Prof. Dr. Goncagül Haklar: “Olayı çözmeye çalışan tüm kahramanlar ile birlikte okuyucunun da odağında sadece katili bulmak olsun istedim”

Şubat 10, 2025

Prof. Dr. Goncagül Haklar: “Olayı çözmeye çalışan tüm kahramanlar ile birlikte okuyucunun da odağında sadece katili bulmak olsun istedim”

Söyleşi: Burak Soyer

Prof. Dr. Goncagül Haklar’ın kaleme aldığı, A7 Kitap etiketiyle yayımlanan “Ölüm Soğuk” adlı roman okuyucuyla buluştu. Kıdemli Cinayet Büro Amiri Başkomiser Nihat, ekibe katılan komiser Gülcan ve duayen adli tıp uzmanı Adil Hoca’yla birlikte Büyükada’daki Rum Yetimhanesi’nde işlenen bir cinayetin peşinden Japonya’ya, Kamboçya’ya, Van’a ve tekrar İstanbul’a uzanan, temposu hiç düşmeyen bir polisiye roman olan “Ölüm Soğuk”u ve yazarlık serüvenini Prof. Dr. Goncagül Haklar ile konuştuk.

Polisiye edebiyata merakınız nasıl başladı? Hangi yazarları okudunuz, okuyorsunuz? Kimlerden etkilendiniz?

İçinde gizem bulunan romanlara çocukluğumdan beri düşkünüm. Hâlâ kitaplığımda Paul-Jacques Bonzon’un dilimize çevrilmiş çocuk kitapları var. Örneğin “Çalınan Tablo”da Marie ve beş arkadaşı köpekleri Kont ile tablo hırsızlarını yakalamaya çalışırlar; Çalınan Planlar’da yedi Fransız genci bir mühendisin çalınan buluşunun peşine düşerler veya Odette Soremen’ın yine dilimize çevrilmiş Katır Rallisi kitabında kendilerine Kare As diyen 4 genç kız kaybolmuş bir evrak dosyasının peşine düşerler. Bence polisiye romanlar kitap okuma alışkanlığı kazandırmada ya da bu alışkanlık azaldığında tekrar hızlandırmada çok etkilidirler. İçerdikleri gizem sayesinde okuyucuyu avuçlarının içine alırlar, heyecanı ve merakı diri tutarlar, kitap okumayı sevdirirler. Kurgusu da iyiyse kısa sürede bitirir, o motivasyonla başka kitaplara yönelirsiniz. Polisiye romanlar her kesim okur tarafından rahatça, heyecan ve coşkuyla okunurlar. Belirli bir altyapı oluşturmanızı sağlar. Kitap okurken sıkılmaz hale gelirsiniz. Çocuk kitaplarından sonra gizem sevdam Agatha Christie’nin polisiyeleriyle devam etti. Bu tür romanlar merak duygusunu yüksek tutar, analitik düşüme yetisi ve sorgulayıcı bakış açısı kazandırır. Zamanla polisiye türden farklı tür kitaplara kayarsınız. Aslında klasik eserlerin pek çoğunda polisiye öğeler vardır. Gelmiş geçmiş en büyük edebi eserlerden biri olan Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”sı da bence buna bir örnektir. Hâlâ Agatha Cristie okumayı çok severim. Eserlerinin neredeyse tamamını okudum ama tekrar tekrar okumaktan da zevk alıyorum. Yabancı yazarlardan Jean-Cristophe Grangé, Tess Gerritsen, Jo Nesbø; Türk yazarlarımızdan Osman Aysu, Ahmet Ümit, Celil Oker, Alper Canıgüz, Esmahan Akyol ve Nuray Atacık severek okuduğum yazarlar arasında. Sanırım şimdiye kadar okuduğum tüm kitapların bu noktaya gelmemde rolü oldu.

