Günışığı Kitaplığı’nın “Çıtır Çıtır Felsefe-Hayatı anlatan kitaplar” dizisinin 21. kitabı Aşk ve Dostluk, geçen sene okurların beğenisine sunuldu. Bu küçük ama dopdolu kitapta, hayatın içinden seçilen onlarca kısa öykü yoluyla çocukların dünyasına ışık tutulduğu, pek çok yaşam deneyiminin gerçekçi öyküler aracılığıyla çocuklara aktarıldığı görülüyor. Bu aktarımın, didaktikliğe düşmeden, sıkıcı öğütler vermeden, öykülerin içindeki kahramanların davranış, duygu, düşünce ve tutumlarının yorumu üzerinden gerçekleştirildiği dikkatimizi çekiyor. Böylece, öykülerden yaşam gerçekliklerine geçiş yapılabiliyor ve yaşam yansımalarıyla buluşan bu öykülerde dile getirilenler, çocukların zihninde geniş ufuklar açıyor. Öyle ki öyküler yaşama, yaşam da öykülere dönüşüyor. Sonsuz bir sarmalın içinde hissediyoruz kendimizi.
Dostluk ve aşk kavramları, akmakta olan yaşamdan kesitler sunan kısacık öyküler içinde, çocukların dünyasına seslenen bir içtenlik ve naiflikle işlenmiş. Öykülerden birinde, uzaklardaki yeni bir kente ve yeni bir eve taşınmaları nedeniyle, birlikte büyüdüğü arkadaşları Müge ve Defne’den ayrılmak zorunda kalan Almira’nın dünyası bir anda hüzünle dolar. Çünkü yepyeni ve daha iyi bir yaşam, yanında arkadaşları olmadan hiçbir anlam ifade etmez ona. Çözüm, onlara mektup yazmak, telefon etmek, onlarla bağı koparmamaktan geçer. Almira anlamıştır ki dostluk, bir çiçeğin sulanması gibi sevgi ve bağlılıkla, emekle yaşamaya devam etmektedir.
Başka bir öyküde, sevmediği bir geziye anne babasıyla katılmak zorunda kalan Levin, arkadaşı Peter’in geleceğini öğrenince gri bir günün bayram gününe döndüğünü fark eder. Anlar ki dostluk büyülü bir şeydir; dostlar yanımızda olursa bize güç verirler, içimizi enerji ve istekle doldururlar.
Bence bu kitabın en önemli ve dikkate değer yaklaşımı, dostluk ve aşk’ın özde birer hikâye olduğu düşüncesinden hareket etmesi. “Tıpkı aşk gibi, dostluk da yalnızca hissettiğimiz duygulardan ibaret değildir. İkisi de, her şeyden önce birer hikâyedir. İşte bu yüzden, bir aşk “hikâyesi”nden, bir dostluk “hikâyesi”nden söz ederiz. Bunun iyi yazılmış, güzel bir hikâye olması için de, onu birlikte yazmak gerekir. İki kişi, üç kişi, dört kişi… ama hep birlikte.” (s.13) Bir hikâyenin birlikte yazılabilmesi için o hikâyenin kahramanı olanların her birinin bu dostluk ya da aşk hikâyesine yoğun emek vermesi, çaba göstermesi gerekir; bu da, dostluk ve aşk’ın sorumluluk gerektiren, emek, çaba ve yoğunlaşmayı taçlandıran sonsuz bir süreç olduğu gerçeğini vurgular. Aşk ve dostluk, yalnızca kalbimizin derinlerinde hissettiğimiz duygular değildir; mesela zor durumda kalan bir dostumuza o anda yardım eli uzatmak, sevdiğimize daha fazla zaman ayırmak, gerektiğinde kendi rahatımızdan özveride bulunmak, o dostluğu ya da aşk hikâyesini pekiştirir ve daha gerçek ve anlamlı kılar; ortak şeyler yaşandığında duygular da giderek güçlenir.
