1./ Tarçın Kokusu
Yağmur vardı İstanbul’da. sabah ki uyanışımda aklıma düşen, tarçın kokulu pastaların yapıldığı bir mekânda oturup okuyup yazmaktı.
Yola çıkınca öyle de yaptım.
Nicedir gözüme kestirdiğim Backhaus’a ulaştım. Kahverengi ahşap masa, gene aynı renkten deri koltukların olduğu köşede, dışarısını seyre alan kuytulukta kendime yer açtım. İlk adımda daha yüzünüze çarpan pasta kokularını ayrımlayabilmek için, birinin tadına bakmanız gerekirdi. Oburluk etmeden bir dilim tarçınlı kek, bir fincan filtre kahve istedim.
Marcel Proust’un denemelerini okuyordum. Zaman, bellek, geçmiş/şimdi/gelecek üzerine düşünürken; güzellik imgesinin bizdeki yansısının içduyumumuzu nasıl algına çevirdiğini hissettiren, yeniden bu konuda bir şeyler yazmaya beni yönelten şu satırlarına rastladım onun:
“Güzellik hayal ettiğimiz şeyin doruğu, gözümüzün önündeki soyut bir tip değil, aksine, gerçeğin bize sunduğu, hayal edilmesi imkânsız, yeni bir tiptir.”
Bu anlamda, karşımıza çıkan her yeni’ye bakışımız, bizde, yeni bir imge yarattığı gibi, duyumumuzda da farklı algı kapıları açmaktadır…Ona gitmek, tanımak, söze durmak aşkınlık yoludur. Aşk değildir asla! Aşk, dokunmak/yaşamak tüketmek-tükenmek ister. Aşkınlık hali birbirini görmeyi/gör(e)memeyi, hissetmeyi, taşımayı, taşmayı önceler…
Benim sana söylemek istediğim de biraz buydu bugün.
“Benim beklentilerim, anladığım, kafamdakiler çok farklı,”demiş, “kıyıda olmak” istemediğinden söz etmiştin.
Kıyısızlık da bir dildir, anlamdır, geçmişten kopamamak, şimdiye dönüp bakamamak, başka bir dil aramaktır…
2./ Gözlerimi Al
Çıkıp geldiğiniz mevsimin renklerine tutulu kaldım. Sesinizi sesime katan bakışınızın anlamını geceye taşırken, sözler biriktirdim size dair. Adı olmayan bir mevsimden geçmek istedim sizinle. Bunu gören gözlerinizin çağrısına verdim kendimi.
Hadi, şimdi alın gözlerimi; göz izi olsun yanıbaşınızda, silsin bütün kederli duruşları; yeni bir söze hazırlayın kendinizi.
Dönüp dönüp dinlediğim ezgilerin diline eş bir bakış verin bana:
“Hicran oku sinem deler
Olmaktadır halim beter
Bu iftirak artık yeter
İnsafa gel ey şiveger
Bir gün olur çağın geçer.”
Gözlerimi alın, sizin zamanınızda yaşamak istediğimi görün orada.
3./Sessizliğinizde Açan
Erguvan zamanı…Bahçelerden taşan mor erguvanların diline veriyorum kendimi bu sabah…Yaşamın yeni bir yüzünü görmek isteyen bakışlarımı kutsayan renk ağışmasına dönüşüyor her bir erguvan…Yüzünüzdeki anlam, gözlerinizdeki ışıltının çağrısıyla karşılıyor beni bu sabah. Geçiyorum erguvanlı yollardan…İstiyorum ki yüzümü yıkasın o renk tufanı…Bakınca size, gözlerinizle buluşunca gözlerim erguvan zamanının andı olsun söyleyeceğim sözlerim… Sessizliğinizde açan çiçeklere bir ad bulmak istersem hep bu rengi hatırlayacağım.
4./Dönüyorum Sesinize
Gecemdeydiniz. Sırlanan bir camaltı resmine dökülen renklerle baktım sizi. Gözleriniz çıktı karşıma. sonra yüzünüzde asılı duran hüzün. Uyanınca o kısa uykudan sabahımın aydınlığına dönüştü bakışlarınız.
Yeni bir ezgi aradı duygularım.
Belleğime döndüm:
“Bir gün olsun unutunca,
Dışımda kalıyorsun
Oysa seni düşününce
İçime sığmıyorsun,” demeye başlamıştı Fikret Kızılok.
Buruk, içli, ezgili bir ses…Hayata ve aşka dair ne varsa gelip anlatıyor size.
İlk gençliğimde onunla (bir de Esin Afşar’la) karşılaşmamı hatırlıyorum.
Çocukluğumun kentine konsere gelmişlerdi. Bir gece “özel davet”te sahne alacaklardı. Onların önünde kendi orkestramızla “sahne almıştık”… Bir de kuliste tanışıp konuşmuştuk…Unutulası an değildi.
Ân’lar hiç unutulmaz. Hayatımıza çizik atıp geçtiklerini sanırız…Ama hiç de öyle olmuyor…
Taşırız onları. Belleğimiz bir yerde saklı tuttuklarını ortaya çıkarır. Belki de tek bağlanarak yaşadığım o’dur: bellek.
Şimdi siz de orada yerinizi aldınız! Ne tuhaf değil mi, birkaç ay önce yoktuk birbirimiz için. Şimdi ise, “içime sığmıyorsun” diyecek duruma geldim! Peki ya siz, siz nereye koyuyorsunuz beni?
Gene de, son yazdıklarınızdan biliyorum ki; yüzüm özleminizle solacak!
2010/2011
edebiyathaber.net (14 Ocak 2025)