Daha önce “Geze Yaza Bi’ Dünya” ve “Bi’ Dünya Gezgini” adlı iki gezi kitabı yazdınız. “Ölüm Soğuk”la ise direksiyonu bambaşka bir türe döndürüyorsunuz. Polisiye yazmak önceden aklınızda var mıydı? Kitabın oluşum sürecinden biraz bahseder misiniz?

Aslında ne “Geze Yaza Bi’ Dünya” ne de “Bi Dünya Gezgini” planlı değildi. Pandemide her sağlık çalışanı gibi çok yoğun mesailerim oldu. Çocuklarım yurtdışında yaşıyor ve o dönemde onlar için de çok endişelendim. Konsantre olup kitap okuyamıyor, film izleyemiyordum. Hiç alışık olmadığım bir şeylerle ilgilenip zihnimi dinlendirmek istedim. Bu noktada da bir bilim insanı olarak edindiğim bilimsel yazma tecrübemi kullandım. Seyahat etmeyi çok sevdiğim ve çoğunlukla kendim planladığım için gezip gördüğüm yerleri de kendi zevkime göre seçme ve oralarda istediğim kadar vakit geçirme lüksüne sahibim. Gezi kitaplarımda şehirlerin ve mekanların kulaklarıma fısıldadıklarını metinlerime aktardım. Her iki gezi kitabımın çok beğenilmesi sanırım bana bir öz güven verdi. İtiraf etmeliyim ki polisiye romanımın öyküsü de hiç beklemediğim anda zihnimde oluştu. Sadece romanın başladığı Rum Yetimhanesi benim için özeldir. Her Büyükada ziyaretimde mutlaka oraya giderim. Hatta 2019 yılında mezuniyetimizin 30. Yılı için Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi sınıf arkadaşlarımı bir hafta sonu etkinliği düzenleyerek Büyükada’da toplamıştım. Toplantı öncesi son hazırlıkları görmek için gittiğimde yine yetimhaneye uğradım ve “buradan başlayan bir polisiye olsa keşke” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Roman da orada başlıyor zaten.

“Ölüm Soğuk”ta en çok dikkatimi çeken ve aynı zamanda en çok da hoşuma giden şey romanın kurgusu içinde karakterlerin iç dünyasına, olayların geçtiği mekânlara çok fazla değinmeyip, bizi sadece “vaka”ya kilitlemeniz oldu. Normalde başkomiserinden onun ekibindeki herhangi bir memura kadar neredeyse kitapta yer alan tüm karakterlerin şeceresini okuruz. Ancak “Ölüm Soğuk”ta biz de okurlar olarak Başkomiser Nihat, komiser Gülcan ve Adil Hoca’yla birlikte olayın içinde dönüp duruyoruz, yalnızca katilin kim olduğuna odaklanıyoruz. Bu bilinçli bir tercih miydi?

Bunu sizden duymak beni çok mutlu etti çünkü romanı yazarken tam olarak bunu başarmak istemiştim. Cinayet, ceset ve şüpheyle adrenalini arttırırken tüm gelişmelerle soluk aldırmadan okutacak bir roman olmasını arzulamıştım. Polisiye romanlarda benim tercihim baş karakterle birlikte olayı çözmeye çabalamak, elde edilen ipuçlarıyla sonuca doğru ve mantıklı bir şekilde adım adım ilerlemek, hatta her adımda da elime yeni bir ipucu geçmesidir. Eğer yazar iyi kurgulamayı becerebilmişse; roman maceradan sıyrılıp heyecanlı ve kafa karıştırıcı bir hal alır ve son sayfaya kadar akılda türlü soru işaretleri oluşturur.