Dostluk ve aşkta sözcüklerin önemi ve değeri yine küçük öyküler içinde dile getiriliyor. Dostluk ve aşkta sözcüklerin içinin sevgiyle, hakikatle dolu olması gerekir. “Piyer bana en iyi arkadaşı olduğumu söylüyor, ama hiç bizim eve gelmiyor. Hep ben onlara gidiyorum. Hasta olduğunda hep ben ödevlerini ona götürüyorum; onu bahçede arayan hep benim, okul çıkışı hep ben onu bekliyorum, hep ben ona atıştırmalıklarımdan veriyorum.” diye yakınıyor Ali. Yalnızca kuru sözcükler istemiyor, ondan güzel davranışlar görmek istiyor. Biri bize dost olduğunu söylediğinde ve “seni seviyorum” dediğinde, bu sözün doğruluğunu nasıl anlayabiliriz sorusuna, kitabımız güzel bir yanıt veriyor: “Gayet iyi ölçülebilen bir şey vardır: Davranışların içtenliği. Yalnızca bir dostu görmek için dört saat tren yolcuğu yapmak, hasta olduğu için günlerce birinin başında beklemek, partiye gidecek arkadaşına en güzel elbiseni vermek… İşte gerçek ve içten hareketler.” Anlıyoruz ki içtenlik ve özveri dostluğun mihenk taşı durumunda.
Başka öyküler içine giriyoruz sonra… Sevilmek, aşkına karşılık bulmak için kendi kişiliğini yok edenler, kendilerinden başka biri haline gelenler ve yalan söyleyenlerin öyküleri. Kendimizi gerçekte olduğumuz gibi göstermezsek sahte, uydurulmuş bir karaktere döneriz; gerçek bir kişi olmaktan çıkarız. Bu durumda da gerçek bir dostluk ve aşk hikâyesine başlamak olanaksızdır, çünkü taşıdığımız maskeler giderek ağır gelecek ve bizi yoracaktır… Sonuçta o dostluk ya da aşk gerçek anlamda başlamadan bitmiş olacaktır.
Sayfalar ilerledikçe, kıskançlık gibi duyguların sevgiden kaynaklanmadığını, bu duyguların asıl kaynağının karşımızdakini bir nesne gibi görmemizden ve ona sahip olma isteğimizden, bencilliğimizden kaynaklandığını gösteren öykülere giriyoruz. Ayrıca dostluk ve aşkta maddi çıkar beklentisinin olmaması gerektiği, sahip olduğumuz nesneler üzerinden değil de gösterdiğimiz içten davranış ve eylemlerimizle dostluk ve aşkı beslediğimizi anlıyoruz öykülerde.
Sevginin şiddetle yan yana olamayacağını, şiddetin olduğu yerde dostluk ve aşkın yok olduğunu fark ediyoruz başka bir kısım öykülerin içinde. İlgisizlik ve bencilliğin, aşk ve dostluğun en büyük düşmanlarından olduğunu görüyor; aşk ve dostluğun; karşımızdakine özgür alanlar bırakan, onun kişiliğine saygı gösterirken kendi kişiliğimizin de kaybolmayacağı özgür bir ortam oluşturan, demokratik bir yaşam modeli olduğunu sezinliyoruz içten içe.
Bu yalın ve derinlikli kitap, doğru sorular sorarak, bu sorulara güzel, nitelikli ve anlaşılır yanıtlar vererek öykülerin içinden süzülen yaşam deneyimlerini aktarıyor çocuklarımıza; dostluk ve aşk gibi temel kavramların, hayatın içinde kazandığı gerçek anlam ve değere işaret ediyor. Görülüyor ki Çıtır Çıtır Felsefe dizisindeki kitapları okurken hayata daha iyi hazırlanıyor çocuklar…
Hülya Soyşekerci – edebiyathaber.net (6 Mayıs 2013)