Yuzu Kitap, “senin edebiyatın!” mottosu ile genç yetişkin edebiyatı üzerine şahane kitaplar çıkaracağına inandığım bir yayınevi olarak ekim ayında yayın hayatına başladı. Yayınevi; ödüllü yazar ve çizer Dep JJ Lee’ye ait Arafta isimli bir çizgi roman, Jenny Valentine’ın 2025 Carnegie Madalyası adayı olan romanı Senden Önce Senden Sonra ve bu yazımın ortaya çıkmasının en büyük ve güzel sebebi olan Cheon Seon-ran’a ait Kore Çok Satanı ve bilim kurgu ödülü kazananı kitabı Dokuz ile okurlarına merhaba dedi. (Bu kitapların ardından Snowglobeve Gökevi Hayalet Gezileri kitapları geldi)
Dokuz adlı kitap bir yönüyle değerine değer katıyor o da şu ki; 2024 yılında FABİSAD’ın ev sahipliğinde gerçekleşen 10. Gio Ödülü’nün çeviri kategorisi birincisi müthiş çevirmen Sevda Kul’un çevirisiyle dilimize kazandırılmış olması. Yayın hayatına yeni başlayan Yuzu Kitap’ın kitaplarından birine kalemim yettikçe bir şeyler söyleyeceğim çünkü çok hak ediyor, çok konuşulması gerekiyor. Özellikle 2024’ün doğaya ve hayvanlara bu kadar canice yaklaştığı, insanın kendisinden başka bir canlı yokmuşçasına yaşadığı bir döneminde yaşarken ağaçlara ses veren, kulak veren ve bu yolda bir kitap yazarak aslında bir nevi kalbini de veren bir yazarı tanımış olmak yaşamak için bir ümit de taşıyor. Yuzu Kitap’a yayın hayatında başarılar ve çokça yaşamak heyecanı diliyorum.
“Yaşlanmak, hayatın sırlarını katman katman soymak demek. Soyularak yendiğinde kimi sırlar sindirilip emilerek besin haline gelir, kimi sırlarsa vücudun her köşesinde iltihaplanmalara neden olur. Hoşumuza gitmeyen katmanı yememeyi seçebilsek güzel olurdu ama dünyadaki sistem, bir sonraki aşamaya geçmek için onu yememiz gerekecek şekilde tasarlanmış. Zamanı geldiğinde yemek zorunda kalacağımız şeyi erkenden yersek ya sindiremeyip karın ağrısı çekeriz ya da boğazımıza takıldığı için boğulup ölürüz. Yemekte çok geciktiğimizdeyse sır emilmez, olduğu gibi dışarı atılır ve ardında hiçbir şey bilmeyen boş bir vücut bırakır.”
Hayatımda gördüğüm en iyi çıkarımlardan biri bu. Dokuz’u anlatmaya nasıl başlasam diye düşündüğümde ilk olarak bu cümleler geldi aklıma. Çünkü Dokuz gerçekten de böyle bir kitap. Ara ara yer verdiği çıkarımlarla beynimizin en zayıf noktalarına yapışıp kalacak ve katman katman hayatın sırrını soyma çabası peşindeyken bizi durduracak. Hatırlandıkça değerlenecek, yaşadıkça ise kalıcılığı artacak.
Dokuz, Jimo’nun parmaklarının içinde yetişen dokuz fideden dokuzuncusu ve tek yaşamayı başaranı. Evet yanlış anlamadınız. Dokuz, toprağın altına gömülerek büyüyen bir canlı. İnsan görünümlü, dışarıdan bakıldığında bir anneden doğmadığı anlaşılmayacak kadar, bir çiçek. Jimo, her ne kadar anne tanımına en yakın kişi de olsa kendisini Dokuz’a teyzesi olarak tanıtıyor. Dokuz, 17 yaşında bir genç kız iken kendi parmaklarında yeşeren bitkileri saklamaya çalışırken ilk defa şüpheleniyor insanlığından. Bir sera işleten ve bitkilerle haşır neşir olan teyzesine sormaya da çekiniyor. Kim duysa “Delisin!” diyecek kadar komik olur çünkü söyleyeceği şey: “Parmaklarımda yeşeren bitkiler var.” Halbuki kendi soyunun devamlılığından başka bir şey değildir bu.
