de ihtiyaç vardır. Örneğin, Tols-toy’un Savaş ve Barış eserini okuyan bir edebiyat okuru, Napolyon döneminin Avrupa üze-rindeki etkilerini bilmeden eserin derinliğini tam anlamıyla kavrayamaz. Aynı şekilde, Tols-toy’un Hristiyanlık ve ahlak üzerine görüşlerini araştırarak, eserdeki karakterlerin eylemleri-ni daha iyi yorumlar.
Edebiyat okuru bir metni, diğer metinlerle ilişkilendirme yani metinlerarası ilişki kur-ma becerisine sahiptir. Yazarın esinlendiği ya da karşı çıktığı diğer eserleri keşfederek metni daha geniş bir bağlam içinde değerlendirir. Örneğin, T.S. Eliot’un Çorak Ülke şiirini okuyan bir edebiyat okuru, Dante’nin İlahi Komedya eseriyle olan bağlarını ve şiirdeki mitolojik göndermeleri araştırarak bu eserin edebiyat tarihindeki yerini anlamaya yardımcı olur. Bu metni yalnızca anlamak değil, aynı zamanda onun edebiyat tarihindeki yerini kavramaktır.
Edebiyat, bir insanın başka bir insanın dünyasına adım atmasına, empati yapmasına, bir karakterle özdeşleşmesine olanak tanır. Edebiyat okuru, karakterlerin bakış açılarını an-lamaya çalışır ve farklı kültürleri, yaşam biçimlerini kavramak için çaba gösterir. Örneğin, Nobel ödüllü yazar Toni Morrison’un Sevilen adındaki romanını okuyan bir edebiyat okuru, kölelik döneminin travmalarını karakterlerin iç dünyaları aracılığıyla hisseder. Çocuklarıyla birlikte kölelikten kaçan bir kadının özgürlük savaşının yanı başında, içinde olur. Bu durum hem tarihsel gerçekleri anlamasına hem de insanların acılarını empati yoluyla içselleştiril-mesine olanak tanır.
Edebiyat okuru öğrendiklerini paylaşmayı sever okuduğu metinlerin güzelliklerini başkalarına anlatarak tartışmalar başlatır. -Bu tür okur sayısı ne kadardır, bilemiyorum ama ben (H.Y.) adında çok iyi bir edebiyat okuru tanıyorum.- Bu, okuma kültürünün yayılmasına ve metinlerin daha geniş bir kitle tarafından anlaşılmasına yardımcı olur. Örneğin bir edebi-yat okuru Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda eserini okuduktan sonra kadın yazarların yaratıcı süreçlerini çevresindekilerle tartışmaya açabilir. Hatta bir kadın yazar olan Mme de Staël’in Edebiyata Dair kitabını okuduktan sonra bu tartışmaların başlangıcının 18.yüzyıla uzandığını fark eder. Benzer paylaşımlar hem okuma kültürünün yaygınlaştırılmasına, hem de metnin daha geniş bir kitle tarafından tanınıp anlaşılmasına yardımcı olur.
Neticede bir edebiyat okuru yazarla bir diyalog kurar, kelimelerin ötesinde saklanan anlamları keşfeder ve bu keşifleri kendi hayatıyla ilişkilendirir. Onun bu özellikleri sadece bireysel bir gelişim sağlamaz, bireysel gelişimin ötesinde aynı zamanda edebiyatın kültürel bir birikim olarak korunmasına ve yayılmasına da katkıda bulunur. Bu yüzden edebiyat oku-ru yalnızca bir okuyucu değil, hem okuduklarından keyif alan hem de öğrendiklerini anlam-landıran ve paylaşan bir köprü görevi görür. Bu özel çabası sadece kitapların değil, insanlı-ğın da hikâyesini anlamasına olanak tanır.
edebiyathaber.net (14 Aralık 2024)