Olay örgüsünü ve temposunu bozmadan kahramanlarımızı dozunda bir şekilde tanıtmayı da ihmal etmedim. Hatta kurbanımızın öyküsü de kitabın içinde olsun ama okuyucunun dikkati dağılmasın istediğim için aralara kurbanın ağzından yazdığım şiirler serpiştirdim. Günümüz teknolojileri sayesinde cinayetleri çözmenin eskisine göre çok daha kolay olduğunu biliyoruz. Kameralı güvenlik sistemleri, çeşitli teknik takipler ve adli tıp yöntemleriyle hem faillerin yakalanma oranları arttı hem de yakalanma süreleri kısaldı. Bu durum ne yazık ki polisiyenin aleyhine oluyor. Olayların çözümünün uzun sürebilmesi için bazı mevcut araştırma yöntemlerinin es geçiliyor olmasıysa çoğu polisiye okurunun dikkatinden kaçmıyor. Bu nedenle ben aslında tam olarak teknolojiyi daha fazla kullanmaya çalışıyorum, olay örgüsünün çözümünde teknolojik ayrıntıları öne çıkarıyorum. Zaten mesleğim gereği o bölümleri daha kolay yazabiliyorum.

Kitaptaki karakterler de çok doğal, yalnızca görevini yapmakla meşgul polisler olarak karşımıza çıkıyor. Karakterlere ayrı özellikler “yüklememişsiniz”. Komiser Gülcan’dan örnek verecek olursam; bizde genelde kadın polislere eril bir kimlik verilir. Ancak Gülcan gerçek anlamda bir “kadın” polis. Ya da Nihat’ın eksantrik huyları yok. Bu da karakterleri daha gerçekçi kılıyor. Katılır mısınız bu görüşüme?

Çok güzel bir noktaya değindiniz. Genelde kahramanların uçlarda yaşayan insanlar olması gerektiği şeklinde bir algı var. Aynı durum hekim hikâyeleri için de geçerli. Oysa benim herhangi birimizden farksız olan ve sağlık alanında gerçek birer kahraman olarak görev yapan arkadaşlarım var. Romanımda da emniyet mensuplarımızın bizler gibi olmasını istedim. Üzülüyorlar, seviniyorlar, eleştiriyorlar, okuyorlar, dinliyorlar, anlıyorlar. Bu yüzden de okuyan herkes kahramanları kendine yakın hissetti sanırım. Bu da kitabın temposuna katkı verdi. Bir de kitabımı okuyan gençlerin “ben de polis olabilirim” veya “ben de adli tıp uzmanı olabilirim” diye düşünmesini istedim. Gülcan’ın eril bir karakter olmayıp gerçek anlamda bir “kadın” polis olmasına gelince insanları da cinsiyetlerine göre ayırmıyorum diyebilirim. Örneğin hekimlik mesleğinde kadın erkek farkı ortadan başarıyla kaldırıldı. Bence günümüz dünyasında herkes her mesleği hakkıyla yapabiliyor.

Yukarıdaki sorularla bağlantılı olarak “Ölüm Soğuk”un karakterden ziyade “olay” romanı olduğunu söyleyebilirim. Türü gereği elbette öyle olmak zorunda ama kitap boyunca “Katil kim?” sorusunun önüne başka herhangi bir şeyin geçmesine izin vermiyorsunuz. Kitabı yazarken amacınız bu yönde miydi?

Bu soruyu sormanız tam olarak aklımdakini satırlara dökebildiğim anlamına geliyor. Polisiye romanlarda sağlam bir kurgu ve yüksek bir tempo benim için çok önemli. Olayı çözmeye çalışan tüm kahramanlar ile birlikte okuyucunun da odağında sadece katili bulmak olsun istedim.

Sizinle kitap üzerine konuştuğumuzda, “Başkomiser Nihat serisi rahat çıkar,” demiştim ve siz de buna açık kapı bırakmıştınız. Var mı böyle bir niyetiniz?

İkinci roman zihnimde hazır, fırsat buldukça bilgisayara aktarıyorum. Başkomiser Nihat, Komiser Gülcan ve Adil Hoca yeni bir cinayet üzerinde çalışıyorlar. Bu sefer işleri epey zor. Bakalım başlarına neler gelecek?

edebiyathaber.net (10 Şubat 2025)

Yorum yapın