Dokuz, yakın arkadaşları Mirae ve Hyeonjae ile güçlü arkadaşlıklarında hissettiği soğukluk yüzünden beraberliklerinin biraz sekteye uğradığını fark ettiği gün parmaklarının arasındaki fidelerin sebebini de merak eder. Bu hayatın kendisine sarıp sarmalayarak gönderdiği sırlar fazla olmuştur. Birinin peşine düşerken karlı dağların tepesinden aşağıya düşen ve düştükçe büyüyen bir kartopu misali daha fazla sır ile baş başa kalacağından da habersizdir üstelik. Kendisinin bir bitki olduğunu ve neslinin tehlikeye girmesinden ötürü koruma altına almaya çalışılmasının Jimo tarafından gizlice yapıldığını öğrendiği gün arkadaşlarının arasındaki soğukluğun sebebini öğrenmeyi unutmuştur bile. Bitkilerle arasında özel bir iletişim olduğunu keşfeden Dokuz, onların mavi ışıklar yanarak ve fısır fısır konuşarak kendisine iki yıl önce bir anda ortadan kaybolan okul arkadaşı Wonwoo’nun nerede olduğunu söyleyeceğini kim bilebilir ki? Hem de vaktiyle kaybolan bu arkadaşının babasını kayıp ilanı asarken gördüğünü ve ona yardım etmek için ilan afişlerinin yarısını alarak seraya gelen müşterilerin poşetlerine koymayı teklif ettiğini de düşünürsek doğadan öğrendiği bu gerçek kendisini şok eder. Düşünsenize bir özel gücünüz var, bazı sırları öğrenebiliyorsunuz bu gücünüzle ama başkalarına anlatacak cesaretiniz yok. Çünkü Nietzsche’nin o bilindik cümlesi gibi müziğin sesini duyamayanlar dans edenleri deli zanneder. Bir polise gidip iki yıldır kayıp olan gencin yerini bildiğini söylese ve polisler de kendisine nereden bildiğini sorsa şöyle mi diyecekti: “Ben bir bitkiyim, ağaçlarla ve diğer bitkilerle iletişim kurabiliyorum. Yani doğayla. Bana yerini söylediler.” İnanılır gibi değil. Özel yeteneklere sahip olmak da zor bu sebeple. Çünkü deli diye anılmaktan öteye gidemez kendi gibi olmayanların arasında. Bu sebeple Dokuz kafasını bir plan kurmakla meşgul eder. Wonwoo’nun yerini söyleyebileceği ya da söyletebileceği hatta katilini de yakalayabileceği ölçüde büyük bir plan yaparak gerçekleri ortaya çıkarmak ister. Wonwoo, bir akşam babasının kredi kartını da alarak evden çıkmış, bir petrol ofisinin kamerasına ATM’den para çekerken yakalanmış sonrasında bir daha görülmemiştir. Babası, Wonwoo’nun annesi hayatını kaybettiğinden beri yalnız başına büyütmektedir oğlunu. Hatta şöyle bir anı paylaşır ve yüreğimi söküp alır baba:
“Para kazanmak için küçücük bir çocuğu evde tek başına bırakıp işe giden babadan ne hayır gelir? Yine de onu büyüteyim diye canımı dişime takıp çalıştım.” Avucuyla yüzünü sildi. “Geçenlerde kardeşim ne dedi biliyor musun? ‘Abi öldüğünü farz et. Yoksa bu gidişle ölen sen olacaksın. Annesini özlediği için önden gitmiş.’ Ben ‘O öyle aceleci bir çocuk değil ki,’ deyince, ‘Yürümeyi hemen öğrenmişti ya, unuttun mu?’ dedi.”
Uzun zamandır böylesine sürükleyici bir kitap okumamıştım. Her gün elime alıp okuduğum kitap anlamında demiyorum, bu kitap daha çok evrenine misafir olmak istediğim her an beni gerçek dünyadan kolaylıkla söküp alabilen bir kitap. Kurgu ya da gerçek önemli değil artık, önemli olan başka bir şey. Onu da nasıl anlatsam diye düşünmeme gerek yok. Yazar notu en iyi şekilde anlatıyor. Zaten bazen bazı şeyler yaratıcısı tarafından anlatıldığında tamamlanıyor gibi hissettiriyor. Kayıp parça neredeydi, bilemiyorum. Ama sonunda bulundu.
“Sorunlu yetişkinlerin sorunlu çocuklar yetiştirdiği, bu çocukların da yine sorunlu yetişkinlere dönüşerek kendi sorunlu çocuklarını yetiştirdiği bir döngü içinde yaşadığımızı düşündüğüm zamanlar oluyor. Bu kitabı kaleme alırken, sorunsuz yetişkinlerin tamamen yok olmadığı, acı ve üzüntülerin silaha dönüşerek yeni yaralar açmak için kullanılmadığı bir dünya hayal ettim.
Başkalarını anlayamadığımda ya da başkaları tarafından anlaşılmadığımı hissettiğimde, hepimizin farklı dünyaların insanı olduğumuzu düşünmek beni hep rahatlatmıştır. Bazen metroda telefonuna bakmak yerine insanları dikkatle gözlemleyen birini gördüğümde o kişinin uzaylı olabileceğini düşünürüm. Kırmızı ışığın yanmasına üç saniye kala karşıya koşmak yerine bekleyen biriyle karşılaştığımda, yol kenarındaki çiçekleri fotoğraflamak için yere uzanan birine rastladığımda ya da çocuklara ve köpeklere nazik davranan birini gördüğümde de öyle. En temel insani değerleri korumayı başaran biriyle ne zaman karşılaşsam bu kişiler bana başka bir gezegenden gelmiş gibi görünür.
Sekiz yıl önce tenha bir parktaki bankta oturmuş hıçkırarak ağlarken aniden ağaç ve otların beni dinliyor olabileceği hissine kapılmış, içimden, kim bilir bu ağaç ne çok kişinin ağlayışına tanık olmuştur, diye geçirmiştim. Bu romanın hikâyesi de sanırım o gün başlamıştı.”
Aradığımız dayanma gücü, anlama kabiliyeti, bir ışık, bir koruyucu melek belki de zaten yaşadığımız dünyadadır. Onu göremiyorsak yalnızca doğru bakamıyoruzdur, diye düşünmeye başladım bir süredir. Bu düşünceyi doğuran kesinlikle Dokuz, ondan eminim. Keşke biz de duysaydık bitkilerin sesini diye düşünüyorum. Sonra zaten duyabildiğimiz aklıma geliyor. Kalabalıktan uzaklaşıp tanıştığım Dokuz ile sizin de tanışmanız için sabırsızlanıyorum.
edebiyathaber.net (21 Aralık 2024)