Sunuş*
Simondon’un kendine özgü düşünce biçimi ve terminolojisiyle ilk karşılaşmam, 2000’lerin başında, kendisinin çoktan unutulmuş ve henüz yeniden keşfedilmemiş olduğu bir döneme denk geldi. Kontrol teorisi, sistem dinamiği, kaos teorisi gibi akademik çalışma alanlarımdan hareketle çıktığım disiplinler arası ve ötesi yolculuklardan devşirdiğim ganimetleri ilgi duyanlarla paylaşmak ve yeni perspektifler kazanmak amacıyla sürdürdüğüm gayrı resmî “Chaos etc.” seminerimin o zamanki müdavimlerinden Vefa Karatay, olağan oturumlarımızdan birine Mark Hansen adlı edebiyat ve medya teorisi kökenli bir akademisyenin Internal Resonance, or Three Steps Towards a Non-Viral Becoming başlıklı yazısını getirdiğinde, önümüzde nasıl bir yolun açılacağını kestiremezdik elbette.
O sıralar moleküler biyoloji ve genetik lisansüstü derecesini yeni almış olan -zamanla biyoloji felsefesi çalışmalarımın vazgeçilmez eşlikçisine dönüşen- Vefa, seminerde tartıştığımız ve hatta ortak bir konferans bildirimizde ele aldığımız evrim dinamiği, karmaşıklık, termodinamik, entropi gibi kavramlar üzerinden, o dönemin görece ilkel arama motorlarıyla yaptığı tarama sonucunda 2001 tarihli bu makaleye rastlamıştı. Hansen’in makalede sözünü ettiği üç düşünürden biri olan ve yaklaşımı bize son derece ilginç gelen Gilbert Simondon hakkında ne üniversitenin kütüphanesinde ne internette herhangi bir bilgiye ulaşabildik. Belki de sebep frankofon ve anglofon dünyalar arasındaki görünmez duvardır, Simondon Fransa’da yeterince tanınıyordur diye ümitlendik, ama durum pek de öyle çıkmadı. O yıllarda bir konferansta karşılaştığım bir Fransız felsefeciye hevesle Simondon’u sorduğumda, “galiba adını duymuşum” türünden bir cevap aldığımı hatırlıyorum.
Bunu izleyen 20 küsur yıl boyunca Simondon’un Fransa’da hatırlanışına uzaktan, İngilizce okurları tarafından keşif sürecine ise yakından tanık oldum -hatta buna bir nebze de olsa katkıda bulunmuş olduğumuzu umuyorum. Bu süreçte karşılaşılan anlama ve anlatma zorluklarını bizzat yaşamış biri olarak, Türkçe okurun da benzeri bir süreçten geçtiği şu noktada, çeviri için Muriel Combes’un bu kitabının seçilmiş olmasını çok yerinde bir tercih olarak değerlendiriyorum.
Normalde bir düşünürü doğrudan kendi eserlerinden tanımayı tercih etsem de Simondon böyle bir girişime pek uygun değil. En genel anlamıyla “oluş” süreçlerine, bugüne kadar alışık olduğumuzdan o kadar farklı bir kavram kümesiyle yaklaşıyor ki, onların zihnimizde kök salıp bütün imâlarını ve açılımlarını gerçekleştirebilmesi için sabır ve irade gerektiriyor: Simondon’un farklı boyutlara dair sözünü sonuna kadar dinlemek ve bunları sindirmek için sabır ve insanın yeni bir şeyi anlamaya çalışırken onu ezberindekilere benzetme dürtüsüne direnebilmek için irade.
Başka bir yazarın kaleminden Simondon’la tanışmak açısından Combes’un elinizdeki kitabı gerçekten iyi bir tercih. Combes, Simondon’un ilham kaynaklarını ve hesaplaştığı felsefî yaklaşımları derli toplu bir şekilde özetleyerek onun teorisinde yer alan kavramları teker teker deşifre ediyor, farklı disiplinler ve felsefî ekoller arasındaki dansını izlenir hale getiriyor, böylelikle çevirmenin yükünü bir nebze hafifletmiş oluyor.
Gene de çevirmenin yer yer zihin okumak zorunda kalması kaçınılmaz, hem de Simondon’unki gibi bir zihni okumak… Simondon’u orijinalinden okuyanlar onun bazı kavramlarının barındırdığı belirsizlikle kendileri baş etmek durumunda. Çeviride ise bu iş çevirmene düşüyor ve yapacağı yanlış bir tercih literatürde zincirleme ilerleyen hatalara yol açabiliyor. Buna en bariz örnek olarak déphasage terimini vermek istiyorum. Çeşitli teknolojik alanlarda “faz kayması”, fizik ve kimyanın bazı alanlarında ise “faz ayrışması” (ya da “fazlara ayrışma”) anlamına gelebilen bu sözcüğü Simondon’un hangi anlamda kullandığını kestirmek aslında o kadar da zor değil: Simondon’un bireyleşme sürecini açıklarken kullandığı en temel metafor, düzgün bir kaptaki aşırı doygun bir çözeltinin en ufak bir tetikleyiciyle (Simondon’un tabiriyle söyleyecek olursak, bir “yapı tohumu” ile) karşılaşması sonucunda başlayan kristalleşmedir. Başlangıçtaki aşırı doygun çözelti birey öncesi metastabil, yani her türlü etkiye açık, duyarlı ve gerilim dolu durumu temsil eder. Sürecin sonunda ise kapta doygun çözelti halinde bir miktar sıvı ve onun içinde asılı katı haldeki kristal kalır; yani başlangıçta belli bir faza karşılık gelmeyen metastabil varlık iki farklı faza (maddenin iki farklı haline) ayrışmış olur. Maalesef, çeşitli İngilizce çeviriler ve orijinali İngilizce yazılmış metinlerde, özellikle de teknolojiye daha yakın duran çevirmen ve yazarların bağlamı göz ardı edip déphasage’ı otomatik olarak “faz kayması” diye yorumladıklarına tanık oluyoruz.
Kolaya kaçmak yerine bu ve benzeri bağlam inceliklerine dikkat eden ve gerektiğinde dipnotlarla okuru bilgilendiren Nehir Evin’in özenli çevirisinin Türkçe’de Simondon’un keşfediliş sürecine değerli bir katkıda bulunacağına inanıyorum.
Simondon’un doğumundan 100, anlaşılmamış bir düşünür olarak dünyadan sessizce ayrılışından 35 sene sonra, bildiğimiz yapıların, sistemlerin, paradigmaların giderek çözülüşüne tanık olduğumuz bir dönemin yarattığı metastabilitenin, insanlığa farklı bir yapı tohumunu kucaklayarak yepyeni bireyleşmelere yelken açma yetisi kazandırması umuduyla…
*Bu yazı, yayınevinin izni ile yayınlanmıştır.
edebiyathaber.net (24 Aralık 2024)